DC Comics Yazıları - DC Tarihi

Dark Nights: Death Metal – DC Tarihi

Tüm dünyada oldukça çalkantılı geçen 2020 yılı, DC Comics için de kaosla dolu bir yıl oldu.

Şirket olarak ciddi bir dönüşüm geçiren DC Comics, neredeyse tüm üst düzey kadrosunun işten çıkartılması, Diamond Comics dağıtım ağından ayrılma süreci ve elbette Covid-19 pandemisinin etkileriyle uğraştı.

Bu zorlu yılın büyük çizgi roman olayı ise, Scott Snyder’ın Dark Nights: Metal ve daha sonra Justice League yazarlık süreçlerini takip eden Death Metal serisiydi.

New 52 döneminin büyük hikayelerinden beri yaptığımız gibi, bu yazıda Death Metal’i okumamış olanlar veya hikaye ile ilgili bir hatırlatma isteyenler için DC Tarihi özel dosyamız kapsamında bir özet yazısı sunacağız.

Death Metal’in bir çizgi roman olarak incelemesi için, bu yazıya göz atabilirsiniz.

spoiler
Bu yazı, Death Metal hikayesini baştan sona özetlemek amacıyla yazılmış bir yazı. Bu nedenle, serinin finali dahil her boyutu ile ilgili ciddi miktarda spoiler içeriyor.

Death Metal’in Başlangıcı

Death Metal hikayesinin bir özetini yapabilmek için, maalesef yine DC Comics’in “boş kaleye kaçan bir golünden” bahsetmek zorundayım. DC’nin sık sık yaptığı ufak ama kritik “tuhaflıklara” değinmek için kullandığımız bu kavramın arka planını, daha önce podcastimizde de ele almıştık:

Scott Snyder’ın Justice League serisinin sonunda, DC Evreni’nin kahramanlarının Perpetua tarafından yenildiğini ve varlığın dışına çıkartıldığını görmüştük. Evrenin diğer güçlü varlıkları tarafından kurtarılan JL üyeleri, şöyle bir sahneyle son bir savaş için yola çıkmıştı:

Bize verilen (ve zaten mantıken çıkartabildiğimiz) mesaj, kahramanların bu son mücadelesinin Death Metal’de ele alınacağı yönündeydi. Keza, JL serisindeki hikaye de bu şekilde yarım bırakılmış, Justice League çizgi romanı apayrı bir hikayeyle (nedense!) devam etmiş, bu sahnenin bulunduğu sayının sonunda da “To Be Continued in Death Metal…” şeklinde beklediğimiz açıklama yapılmıştı.

Bunların hepsi iyi ve güzel – ancak Death Metal #1 bu sahneden sonra olanlarla başlamıyor. Justice League’in bu finaliyle, Death Metal arasında bize gösterilmeyen bir dizi olay daha bulunuyor.

Death Metal açıldığında, kahramanlarımız bir kez daha Perpetua’ya karşı mücadele etmiş, ona karşı son kozlarını kullanmış ve tekrar yenilmiş olarak karşımıza çıkıyor.

Yani elimizde şöyle bir hikaye akışı var:

1 – Justice League serisinin 39. sayısı, kahramanların son bir savaş için ileri atılması
2 – Hell Arisen serisi, Lex Luthor’un Perpetua’nın yanındaki yerini Batman who Laughs’e kaptırması
3 – Bizim bu noktaya kadar hiçbir yerde görmediğimiz ikinci Perpetua – JL savaşı
4 – Death Metal’de gördüğümüz DC Evreni’nin yaratılması

5 – Death Metal # 1

Üçüncü ve dördüncü maddeler – çok önemli aşamalar olmalarına rağmen – Justice League #39 ve Death Metal #1 arasında açıklanmıyor – o yüzden çizgi romanı açtığınızca ya da bu özeti okurken kendinizi kaybolmuş gibi hissederseniz, merak etmeyin, arada sizin kaçırdığınız bir şey yok.

Bu boşluklar, Death Metal’in çok sayıda tie-in sayısında kademeli olarak açıklanıyor, o yüzden bu noktaya nasıl ulaştığımızı er ya da geç anlıyorsunuz.

