DC Comics İncelemeleri

Doomsday Clock #1-12

Geçtiğimiz haftalarda, DC Comics’in yayımlanma süreci açısından tam bir yılan hikayesine dönen büyük hikayesi Doomsday Clock‘un son sayısı yayımlandı.

Bu serinin finali ile birlikte, Alan Moore – Dave Gibbons ortaklığında hazırlanan ve 1986 – 87 yıllarında yayımlanan Watchmen ile DC Comics’in normal çizgi romanlarının geçtiği DC Evreni bir çatı altında bir araya getirildi.

Seri tamamlanmış olduğu ve bu da seriyle ilgili kapsamlı bir inceleme yazısı olduğu için, aşağıda okuyacağınız bölümün çeşitli noktalarında spoiler niteliği taşıyabilecek bilgiler yer alıyor. O yüzden, seriyi henüz okumadıysanız, bu yazı fikir verme işlevinin biraz ötesine geçebilir.

Yazının Uzunluğu…



AltEvren’de genellikle çizgi romanları kapsamlı bir şekilde ele alan, derin yazılar yazmaya çalışıyoruz. Bunun bir sonucu olarak, sitemizdeki içerik internet standartlarına göre “uzun” kabul edilebilecek metinlerden oluşuyor.

Şu anda okumakta olduğunuz yazı, sitemiz standartları dahilinde bile uzun bir yazı. Doomsday Clock hakkında hızlı bilgilere ulaşmak için, yazının en altındaki kısma da göz atabilirsiniz.

Doomsday Clock’un İncelenmesi (?)

Bu yazıya başlamadan, dürüst davranarak Doomsday Clock’un gerçek anlamda incelemesini yazmanın çok zor olduğunu ifade etmem gerekiyor. Seriyi bir çizgi roman olarak ele almaya çalıştığınızda, önünüze o kadar farklı sorunlar ve konular çıkıyor ki, bir anlamda, Doomsday Clock’u bir çizgi roman olarak incelemek neredeyse anlamsız hale geliyor.

Ama bir taraftan da, serinin yarattığı bu kafa karışıklıklarını ele almak, Doomsday Clock’un çizgi roman dünyasında yarattığı etkiyi ve sahip olduğu konumu daha iyi değerlendirmeyi mümkün kılıyor. Bu nedenle, aslında bir inceleme yazısına “Doomsday Clock’u bir çizgi roman olarak ele almak neden çok zor?” sorusuyla başlamak da mantıklı olabilir.

Bu sorunun birinci cevabı, elbette, kendi içinde tamamlanmış bir hikaye olan Watchmen’in kullanılmasından kaynaklanıyor. Çizgi roman mecrası içinde, özellikle de süper kahraman türü özelinde edebi niteliği dünya çapında kabul gören, ciddi bir prestije sahip olan Watchmen’in bir event hikayesinin ana unsuru olarak kullanılması, kendi içinde oldukça tartışmalı bir konu. Pek çok okur için, sadece bu detay bile Doomsday Clock’un kapağını bile açmamak için yeterli bir sebep teşkil ediyor.

İkinci noktada, serinin yaratıcılarının — özellikle de Alan Moore’un bu tarz işlere verdiği tepkiler var.

Daha önceki Before Watchmen sürecinde olduğu gibi, Alan Moore’un kendi içinde tamamlanmış bir hikaye olarak yazdığı Watchmen’in uyarlamalarının yapılması, öncesinin ve devamının yazılması sıkıntılı bir durum.

Bir eserin yazarı, bu eserin farklı şekillerde yeniden ele alınmasına karşı çıkarken, bunun yine de yapılması diğer mecralarda çok sık gördüğümüz bir durum değil. Bu da Doomsday Clock etrafındaki tartışmaların miktarını arttıran ve seriyi normal bir çizgi roman gibi değerlendirmeyi zorlaştıran bir unsur.

Prox: Final Thoughts?

Alan: Yes: cherish the astonishing and unlikely world that we all exist in; try to live with love and without fear; and anybody who has anything to do with any of these shitty Watchmen travesties, even as a member of the audience, will be dragged screaming to hell by their nipples. Peace out.

**

Prox: Son olarak söylemek istedikleriniz?

