DC Comics İncelemeleri

Death Metal #1 – 7 (ve tie-in sayıları)

2020 yılının büyük DC Comics hikayesi Dark Nights: Death Metal, pek çok açıdan hakkında konuşması zor bir çizgi roman. Bu yüzden, çizgi romanın incelemesine geçmeden önce, geleneksel uyarılarımızı biraz sıkıcı bir şekilde aradan çıkartmak istiyorum.

Bu yazı, Death Metal hikayesinin bir çizgi roman olarak incelemesine ayrılıyor. Eğer aradığınız hikayede yaşanan temel olayların bir özeti ise, DC Tarihi özel dosyamız kapsamındaki şu yazı muhtemelen daha çok işinize yarayacaktır:

Dark Nights: Death Metal (DC Tarihi)

Aynı zamanda, seriyi henüz okumadıysanız çizgi romanları hangi sırayla okumanız gerektiğini görebileceğiniz bu Death Metal Okuma Rehberi de faydalı olabilir:

Dark Nights: Death Metal Okuma Listesi

spoiler
Bu yazı, Death Metal’in finali de dahil olmak üzere tüm ilerleyişi hakkında spoiler içeriyor.

Bu teknik meseleleri hallettikten sonra, Dark Nights: Death Metal’e geçebiliriz. Tercih ederseniz, yazının içeriğini podcast olarak da dinleyebilirsiniz:

Serinin Doğası (veya, Kimler Koşarak Uzaklaşmalı?)

Serinin genel bir tanıtımını yapmak için, size çizgi roman dünyasının çok alakasız bir boyutundan, kısa bir anektod aktarmak istiyorum.

Biliyorsunuz bundan yıllar önce, Jonathan Hickman süper kahraman çizgi roman yazarlığı dünyasında Fantastic Four serisi ile ünlenmişti. Kendisi daha önce de bağımsız dünyada yaptığı işlerle tanınıyor, Marvel’da Bendis ile birlikte yazdığı Secret Warriors serisinde ismini duyuruyordu, ama süperstar statüsünde bir yazar haline gelmesi, bu seriyle olmuştu.

Jonathan Hickman’ın bu seride yazarlık koltuğunu devralmak için girdiği mülakat sürecinden bize aktarılan şöyle komik bir hikaye var.

Hickman’ın bu iş için uygun olup olmadığını görmek için yapılan mülakatta, dönemin Fantastic Four dergileri editörü Tom Breevort, yeni yazar adaylarına “Sana göre son yıllarda Fantastic Four serilerinin en büyük problemi neydi?” şeklinde bir soru yöneltiyor. Hickman da buna cevap olarak, “Serilerin ağırlıklı olarak Reed Richards üzerinden ilerlediği, dergideki çoğu kurgunun Richards üzerinden oluşturulduğu” yönünde bir eleştiri paylaşıyor.

Tom Breevort “Peki sen bu durumu nasıl düzeltmeyi düşünüyorsun?” diye sorduğunda, Hickman beklenmedik bir cevap veriyor: “Tamamen Reed Richards odaklı, tüm kurguların Red Richards üzerinden oluşturulacağı bir seri yazmak.”

Bu hikayenin tabi ki Death Metal ile bir alakası yok, ama bir paralellik yaratmak için hoş bir fırsat sunuyor.

Size Tom Breevort’ın Hickman’a sorduğu sorunun DC Comics ve Crisis versiyonunu sorsam, yani “DC Comics’in “Crisis-vari” hikayelerini eleştirecek olsanız, bunları hangi açılardan eleştirirdiniz?” desem, nasıl bir cevap verirdiniz?

Aşırı karışık hikayeler olmaları? Onlarca farklı karaktere aynı anda yoğunlaşmaya çalışmaları? Yer yer, evren çapında, kozmik kurgular yaratmak için çok saçma boyutlar içermeleri? Özellikle son dönem çizgi romanlara baktığımızda, bir hikaye anlatmaktan çok, anlatılan “hikayelerin” yarattığı hisler ve temsil ettiği şeyler ile ilgili “meta” yorumlar yapmaları?