Ama anahtar nokta şu, Death Metal #1’in ilk sayfasını açtığımızda bizi Justice League’in ikinci kez yenildiği, Perpetua ve Batman who Laughs ikilisinin de DC Evreni’ni kendi vizyonlarına göre yeniden şekillendirmiş olduğu bir gerçeklik karşılıyor. Eğer Marvel’ın Secret Wars serisini okuduysanız, bunu Dr. Doom’un yarattığı Battleworld konseptinin daha karanlık bir versiyonu gibi düşünebilirsiniz.

Wonder Woman ve Serinin Temeli

Perpetua ve Batman who Laughs yavaş yavaş asıl planlarına ulaşmak için tüm gerçekliği yok edip yerine kendi hayal ettikleri gibi vahşi, kötü ve acımasız bir evren yaratmak için uğraşırken, geride kalan son kahramanlar da Wonder Woman önderliğinde bu süreci durdurmaya çalışıyor – Death Metal’in ilk sayfalarında okuduğumuz karmaşık sürecin temel özeti bu.

Death Metal serisinin önemli özelliklerinden bir tanesi, serinin bariz bir ana karakteri olması. Hikaye içinde yüzlerce karakter belli noktalarda merkeze yerleştirilse de, bütün iş aslında Wonder Woman etrafında dönüyor.

Ancak seriyi hakkıyla özetleyebilmek için, mutlaka belirtmemiz gereken birkaç not var.

Birincisi, Death Metal serisi gerçekten çok kapsamlı bir seri. DC Comics’in neredeyse bütün 2020 yılına damga vuran ve bütün DC Comics mirasından faydalanma iddiası taşıyan çizgi roman, pek çok tie-in sayısında pek çok farklı karaktere ve hikayeye yoğunlaşıyor.

Üstelik, Death Metal ilk sayısında DC Evreni’ni bildiğimiz anlamıyla yok ettiği ve bu değişimin kalıcı olacağı yönünde sinyaller de verildiği için, pek çok seride gerek nostalji, gerek bu gelişmeleri konu alan sayılar da yayımlanıyor. Bu nedenle, Last Stories of the DC Universe veya Multiverse who Laughs gibi sayılar, aslında kendi içlerinde pek çok kısa hikaye içeriyor.

Sonuç olarak Death Metal’in baştan sona bir özetini yapmak mümkün değil. Oldukça uzun olan bu serinin yalnızca ana gidişatını aktarmak daha gerçekçi bir hedef.

Bunun için de, şu arka plan bilgisine sahip olmak gerekiyor. Serinin ilk sayısında, daha önceden Flash Forward serisinde “farklı bir şeye” dönüştüğünü ve Metron’un Mobius Chair’i ile Dr. Manhattan’ın güçlerine sahip olduğunu gördüğümüz Wally West, bize Perpetua’nın karakteri ve DC Evreni ile ilgili bazı bilgiler veriyor.

Bu bilgiler içinde en kritik olanı, daha önceden DC Evreni’nin asıl yaratıcısı olduğunu öğrendiğimiz Perpetua’nın doğası ile ilgili.

Bildiğiniz gibi, DC Evreni daha büyük bir gerçekliğin, bir “çoklu evrenin” merkezinde yer alıyor. İngilizce ifadesiyle “DC Multiverse” olarak adlandırdığımız bu kavram da, aslında daha da büyük bir yapının, bu seride The Greater Omniverse adı verilen bir olgunun içinde yer alıyor.

Perpetua gibi varlıklar (ki Death Metal serisi içinde, bunlara “Hands”, yani “Eller” dendiğini görüyoruz), Greater Omniverse seviyesinde varolan ve temel amaçları yeni ‘Multiverse’ler yaratmak olan kişiler. Ancak Perpetua, bu konuda bir istisna teşkil ediyor ve amacını yerine getirdikten, yani bir evreni başarıyla yarattıktan sonra da varlığını sürdürüyor.

Bunun arka planında da, DC Evreni’nin farklı yaratılış hikayesi yer alıyor: Diğer çoklu evrenler, her şeyi birbirine bağlayan, Speed Force, Emotional Sprectrum gibi olumlu / iyi güçlerle yaratılırken, DC Evreni’nin yer aldığı DC Multiverse, Anti-Life, Chaos Magic gibi olumsuz güçlerle, yeni yaratılan kavramla ifade edecek olursak, Crisis Energy ile yaratılıyor.