Alan: Evet: İçinde yaşadığımız muhteşem ve tuhaf dünyanın tadını çıkarın, sevgiyle ve korkusuzca yaşamaya çalışın ve bu boktan Watchmen rezaletleriyle herhangi bir ilişkisi olanlar — izleyiciler ve okuyucular da dahil — çığlıklar atarak göğüs uçlarından cehenneme sürüklenecek. (…)

Üçüncü konu, serinin ardı arkası gelmeyen yayın süreci sıkıntıları. İlk sayısı 22 Kasım 2017’de, son sayısı 18 Aralık 2019’da çıkan Doomsday Clock; finale ulaşması iki yıldan uzun süren görece kısa bir seri. Normal bir yayın mantığına göre en az bir sene gecikmeli olarak yayımlanan hikayenin on bir ve on ikinci sayılarında tekrar tekrar yaşanan ertelemeler de, bu serinin okunma deneyimini ciddi anlamda etkileyen unsurlar olarak gösterilebilir.

Tabi bu durumun da kendi içinde uzantıları var. Yayımlanmaya başlandıktan sonra DC Evreni’nde aynı anda devam etmekte olan pek çok büyük hikayeyi birleştirecek eser olarak gösterilen ve gerçek anlamda bir devamlılık vurgusuyla yayımlanan Doomsday Clock’un sürekli olarak ertelenmesi, eş zamanlı çıkması gereken serilerle senkronun kaybolması ve serinin asıl amacından uzaklaşması anlamını da taşıyor. Bu durum da, seriyle ilgili düşüncelerimiz ne olursa olsun, okuduklarımızın asıl planlanan kurgudan uzak olabileceği mesajını taşıyor.

Yine aynı konunun bir başka uzantısı, veya Alan Moore’un seriye gönderdiği lanetlerin bir başarısı, serinin yazarı Geoff Johns’un DC Comics ile ilişkisinin Doomsday Clock’un yayımlandığı dönemde ciddi şekilde değişmesinden kaynaklanıyor.

New 52 döneminden itibaren DC Comics’in en etkili yazarı olan ve Chief Creative Officer unvanıyla DC Evreni’nin genel gidişatını belirleyen Johns, bu unvanı Doomsday Clock’un yayımlanması sırasında kaybediyor. Serinin yaşadığı ertelemelerin ve devamlılıkta oynadığı rolün değişiminin bir arka planı da bununla ilgili.

Son olarak, bir de serinin kurgu yapısı ve ulaştığı son meselesi var. Normal şartlarda, herhangi bir çizgi romanı değerlendirmek için serinin kendisinden bahsetmenin yeterli olması gerekiyor.

Oysa Doomsday Clock o kadar yoğun bir çizgi roman ki, Dr. Manhattan’ın DC Evreni’ne gelişiyle birlikte tanıtılan yeni karakterlerden Watchmen dünyasına, DC Evreni’nin güncel konularından tarihine kadar pek çok noktadan beslenerek yola çıkıyor. Bu açıdan, seriyi okuyup keyif alma ihtimalinizin bile olabilmesi için, hem son dönemin DC Comics çizgi romanlarına, hem Crisis serilerine ve bunların doğasına, hem de Watchmen’e gerçekten hakim olmanız gerekiyor.

Bunları okumamış, takip etmemiş bir okur için, ne Doomsday Clock’un bir çizgi roman olarak öneminden, ne de bizleri ulaştırdığı finalin ilgi çekiciliğinden bahsedilebilir.

Doomsday Clock’un Ana Teması ve Watchmen’in Mirası

Ana konuya geçmeden önce, Doomsday Clock’u okuma deneyimimi sizinle paylaşmam lazım.

Ben seriyi büyük ölçüde sayılar çıktığı sürede, belki birer – ikişer haftalık gecikmelerle okudum. Bu nedenle, serideki gecikmeler, iki sayı arasında gittikçe uzayan erteleme süreleri benim de hikayeyi okuma deneyimimi şekillendiren unsurlar oldu.

Doomsday Clock’un biraz daha objektif bir değerlendirmesini yapmak için seriyi baştan sona tekrar okumam gerekiyor. Bu yüzden burada yazdıklarım muhtemelen hikayeyi biriktirip, bir bütün olarak okuyan bir okurun düşüncelerinden biraz farklı olacak.

Doomsday Clock’u, Watchmen’in mirası ile birlikte düşünmemek imkansız, zira serinin temel noktası, Watchmen’de yaratılan popüler karakterleri DC Evreni’ne getirmek ve bunları gelecek hikayelerde kullanılabilir hale sokmak.