Death Metal’in yaratıcı ekibi, bütün bu kavramlara Hickman’ın “Reed Richards odaklı olmak” eleştirisine yaklaştığı tavırla yaklaşıyor: Bunları alıp, en uçlarına çekmek, tamamen bunlara dayalı bir hikaye anlatmak.

Eğer DC Comics’in bu hikaye mantığını sevmiyorsanız, genel olarak kozmik, onlarca karakter içeren hikayeler sizi çekmiyorsa ve son dönemdeki hikayeler (Final Crisis, Metal, Doomsday Clock gibi) hoşunuza gitmiyorsa, Death Metal’i bir çizgi roman olarak beğenmenize imkan yok.

Death Metal’i bir çizgi roman olarak incelerken mutlaka söylenmesi gereken ilk nokta bu.

Death Metal’in Önemi

Bu noktayı kabullenerek seriyi okuduğunuzda, bütün evrenlerin, hatta çoklu evrenlerin yok edildiği, yüzlerce karakterin ön planda olduğu, önceki Crisis ve Crisis benzeri hikayelere çok sayıda gönderme yapılan, neredeyse sınırsız yapıda bir çizgi romanla karşılaşıyorsunuz.

Bu açıdan, serinin önemi zaten yapısından kaynaklanıyor. Daha ilk sayfasını çevirdiğinizde bildiğimiz anlamıyla DC Evreni’nin tamamen yok edildiği bir düzeni gösteren çizgi romanın, “önemsiz” olma ihtimali yok.

Buna rağmen, serinin benim için en büyük sorunu, belli noktalarda karşımıza çıkan bu “önem” meselesinden kaynaklanıyor. DC Comics’in daha önce Convergence, Multiversity ve Doomsday Clock gibi serilerde yaşadığı “gerçekleştirilmesi imkansız beklentiler yaratmak” sorunu, bana göre Death Metal’de de yoğun olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü serinin finalinde, bunun DC Comics’teki tüm devamlılık sorunlarını çözen, bundan sonraki süreçle ilgili kafamızda hiçbir soru işareti bırakmayan bir yapıya ulaşması gibi bir durum yok.

Bu bir sorun mu? Normal şartlarda değil – ama DC’nin bu yöndeki onlarca açıklaması, tüm devamlılık sorularına karşı Death Metal’in finalini işaret etmesi ve seri içinde Multiverse’s End, Last Stories of the DC Universe gibi başlıklarla bunun çok daha büyük çaplı bir final olacağını işaret etmesi nedeniyle, burada bir sorun hale geliyor.

Yani işin sonu ve bu sonun önemi o kadar büyütülüyor ki, Death Metal’i bunlardan bağımsız bir şekilde okumak imkansız hale geliyor.

Bütün seriye genel olarak baktığımızda da, bu “olayların gösterilen öneme sahip olmaması” eleştirisinin yapılabileceğini düşünüyorum. Death Metal sürecinde, DC Evreni’nin tamamen yok olmasından, aşağıda gördüğünüz panelde Batman’in serinin başından beri ölü olduğunu açıklamasına kadar pek çok büyük olay var.

Burada biraz derinlik katıp, süper kahraman çizgi romanı evren yaratma mekanikleri üzerinde durabiliriz. Bütün evreni etkileyen, DC Evreni / Marvel Evreni gibi bir olguyu tamamen yok eden veya tamamen değiştiren serilerin, sonunda bir reboot yapılmadığı sürece gerçek anlamda “etkili” olması mümkün mü? Bence değil; Secret Wars serisi de, her şeyden önce bizi seriye getiren Avengers / New Avengers serileri ve finaliyle hatırlanıyor, Battleworld konsepti içinde yaşanan süreçlerle değil.

Benim fazla iddialı olmadan savunacağım görüş, Secret Wars’un “Bütün evren yok edildi ve daha sonra yeniden yaratıldı” mesajındaki ehemmiyeti biraz daha karşıladığı yönünde. Death Metal’in finalinde bu önem o kadar hissedilmiyor, ama dediğim gibi, evren çapında gerçek anlamda bir değişiklik olmadığı sürece, bu tarz hikayelerin öneminden bahsetmek çok zor. Zaten böyle bir kurgu olmadığı için de, aradan geçen yıllarda yayımlanan onlarca büyük hikayeye rağmen, hala Crisis on Infinite Earths serisinin taşıdığı öneme yaklaşan bir seri yayımlanmıyor.