Hell Arisen serisinde Lex Luthor’a ihanet edip Batman who Laughs ile birlikte çalışmaya başlayan Perpetua, Death Metal serisinde bu tercihinin de olumlu sonuçlarını görüyor: Dark Multiverse’ü neredeyse tek başına yöneten Batman who Laughs, burada Crisis on Infinite Earths, Infinite Crisis, Final Crisis gibi “krizlerin” asla bitmediği evrenler yaratıyor. Bu sayede, gücünü Crisis Energy‘den alan Perpetua, sınırsız bir güç kaynağına erişim sağlamış oluyor.

Serinin ilk bölümünde çok kayda değer bir kısım, Wonder Woman, Superman ve Batman gibi karakterlerin, bu kaynağı kesme çabasına yoğunlaşıyor. Hatta bu büyük görev, Crisis on Infinite Earths ve Final Crisis’i durdurma çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına, ancak Infinite Crisis’in “kötü karakteri” Superboy Prime’ın kahramanların tarafına geçmesine sebep oluyor.

Batman who Laughs ve Serinin Asıl Konusu

Ama hikayenin bu noktalarına gelmeden, size seriyle ilgili söylemem gereken bir şey daha var: Dark Nights: Death Metal hikayesi, “plot twist” kavramı üzerine kurulan, beklemediğiniz sürprizlerin sizi sürekli ters köşe yaptığı bir seri.

Şu ana kadar yazdıklarımdan, serinin iki büyük kötüsünün Perpetua ve Batman who Laughs olduğunu sanırım anlamışsınızdır. Bu, alt üst edilen beklentilerimizin ilki oluyor.

Daha birinci sayının sonunda, Wonder Woman Batman who Laughs’ü öldürüyor. Ancak çok, çok uzun bir yükseliş sürecinin ardından “zirve yaptığı” seriye ulaşan Batman who Laughs, elbette aramızdan bu kadar hızlı ayrılmıyor. Tam aksine, sadık yardımcılarının desteğiyle son dönemlerde DC Evreni’nin önemli bir boyutu haline gelen Dr. Manhattan’ın güçlerine benzer güçlere sahip, soyut, kozmik bir varlık olarak yeniden doğuyor.

Böylece, Batman who Laughs yalnızca korkunç bir Batman versiyonu olmanın ötesine geçip, stratejik dehasına bir de sınırsız bir kozmik güç eklemiş oluyor. Bununla da yetinmeyen Batman who Laughs, Dark Multiverse’ün en korkunç evrenlerinden esinlenen 52 farklı dünya yaratarak, DC için yeni bir çoklu evren oluşturmayı amaçlıyor. Bu elli iki korkunç paralel evren, serinin geri kalanında Batman who Laughs’ün en büyük ordusu haline geliyor.

Ve tahmin edebileceğiniz gibi, böyle bir güç seviyesine ulaştıktan sonra, Perpetua’nın “sağ kolu” olmak onun için yetersiz kalmaya başlıyor.

Dediğim gibi, Death Metal çok karmaşık ve onlarca farklı hikaye olgusuna dayanan bir seri – ama işleri çok basitleştirip, bütün seriyi şu üç bölüm altında incelemek mümkün.

İlk olarak, yukarıda kısaca anlattığım süreç, yani Perpetua ve Batman who Laughs tarafından yaratılan yeni, korkunç DC gerçekliği tanıtılıyor ve Batman who Laughs kendisini neredeyse sınırsız güçleri olan bir varlığa dönüştürüyor. Bu sırada geriye kalan süper kahramanlar, bütün bu sürece karşı savaşmaya çalışıyor.

Batman who Laughs yeni güçleriyle Perpetua’yı da alt edebileceği için, kısa süre içinde ona ihanet ediyor. Bu iki varlığın birbiriyle karşı karşıya geldiği süreç de epey bir sayıya yayılıyor, ama süper kahramanlar bu sırada “”Nasıl olsa bu ikisinden hangisi kazanırsa kazansın biz yandık, biz mücadelemize devam edelim,” düşüncesiyle çabalarını sürdürüyor.