İşin tarihçesine baktığınız zaman, aslında bu kendi içinde bile bir ironi içeriyor. Bu ironiyi biraz merkeze koymak için, Alan Moore’un Watchmen’i yazma sürecine bakmakta yarar var.

Watchmen’de karşımıza çıkan süper kahramanlar, aslında Alan Moore’un gerçek anlamda “yarattığı” karakterler değil. Watchmen gibi bir seri fikri, DC Comics 1980’li yıllarda bir başka çizgi roman şirketi olan Charlton Comics’i bünyesine katmasından sonra şekilleniyor.

DC Comics yetkilileri ve Alan Moore, Charlton Comics karakterlerini konu alan bir seri yapmayı planlıyor ve bu planın üzerine Alan Moore Watchmen’in ilk taslağı olarak tanımlayabileceğimiz projeyi hazırlıyor. Bu proje beğenilse ve kabul görse de, DC Comics yetkilileri on iki sayılık bu serinin konu alınan Charlton Comics karakterlerini gelecekte büyük ölçüde kullanılamaz hale getireceğini fark ediyor.

Buradan da, Alan Moore’un aynı hikayeyi koruyup, bunu Charlton Comics karakterleri ile değil, kendi yarattığı karakterlerle yapması fikri ortaya çıkıyor.

Günün sonunda herkesin bildiği gibi Watchmen orijinal karakterlerle yola çıkıyor. Ancak, serinin Charlton orijinini görmemek pek mümkün değil. Karakterlerin pek çoğunun adı ve görüntüsü değiştirilse de, esin kaynağı olan karakterler rahatlıkla çıkartılabiliyor. Dr. Manhattan’ın Captain Atom’dan, Rorschach’in The Question’dan, Comedian’ın The Peacemaker’dan yola çıkılarak tasarlandığını görmek için çizgi roman uzmanı olmaya veya detaylı analizler yapmaya gerek yok.

Dr. Manhattan ilham kaynağı Captain Atom ile karşı karşıya

Tabi Watchmen’i okuduğumuzda, DC Comics yetkililerinin sürdürülebilirlik açısından doğru bir karar aldığı rahatlıkla anlaşılıyor. Watchmen karmaşık karakterlerle harika bir hikaye anlatsa da, hikayede geçen karakterlerin pek çoğu serinin sonunda net finallere ulaşıyor. Rorschach Dr. Manhattan tarafından atomlarına ayrılıyor, Dr. Manhattan dünyevi işlerden tamamen koparak başka bir galaksiye gidiyor, bütün süreç zaten Comedian’ın ölümüyle başlıyor… Burada Charlton Comics karakterleri kullanılmış olsa, DC Comics’in bu seride yaşanan pek çok olayı yok saymadan bu karakterleri tekrar kullanamayacağını anlamak zor değil.

Watchmen’in yaratılış sürecini Doomsday Clock ile bu şekilde bir arada düşündüğünüzde, ortaya gerçek anlamda ironik bir durum çıkıyor. Alan Moore’un hikayesini rahat ve gelecek kaygısı olmadan, net finaller sunarak yazabilmesi için yaratılmış olan Watchmen karakterleri — neredeyse doğalarına zıt bir şekilde — otuz yıl sonra geri getiriliyor ve son yılların belki de en önemli DC hikayesinin merkezine konuluyor.

Bu noktaya kadar konuştuklarımızın hoş bilgiler ve keyifli bir ironi olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ama Watchmen karakterlerinin bu doğası, aslında Doomsday Clock’un merkezindeki pek çok ögenin hikaye akışı bağlamında işleyemeyeceği anlamını taşıyor.

Dürüst olalım: DC Comics’in bütün bu girişiminin tek sebebi, Watchmen’deki karakterlerin popüler olması ve bu serinin çizgi roman okurları arasında bir kült olarak görülmesinden ibaret. Bu doğrultuda, Watchmen’in devamını anlatan bir hikayede, Watchmen’in en popüler karakterlerini kullanmak gerekiyor, ki bütün iş bir amaca ulaşsın.

Ama — ironi devam ediyor. Yukarıda bahsettiğimiz konular neticesinde, Doomsday Clock’un kullanabileceği popüler Watchmen karakterlerinin hepsiyle ilgili ciddi engeller var. Rorschach ve Comedian ölü. Dr. Manhattan evrenin bir ucunda.