Death Metal’in “Meta” yorumlarına bir örnek, “çok iyi bir fikir olduğu için” asla ölmeyecek bir karakter

Serinin Yapısı ve Bu Yapının Önemi

Benim için serinin farklı boyutlarındaki önem meselesini daha da sıkıntılı hale getiren temel konulardan bir tanesi, hikayenin tie-in yapısındaki bazı tercihlerden kaynaklanıyor.

Dark Nights: Death Metal, Justice League serisi haricinde devam eden herhangi bir DC serisine bağlanmıyor – ki aslında bu Secret Wars’un evrenin yok olma sürecini daha ciddiye alarak sunabilmesinin de temel sebebi.

Death Metal serisinde DC Evreni tamamen yok edilmiş (veya tanınmaz hale getirilmiş) olmasına rağmen, JL serisi hariç diğer tüm serilerde karakterler normal maceralarını yaşamaya devam ediyor. Secret Wars’da tüm serilerin iptal edilmesi ve seri süresince tüm çizgi romanların bu seriyle yaratılan evrende geçmesi konsepti burada pek yok.

Bunun yerine, seri hikayeyi belli ölçülerde ilerleten tek sayılık tie-in sayılarına çok dayanıyor. Daha önceki Metal serisinde de olduğu gibi, ana hikaye Death Metal serisinde anlatılırken, yayımlanan çok sayıda one-shot ile, hikayenin farklı kollardan nasıl ilerlediği gösteriliyor.

Tabi burada Metal ile olan benzetmeyi çok ileri götürmemek önemli. Metal’in büyük ölçüde tutarlı bir yapısı var: Ana seri güncel ve önemli olayları gösterirken, yayımlanan one-shot çizgi romanlar burada gördüğümüz “kötü Batman versiyonlarının” nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. Death Metal’de ise tie-in’ler bu kadar basit değil – bazı tie-in sayıları DC Evreni’nin bu zor dönemecinden pek çok hikaye sunarken, bazıları neredeyse ana sayılar kadar büyük önem taşıyor.

Örneğin, Trinity Crisis serisi mutlaka ana serinin bir parçası gibi gözükmeli. Ancak The Multiverse who Laughs çizgi romanındaki hikayeleri okumayan bir okurun, çok fazla şey kaybedeceği söylenemez.

Bu event hikayeleri için yaygın olarak gördüğümüz bir durum, ama Death Metal’de rahatsız edici olan noktalardan bir tanesi, bazı tie-in sayılarında çok önemli gibi gözüken konuların, daha sonra hiç gündeme getirilmemesi oluyor.

Bunun en rahat açıklanabileceği durum The Rise of the New God serisinde gördüğümüz Metron’un geri dönüş süreci ve The Chronicler karakteri. Bunlar, kendi içinde önemli bir tie-in sayısı olan The Rise of the New God‘da çok büyük rol oynuyor, hatta çizgi romanı okuyanların hatırlayacağı şekilde, Omniverse seviyesinde bir varlık olan The Chronicler Metron’a ve DC Evreni’nin geri kalanına yardım etme kararı alıyor.

Ve sonra… Bu karakterlerin ikisi de serinin geri kalanında bir kez bile gözükmüyor.

Bu kadar planlı ilerleyen, bu kadar uzun süre beklenen bir seride, bu tarz gözden kaçan veya yanlış yönlendirme yapan olay akışları bence olumsuz etki yaratıyor. Bana sorarsanız, bu kadar hırslı boyutlara çıkan serilerin büyük sorunlarından bir tanesi de bu.

Secret Wars’un bazı konularda Death Metal’den başarılı olduğunu düşünsem de, Secret Wars’un da önce sekiz sayılık bir seri olarak açıklanıp sonra dokuz sayıya çıkartılması da benzer bir örnek. Hatta daha da kötüsü, Marvel Evreni’ni tamamen ortadan kaldıran Secret Wars finale ulaşmadan — yani yeni evrenin nasıl oluştuğu gösterilmeden — yayın takvimi nedeniyle bu yeni evrende geçen çizgi romanların basılmaya başlanması da benzer bir durum.