İşin sonunda, Batman who Laughs gerçekten Perpetua’yı alt ediyor ve Death Metal’in asıl, tek kötü karakteri haline geliyor. Bu korkunç Batman deformasyonu, yarattığı 52 evrenden gelen askerleri ve sınırsız gücüyle, tüm çoklu evrenin varlığını tehdit ederken, Wonder Woman önderliğindeki karakterler de bu son düşmana karşı savaşıyor.

Evrenin Son Savaşı

Tabi burada, “Wonder Woman önderliğindeki” karakterler diyorum, ama burayı biraz daha açmak lazım.

Seri içinde, Batman who Laughs öyle bir karakter haline geliyor ki, DC Evreni’nin tamamı onun karşısında yer almaya başlıyor. Bunun içinde hem iyi karakterler, hem Justice League sayılarında tekrar aramıza katılan Lex Luthor ve Legion of Doom gibi kötü karakterler, hem Superboy Prime gibi karakterler bulunuyor.

Hatta, Black Lantern yüzükleri ile hayata geri döndürülen ölü karakterler bile mücadele içinde yer alıyor. Yine serinin büyük “sürpriz” sahnelerinden bir tanesinde öğrendiğimiz gibi, bunların liderliğini Batman üstleniyor, çünkü kendisi de Perpetua’ya karşı verilen ikinci savaşta (yani ilk sayının öncesinde bizim görmediğimiz savaşta) hayatını kaybetmiş durumda!

Bütün bu karakterlerin, Batman who Laughs’ün ordusuna karşı savaşı, serinin son sayılarını (ve son tie-in çizgi romanlarını) kapsıyor, ancak tabi asıl mücadele Wonder Woman ile Batman who Laughs arasında geçiyor. Wonder Woman’ın Lasso of Truth adı verilen kementini World Forge’a batırması ile elde ettiği güç, onu Batman who Laughs’e kafa tutabilecek bir seviyeye getiriyor ve iki ordu birbirlerine karşı savaşırken, bu iki kozmik varlık da son bir savaşa başlıyor.

Tüm evreni, hatta farklı zamanları kapsayan bu savaş, tahmin edebileceğiniz gibi çok tekdüze bir savaş olmuyor.

Perpetua serinin ortalarına doğru denklemden çıksa da, onun etrafında yaratılan mitoloji serinin finalinde de önemli bir rol oynuyor. Perpetua’nın tuhaf durumu nedeniyle DC Multiverse’ine zaten farklı bir yaklaşımı olan “The Greater Omniverse Yetkilileri”, artık işlerin iyice çığrından çıktığını görüp, bu çoklu evreni yok etmeye karar veriyor.

Bu da bizi, finaldeki büyük ikileme ulaştırıyor. Büyük savaşları sırasında, Batman who Laughs’ün kendisinden güçlü olduğunu anlayan Wonder Woman, zor bir seçim yapmak zorunda kalıyor: Ya Batman who Laughs’e destek vererek evreni yok etmeye gelen Omniverse seviyesindeki varlıkları durdurmaya çalışacak, ya da Batman who Laughs’e karşı çıkarak DC gerçekliğinin yok olmasını kabullenecek.

Kozmik formlarında Wonder Woman ve Batman who Laughs – serinin “büyük savaşı”

Bu ikilemde kalan Wonder Woman, DC Gerçekliğini kurtarabilecek tek kişinin Batman who Laughs olduğunu bilmesine rağmen, ona boyun eğmemeye karar veriyor. Bunun sonucunda da, önce Omniverse’ten gelen varlıkların gücünden faydalanarak Batman who Laughs’ü alt edilebilecek bir hale getiriyor, daha sonra da tüm zamanın sonunda, evrenin son anlarında onu yok olmakta olan bir güneşin içine atarak öldürüyor.

Kısacası, Batman who Laughs tarafından şekillendirilecek bir gerçeklikte yaşamaktansa, hiç varolmamayı tercih ediyor.

Death Metal’in Sonu ve Sonuçları

Burası, finalini aylardır beklediğimiz serinin en kritik noktası: Omniverse’den gelen varlıklar, artık kendilerini durdurabilecek bir güç olmadığına göre, DC Çoklu Evreni ile ilgili nasıl bir karar verecek?