Bütün bu sorunlar, serinin farklı (ve okurlar tarafından kabul edilmesi oldukça zor olan) seçimler yapmasını gerektiriyor.

Dr. Manhattan – süper güçleri olduğu ve serinin merkezinde yer aldığı için – problem değil.

Ölü olan Rorschach, kostümünü taşıyan yeni birisi ile değiştiriliyor. The Comedian – sadece seride gözükmüş olması için – Watchmen’de öldüğü sahnenin hemen öncesinde DC Evreni’ne getiriliyor; serinin sonunda da alındığı yere geri konuluyor. Bunlar büyük ölçüde başarısız kalan hikayeler, ama amaçlarının ne olduğu ortada olduğu için bunları tartışmaya fazla gerek yok. Otuz yıl sonra Watchmen’e bir devam hikayesi yazıp, bu hikaye içinde Comedian’ı kullanmamak pek mümkün değil – Geoff Johns da aslında elinde olan malzeme ile yapabileceği tek şeyi yapıyor.

Elbette, Doomsday Clock’un bir Dr. Manhattan hikayesi olduğunu düşündüğümüzde, burada da merkeze Dr. Manhattan’ı koyup tartışmayı onun üzerinden götürmek gerekiyor.

Dr. Manhattan, Süper Kahramanlar ve Bir Karşı Devrim

Bunun için önce bir noktayı netleştirmek ve Doomsday Clock’un öncüsü Watchmen’e belirli bir açıdan yaklaşmak lazım.

Netleştirilmesi gereken temel nokta şu: Doomsday Clock, her ne kadar bazı kaynaklarda Watchmen’in bir devamı olarak lanse edilmiş olsa da, tamamen bir DC Comics hikayesi, bir DC “event”i ve bir süper kahraman çizgi romanı.

Bu nedenle, Doomsday Clock’un Watchmen’in mirasını nasıl etkileyeceğini konuşurken, Watchmen’e de her şeyden önce bir süper kahraman çizgi romanı olarak yaklaşmak, daha doğrusu Alan Moore ve Dave Gibbons’un bu seride süper kahramanlar hakkında verdikleri mesajları hatırlamak gerekiyor. Bu da tabi ki zor bir şey değil, zira Watchmen’in süper kahramanlara yaklaşımı Amerikan çizgi romanları içinde neredeyse devrim yaratan bir yaklaşım.

Watchmen’i okuyabileceğiniz, analiz edebileceğiniz ve övebileceğiniz onlarca farklı açı; eserin onlarca farklı boyutu var. Ama her şeyden önce, Watchmen bir süper kahraman eleştirisi, süper kahraman türünün bir çözümlemesi.

Alan Moore, bu seride süper kahramanlarla ilgili çok sert bir mesaj veriyor: Geleneksel süper kahraman çizgi romanlarında neredeyse her zaman olumlu bir şekilde ele alınan bu karakterler, Moore ve Gibbons’un çizgi romanında zayıf, rahatsız, tehlikeli; ve belki de en kötüsü, kayıtsız kişiler olarak karşımıza çıkıyor.

Watchmen’in karakterlerini hatırlamak, Alan Moore’un verdiği mesajları görmek için yeterli. Süper kahramanların gerçek olduğu bir dünyada, adaleti kendi ellerine alan bu karakterler, Rorschach gibi (kendilerince doğru) iyi ve kötü ayrımları olan ve bu ayrım dışında hiçbir gri noktayı kabul etmeyen, Comedian gibi bu işten sadist bir zevk alıp yeri geldiğinde insanların üzerine ateş açan, veya en iyi ihtimalle, Nite Owl gibi — bırakın süper olmayı — en temel insanlık becerilerinden bile uzaklaşabilen kişiler olarak karşımıza çıkıyor.

Watchmen’deki süper kahramanların ortak noktası, bunların hiçbirisinin “süper güçlere” sahip olmaması. Tabi serinin en ikonik karakterlerinden bir tanesi olan Dr. Manhattan, bu kurala bir istisna teşkil ediyor.

Alan Moore’un Dr. Manhattan karakterizasyonu, Watchmen’in en kritik noktalarından bir tanesi. Moore, süper güçleri olmayan diğer tüm karakterleri hastalıklı psikolojiler ile kurgularken, neredeyse her şeyi yapabilecek kadar güçlü olan Dr. Manhattan’a farklı bir yaklaşım oluşturuyor.