Bunların koordine etmesi zor ve çok büyük çaplı hikayeler olduğu ortada, ama bunlara kalkışmışken, Marvel ve DC gibi imkanları olan şirketlerin bence süreçleri daha iyi yönetebilmesi gerekiyor.

Ters Köşeler, Batman who Laughs ve Serinin Finali

Tabi bir bütün olarak Death Metal’i değerlendirirken, mutlaka serinin ana kötüsü olan Batman who Laughs ve ana anlatı mekanizması olan “ters köşelerden” bahsetmek gerekiyor.

Serinin yaratıcı ekibi, ilgiyi canlı tutmak ve keyifli bir okuma deneyimi yaratmak için, her şeyden çok “sürprizlere” güveniyor. Bunların bazıları, örneğin Batman’in serinin başından beri ölü olduğunun açıklanması, finalin ulaştığı nokta açısından önemsiz kılınsa da, seri akış açısından büyük ölçüde başarılı gidiyor. Bir başka deyişle, böyle büyük hikayelerden beklediğiniz temel okuma deneyimi, yani bir sonraki sayıyı / bir sonraki gelişmeyi heyecanla bekleme durumu, bu seride bence var.

Bu ters köşelerden ilki ve belki de en büyüğü, ilk sayının sonunda Batman who Laughs’ün ölmesi ile gerçekleşiyor. Tabi bu uzun süreli bir ölüm olmuyor ve Batman who Laughs bir sonraki sayıda Dr. Manhattan-vari bir karakter olarak geri gelip, bu serinin de ana kötü karakterine dönüşüyor.

Metal’den sonra kendi adını taşıyan bir seride de karşımıza çıkan, bundan sonra farklı şekillerde DC Evreni’ne musallat olup, en sonunda Hell Arisen ile Death Metal öncesindeki durumuna ulaşan Batman who Laughs, son yılların “rol çalan” karakterlerinden bir tanesi.

Metal serisinin “büyük” karakterleri World Forger ve Barbatos gibi gözükse de, seride en çok öne çıkan karakterin Batman who Laughs’ten başkası olduğunu söylemek mümkün değil. Death Metal’e giden süreçte de, Batman who Laughs önce kırk sayılık Justice League serisiyle ciddi bir dönüşüm geçiren Lex Luthor’un yerini ele geçiriyor, daha sonra da bu kırk sayı boyunca DC Evreni’nin yeni büyük kötüsü olarak konumlandırılan Perpetua‘yı alt ediyor.

Dürüst olmak gerekirse, Batman who Laughs fena bir konsept değil – ama süper kahraman çizgi romanlarında çok sık yaşanan bir sürecin kurbanı oluyor ve yeni, farklı ve dikkat çekici bir karakter olarak, gereğinden daha fazla kullanılıyor. Bu da, aslında başarılı bir karakterin okuyucuyu yorması ve sıkması anlamına geliyor.

Death Metal tamamlandıktan kısa süre sonra Instagram’da yaptığımız anketin sonucu da aslında bu durumu onaylar nitelikte – toplamda iki yüz kişinin oy kullandığı anketlerde, okurların %63’ü Batman who Laughs’ü bir karakter olarak başarılı bulduğunu ifade ediyor. Ancak son dönemde Batman who Laughs etrafındaki hikayelerin biraz abartıldığını düşünen katılımcıların oranı da %74. Yani okurların büyük bölümü için, aslında sevilen bir karakterin, biraz fazla merkezde kalması gibi bir durumdan söz etmek mümkün.

Benim de katıldığım bu görüş açısından, Death Metal’in aslında ideal bir finale ulaştığını söylemek mümkün. Çizgi roman hikayeleri, genellikle nihai finallerden uzak durmaya çalışan, karakterlerin ve olguların geri dönüşü için mutlaka açık kapılar bırakan finaller oluyor. Death Metal’in sonunda ise – en azından şimdilik – Batman who Laughs’ün tamamen yenildiğine, tamamen ortadan kalktığına yönelik bir son var. Elbette bunun kalıcı olmasını beklemek gerçekçi değil, ama bir süre için, bunun Batman who Laughs’ün DC Evreni’ndeki tuhaf maceralarının finali olduğunu söylemek mümkün.