Tüm bu kişiler içinde birisi gerçekten süper güçler kazandığında, Alan Moore bunun bitmek bilmeyen bir mücadele ruhu, bir sorumluluk aşkı veya bir umut simgesine dönüşmeyeceğini savunuyor. Aksine, yalnızca elini sallayarak insanlığın pek çok problemini çözebilecek olan Dr. Manhattan, giderek insanlığını kaybetmeye, etrafındakiler ile empati kuramamaya, insanlar tarafından anlaşılmamaya başlıyor. Bunun sonucu da, onun — kurtarması gereken — insanlardan uzaklaşması, Watchmen serisinin büyük bölümünü Mars’ta, yalnız bir şekilde geçirmesi ve serinin sonunda galaksiyi terk etmesi oluyor.

Alan Moore’un mesajı basit: Bir insan, doğaüstü bir varlığa dönüştüğünde, atomları kontrol edebilir hale geldiğinde, geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği aynı anda yaşamaya başladığında, bir insan olarak kalamaz. Dr. Manhattan gibi birisi, sokakta çalınan bir çantanın veya soyulan bir bankanın peşinde koşamaz – çünkü evrenin büyük resmi içinde, bu tarz şeyler onun algıladığı bir “iyilik” – “kötülük” skalasında yer alamaz. Hatta, bu skala tamamen ortadan kaybolabilir.”

Watchmen’in finalinde, insandan çok tanrısal bir varlığa dönüşen Dr. Manhattan, kendini artık uzak hissettiği insanları yalnızca uzaktan gözlemlenebilecek, farklı bir perspektiften değerlendirilebilecek varlıklar olarak görüyor.

Doomsday Clock’un ilk on bir sayısı için önemli bir nokta, Dr. Manhattan’un büyük ölçüde bu karakterizasyona, yani Alan Moore’un orijinal yorumuna sadık kalınarak yazılmış olması.

DC Evreni’ne gelen, New 52 ve Rebirth gibi süreçlere sebep olan, Superman’i anlamak için sürekli olarak bir şeyleri değiştiren Dr. Manhattan; bütün yaptıklarından etkilenen insanları, kurtarabileceği kişileri, yardımcı olabileceği diğer süper kahramanları hiçbir noktada düşünmüyor. İlk on bir sayı boyunca, yalnızca gözlemlemeye ve anlamaya çalışıyor ve gözlemlediği “şeylerin” etik mücadelelerinde hiçbir zaman rol oynamıyor.

Alan Moore’un süper kahramanlara getirdiği bu yorum, Watchmen’in yayımlanmasından itibaren çok ciddi anlamda etkili olmuş, hem ana akım, hem de ana akım dışı pek çok çizgi romanın çıkış noktasını oluşturmuş bir düşünce. Ama Doomsday Clock’un 12. sayısında Geoff Johns, bu Dr. Manhattan karakterizasyonunu yerle bir ediyor.

Yukarıda yaptığım tüm tanımlardan, Dr. Manhattan’ın psikolojik anlamda insanlıktan uzak bir varlık olduğunu, tüm gücüne rağmen neredeyse hiçbir şey yapmaması ile, neredeyse klasik süper kahraman prototipinin – yani en net örneğiyle Superman’in – bir anti-tezini oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Doomsday Clock’un final sayısında, Geoff Joıhns Dr. Manhattan’ın kayıtsızlığı ile Superman’in iyimserliğini ve umudunu karşı karşıya getiriyor ve bu ideolojik fark, Superman’in Dr. Manhattan’a ilham vermesi ile sonuçlanıyor. DC Tarihi gibi bir özel dosyanın cümleleriyle, bu evrenleri, “crisis”leri, vesaireleri etkileyecek bir dönüm noktası.

Ancak daha ciddi bir yaklaşımla, burada süper kahramanlara sırt çevirmiş bir yazar ile, süper kahramanlara sırt çevirmemiş bir yazarın yaklaşımlarının çatışması var. 2000’li yıllardan beri süper kahraman çizgi romanlarının en etkili yazarlarından biri olan Geoff Johns, burada deyim yerindeyse Alan Moore’a bir cevap veriyor – ve Dr. Manhattan’ın kayıtsızlığını tersine çeviriyor. Superman’in bir fikir olarak gücü o denli fazla ki, bu klişe duruşu eleştirmek için oluşturulmuş bir unsur olan Dr. Manhattan bile, onu gördüğünde ilham alıyor.

Doomsday Clock’u Alan Moore’a bir saygısızlık olarak değerlendirenler varsa, bu aslında yapılmış en belden aşağı vuruş olarak nitelendirilebilir.

Tabi bu, Moore için kazanılması imkansız bir savaş: Süper kahramanları eleştirmek için yazdığı çizgi roman, her türlü hak – hukuk meselesi bakımından, dünyanın en büyük süper kahraman çizgi roman şirketlerinden bir tanesine ait ve bu şirket bu karakterlerle ne isterse yapmakta özgür.

Geoff Johns, Dr. Manhattan’ın karakterizasyonunu bu şekilde (zevkinize göre, ister iyi, ister kötü anlamda) yerle bir ettikten sonra en azından karakterin bu mantık içinde var olamayacağını kabul ediyor.

Düşünün – eğer Dr. Manhattan Superman’den ilham aldıysa ve Watchmen Evreni yoluna devam ediyorsa, neden Dr. Manhattan bu evrenin Superman’i haline gelmiyor?

Çünkü bu yapı içinde, karakterin herhangi bir ilgi çekiciliğinin kalması mümkün değil. O yüzden serinin finalinde Dr. Manhattan güçlerini yeni bir “Clark”a veriyor ve ortadan kayboluyor – karakterinin her türlü boyutundan ve sembolize ettiği her şeyden sonra, fiziksel boyutu da devam ettirilmiyor.

Metaverse ve Hikayeler, Hikayeler…

Kuşkusuz, serinin en önemli boyutlarından bir tanesi Dr. Manhattan’ın DC Comics gerçekliğini farklı bir kavramla, hikayelerin, efsanelerin korunması, Superman’in her çağının kayıt altına alınması amacıyla yaratılmış bir Metaverse olarak tanımlaması.

Bunun seride ne kadar merkeze konulduğunu görmek için seriyi okumanız veya DC Tarihi kapsamında yaptığımıza benzer bir şekilde özetini okumuş olmanız gerekiyor – ama Doomsday Clock’a baktığınızda serideki olay örgüsünün ulaştığı daha büyük bir sonuç bulmanız pek mümkün değil.

Dr. Manhattan kendi özel güçleriyle DC Evreni’nin içinde geçtiği gerçekliğin doğasını ve kurallarını bozarken, Geoff Johns hem bu manipülasyonların, hem de DC Comics’in geçmişte yaşadığı krizlerin açıklamasını gayet net bir şekilde yapıyor: DC Evreni – veya Metaverse olarak adlandırılan bu gerçeklik yapısı, Superman’in tüm tarihçesini, tüm hikayelerini, tüm versiyonlarını korumak için yaratılmış bir yapı olmaktan ibaret.

Geoff Johns’un yarattığı bu hikaye kurgusu, aslında iki açıdan anlatıyı dikkat çekici hale getiriyor.

İlk olarak, okuyucuların o anda tanıklık etmekte olduğu kurmaca bir evrenin kurmaca olduğu gerçeği üzerinde durarak, yani son dönemlerin popüler terimlerinden bir tanesini kullanırsak, bir üstkurmaca yapısı oluşturuyor. Bu da hem anlatılan hikayeyi, hem de üzerinde durulan konuyu biraz daha kompleks hale getiriyor.

İkincisi, Geoff Johns, aslında başka türlü altından kalkmasının pek mümkün olmayacağı bir senaryoyu, DC Evreni’nin sürekli değişen gerçeklik algısı yapısını bu şekilde bertaraf etmiş oluyor.

Süper kahraman çizgi romanlarının karmaşık gerçeklikleri, asla cevaplanmayan soruları ve bitmek bilmeyen kronolojileri, her zaman yazar – çizer ve editörler için sorun çıkaran bir unsur. Giderek karışan evrenler, birbirleriyle çelişen hikayeler, farklı şekillerde yazılan karakterler ve takımlar süper kahraman çizgi romanlarının o kadar büyük bir bölümünü teşkil ediyor ki, bunların her şeyden önce birer hikaye olduğu mesajını vermek ve hikayelerin gücüne vurgu yapmak mantıklı bir tercih.

Buradaki tercihi biraz daha amiyane bir dille açıklayalım.