Finalin başarılı olduğu noktalar gibi, bence başarısız olduğu yerler de var. Bunların başında da, bütün sonun Wonder Woman için zorlayıcı bir ikileme dönüştürülmesi, ancak daha sonra alınan kararın herhangi bir sonucunun olmaması yatıyor.

Wonder Woman Batman who Laughs’ü yenebilecek hale geldiğinde, oldukça kompleks bir karar vermek zorunda kalıyor: Ya Batman who Laughs’ü öldürerek DC gerçekliğinin ortadan kalkmasına göz yumacak, ya da bu süreci durdurabilecek tek kişi olan Batman who Laughs’e boyun eğip, onun şekillendirdiği bir gerçeklikte yaşamayı kabul edecek.

Bu keyifli, sonuçları olan, gerçekçi bir ikilem – tabi seriyi okuduysanız görmüş olacağınız gibi, Wonder Woman sonuçta Batman who Laughs’ü öldürmeyi seçip, hem de ima edilen sonuçla yüzleşmeyince, buradaki sonun etkisi ve yaratılan senaryonun ciddiyeti biraz düşmüş oluyor.

Sonuç ve Genel Yorum

Dark Nights: Death Metal, bana göre Metal, 40 sayılık bir Justice League süreci ve Hell Arisen serilerinin ulaştığı final noktası olarak fena bir çizgi roman değil. Ama DC Evreni’nin tüm devamlılık süreçlerini bir mantığa oturtacak, kafada hiçbir soru işareti bırakmayacak, belli bir dönem için bir son teşkil edecek bir seri olarak tabi ki yaratılan yanlış beklentileri karşılamıyor.

Benim fikrime göre, Death Metal belli şeyleri önceden kabul edip yola çıktığınızda keyif alabileceğiniz bir çizgi roman. Bunun içinde, okuyacağınız her şeyin önemli olmayacağı, her şeyin mükemmel bir sona bağlanmayacağı ve çok, çok ciddi miktarda karakteri, çoğu zaman biraz saçma koşullar içinde göreceğinizi kabullenmek gibi gereklilikler var.

Bu nedenle, yazıyı başladığım gibi bitirmekte çok bir sakınca görmüyorum. Dark Nights: Death Metal, Final Crisis, Metal, Doomsday Clock gibi serileri okuyup bunlardan keyif almış olanlar, DC Evreni’ni düzenli olarak takip edenler için önemli bir eser. Eğer bu tanım sizi kapsamıyorsa, Death Metal’i okumak için bütün bu süreçleri tek tek takip etmenize veya seriyi okuyup sevmek için çok büyük çaba göstermenize gerek yok.

Özetle…

Sadece DC’nin büyük hikayelerini takip edenler için…

DC Comics’in son üç – dört yılına vakıf değilseniz, Death Metal’i takip etmeniz veya bu seriden keyif almanız çok zor… Peki sadece Death Metal’i okumak için bu süreçleri okumaya değer mi? Bu sorunun cevabı bence hayır.

Sevebilirsiniz…
  • DC Comics’in “Crisis” hikayelerini seviyor, çok sayıda karakterin bir araya geldiği kozmik kurgulardan hoşlanıyorsanız
  • Son dönemlerin Final Crisis, Metal, Doomsday Clock gibi DC hikayelerini beğendiyseniz
  • Snyder’ın Justice League yazarlık sürecini ve burada yarattığı kurgulardan hoşlandıysanız
  • Batman who Laughs ve Wonder Woman seviyorsanız

Sevmeyebilirsiniz…
  • Süper kahraman çizgi romanlarında “tuhaf” ve “saçma” kurgulardan hoşlanmıyorsanız
  • Hikayelerin hikaye içindeki unsurlardan çok “inanç, umut, dostluk, iyimserlik” gibi kavramlarla çözülmesi hoşunuza gitmiyorsa
  • Karışık ve uzun ön okuma gerektiren bir seri okumak istemiyorsanız