Uzun süreli bir DC Comics okuru olarak – bazılarının cevabı karmaşık ve sürekli değişen yapılarda verilmiş olsa da – Superman ile ilgili aşağıdaki soruları sorduğumuzu hayal edelim: Nasıl oluyor da ortaya çıktığında Nazilere karşı savaşan Superman, modern anlatılarda II. Dünya Savaşı yıllarından çok daha sonra kariyerine başlamış bir karakter olarak resmediliyor? Farklı anlatılara ve farkı dönemlere göre, Superman hiç Superboy oldu mu? Earth-1 / Earth-2 ayrımı, Superman karakteri için tam olarak hangi noktada gerçekleşti? Flashpoint DC Evreni’ndeki tüm karakterleri öyle ya da böyle etkilerken, Superman nasıl Rebirth sürecinde geri gelebilecek şekilde varlığını sürdürdü?

Bu ve Superman ile ilgili, çizgi roman terimleriyle cevabı verilmiş veya verilmemiş yüzlerce soru karşılığında, Geoff Johns bize aslında şunu söylüyor: “Superman karakterinin teknikalitesiyle bu kadar kafayı yormayın, tüm bu hikayelerin geçerli olduğunu düşünün ve asıl Superman’in sembolize ettiği şeylere, yansıttığı değerlere yoğunlaşın.”

Hatta, bu cevabı o kadar net bir şekilde veriyor ki, Dr. Manhattan bile buna boyun eğmekten kurtulamıyor.

dr-manahttan-ilham

Bu yaklaşımla ilgili problem?

Çok basit: Daha önce defalarca yapılmış olması, hatta günümüzde de sık sık yapılmaya devam edilmesi.

“Hikayelerin gücü”, asıl meselenin “inanmak”, “ilham almak” olması, yazarların okuyucuları teknik sorunlarla ve devamlılık detaylarıyla değil, anlatıların gücüyle ilgilenmeye teşvik etmeye çalışması; bunlar hem süper kahraman çizgi romanlarında, hem genel olarak çizgi romanlarda çok sık kullanılan cevaplar.

Yazdıklarımın biraz daha anlamlı olması için, bu cümleyi söyleyip geçmemek ve eleştirinin temelini güçlendirmek önemli. Çizgi romanların bu doğası ile ilgili yazılan eserler için, sitemizde geçtiğimiz günlerde de oldukça yoğun olarak yer verdiğimiz Jason Aaron’un Thor yazarlık sürecine bakmanız, Multiversity sayılarını incelemeniz, Convergence hikayesini okumanız, hatta Metal hikayesinin finaline, Final Crisis’e; süper kahraman türünün sınırları dışına çıkabiliyorsak Sandman’e, Unwritten’a göz atmanız yeterli.

Özellikle hikayenin finalinin bizi getirdiği noktadan sonra, Doomsday Clock hikayesini düşünürken “hikayelerin doğasını” ve Metaverse kavramının yapısını ele almadan hareket etmek çok zor. Bu kavramlar merkeze konulduğunda, Doomsday Clock’un çağdaş ve önemli bir hikaye yapısı oluşturduğunu söylemek gerekiyor. Ancak günümüz koşullarında bu kadar sık tekrarlanan bir yapının büyük, benzersiz ve olağanüstü bir final olarak değerlendirilmesi bence çok doğru değil.

Multiversity’den

 Saf Bir Yaklaşım…

Bahsettiğimiz konuların her birini bir kenara bırakıp, DC Comics ile, devamlılıkla, benzer şeyler yapan diğer çizgi romanlarla, hatta Watchmen’le tüm bağlantılardan bağımsız olarak, Doomsday Clock bir çizgi roman olarak değerlendirilebilir mi?

Bu soruya olumlu bir cevap vermek için elimden gelen her şeyi yaptığımda bile, kafamda ayrı bir karşılaştırma fikri oluşuyor. Doomsday Clock ile, Watchmen’in yeniden kullanılma sürecinin kapılarını açan Before Watchmen serileri arasında bir karşılaştırma.

Bunun kapsamlı bir tartışmasını yapmayacağım, ama Before Watchmen serileriyle bir paralellik kurmak, aslında Doomsday Clock ile ilgili son birkaç noktaya temas etmek için iyi bir çıkış noktası olabilir.

Doomsday Clock – en azından – Before Watchmen kapsamında okuduğumuz serilerin büyük bir bölümüne göre çok daha iyi bir çizgi roman.

Yukarıda geçen konuların bakış açısından incelediğiniz zaman, Doomsday Clock ile ilgili onlarca olumsuz nokta bulabilirsiniz. Dürüst konuşmak gerekirse, bu bakış açısı nedeniyle, benim de bu seriden fazla keyif aldığımı söylemem mümkün değil.

Bununla birlikte, Doomsday Clock bir bütün olarak değerlendirildiğinde çizgi roman olarak çok ciddi bir eksikliği yok. Anlatılan hikaye, üslup, teknik ve görsellik açısından Doomsday Clock işini bilen ve iyi uygulayan kişilerin elinden çıkıyor.

Özellikle seri boyunca karşımıza çıkan yan kurguların, Mime ve Marionette’in, Dr. Manhattan’ın DC Evreni’nde tanıştığı aktörün, Lex Luthor’un Dr. Manhattan ile ilgili bulgularının ciddi anlamda bir yere varıp varmadığı, daha doğrusu bu bağlantıların hikayede onlara ayrılan yeri meşru kılıp kılmadığı tartışılabilir. Bunlarla ilgili somut bir yorum yapabilmek için seriyi tek seferde baştan sona okumam gerekiyor, ama günün sonunda kişiden kişiye değişecek bir durum olacağını öngörmek pek zor değil.

Bununla birlikte, hikayenin ve genel olarak DC Evreni’nin devamlılığı açısından gerekliliği sorgulanabilecek bu yan kurgularda bile oldukça derin konulara değinildiği, yaratıcı ekibin güncel dünya sorunlarından, modern toplumsal hayatın temalarından ve bu hayatın sorunlarından bahsettiği vurgulanmalı. Bu açıdan, Geoff Johns ve Gary Frank’in Watchmen’in yapısında ve konularında yansıttığı üsluba benzer bir şey denediğini ve bunda belli bir ölçüde başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

Tabi bütün bunları yapabilecek yaratıcı ekibin, kendilerine ait özgün bir hikaye anlatmak yerine, Watchmen’in karakterlerini DC Evreni’yle birleştirmek gibi bir senaryo üzerinde bu kadar uzun ve yoğun bir çalışma sarf etmiş olması da ayrı bir mesele.

Özellikle DC Comics’in büyük hikayelerini takip eden okurların, Doomsday Clock’u da okuyacaklarını zaten tahmin ediyorum. Watchmen’i okumuş, DC Evreni’ni az-çok takip eden ve Watchmen’in bu şekilde kullanılmasından ciddi derecede rahatsızlık duymayanların, Doomsday Clock’a bir şans vermeleri de mantıklı olabilir. Mevcut on iki sayıdan keyif almak için okunduğunda, Doomsday Clock “kötü” bir çizgi roman değil. Ama belli bir yaklaşımın dışında, bu yazı boyunca bahsettiğimiz konulardan bağımsız bir şekilde değerlendirilebileceğini de pek zannetmiyorum.

Özetle…

Çekimser…

Doomsday Clock teknik ve içerik olarak kötü bir çizgi roman değil, ama etrafında o kadar fazla mesele var ki, bir çizgi roman olarak ele almak neredeyse imkansız.

Sevebilirsiniz…
  • Watchmen’in öncesinin, sonrasının, devamının vs. yazılmasından bir rahatsızlık duymuyorsanız
  • Buna karşın Watchmen’e ve Watchmen’de anlatılan hikayeye ve DC Comics’in kriz hikayelerine aşinaysanız
  • Süper kahraman çizgi romanlarının tuhaf boyutlarını merkeze koyan ve bunlara açıklamalar getirmeye çalışan serilerden hoşlanıyorsanız
  • Yoğun, ağır, derin boyutları olan süper kahraman çizgi romanlarından hoşlanıyorsanız

Sevmeyebilirsiniz…
  • Watchmen’i ve DC Evreni’nin son yıllarını okumadıysanız. Bunları okumadan Doomsday Clock’u anlamanız pek mümkün değil.
  • Watchmen’in “bu şekilde” — yani modern süper kahraman hikayeleri için satış amaçlı bir kaynak olarak — kullanılmasından rahatsızlık duyuyorsanız
  • Daha hızlı, aksiyona dayalı, akıcı bir seri okumak istiyorsanız