Bunca yolu bu gerçekliği yok etmek için gelen kozmik tanrılar, Wonder Woman’ın son hareketinden sonra, kararlarından vazgeçiyor. Bu Wonder Woman’ın sondaki kararının ağırlığını azaltan ve serinin finalini biraz “Asıl Death Metal, yolda edindiğimiz arkadaşlıklardır!” mantalitesine bağlayan bir durum, ama serinin sonunda DC Evreni’ndeki varlıkların, özellikle de Wonder Woman’ın kararlılığından, inancından ve umudundan etkilenen Omniverse yetkilileri, DC Evreni’ni yok etmemeye karar veriyor.

Uzun süredir DC Evreni’ne musallat olan Batman who Laughs’ün sonu

Bunun aksine, DC gerçekliği Perpetua – Batman who Laughs müdahalesi öncesindeki halinde yeniden yaratılıyor ve üstelik, varlığının başından beri yaşanan tüm krizlerin karakterler üzerindeki etkileri de ortadan kaldırılıyor. Bir başka deyişle, Death Metal her şeyin eski haline döndürüldüğü, mutlu bir sona ulaşıyor.

Serinin başından beri bir “Anti-Crisis” olarak tanımlanması da bu şekilde haklı çıkarılmış oluyor: Crisis hikayeleri, geçmişi sıfırlayan, hikayeleri yok sayan, yeni bir başlangıç sunan hikayelerken, Death Metal tüm geçmişi geri getiren, tüm hikayeleri yaşanmış kabul eden, DC’nin tüm mirasını kucaklayan bir son sunuyor.

Son dönemde DC hikayelerini takip ettiyseniz, bu son aslında tanıdık gelebilir – Death Metal ile ilgili podcast bölümümüzde daha detaylı olarak ele aldığımız gibi, Convergence, Rebirth, Doomsday Clock hep bu “Her şey yaşandı, her şey geçerli” fikrini destekleyen hikayeler. Ancak Death Metal’in farkı, artık tüm karakterlerin, tüm gerçeklikleri hatırlar hale gelmesinde yatıyor. Yani Superman – Batman gibi karakterler, 1930’lu yıllara dayanan geçmişlerinin tüm maceralarını net bir şekilde hatırlıyor.

Bu tabi ki sadece “teoride” söylenecek bir şey, pratikte pek bir anlamı yok, ama bunun Death Metal’in asıl büyük sonucu olduğu söylenebilir.

Peki ya diğer sonuçlar?

– Death Metal’in ana karakteri Wonder Woman. Serinin finali de onunla ilgili büyük bir değişiklik yapıyor. İnancı ve mücadelesiyle evreni yok olmaktan kurtaran Wonder Woman, bir anlamda farklı bir varlık boyutuna geçerek, DC devamlılığının dışına çıkıyor.

Bunu, Marvel’ın Secret Wars serisi sonrasında Reed Richards ve Sue Storm devamlılık dışına çıkartılmasına, daha “üst” bir düzeyde yaşamasına benzetebilirsiniz. Death Metal’i takip edecek Future State döneminden sonra Wonder Woman’a nasıl bir hikaye yazılacağını bilmiyoruz, ama şimdilik verilen, onun “daha büyük çapta” olaylara yoğunlaşacağı yönünde bir mesaj.

– Hatırlarsanız, Scott Snyder’ın Justice League yazarlık sürecinin en büyük olaylarından bir tanesi, DC Evreni’ni “dış tehditlerden” koruyan Source Wall konseptinin ortadan kalkmış olmasıydı.

Her an her şey olabilir, her an her yerden yeni tehditler gelebilir‘ şeklinde bir hikaye kurgusuna yol açan bu mantık sevilmiş olacak ki, Death Metal sonrasında yeniden yaratılan DC Evreni’nde de, bu tarz bir konsept yer almıyor.

– DC çizgi romanlarının ve çoklu evren mantığının en büyük temellerinden bir tanesi, “Dünya”nın her zaman bu gerçekliğin merkezi olmasıdır.

Death Metal ile yaratılan gerçeklikte bu durum değiştiriliyor – yani Dünya gezegeni, artık DC Evrenleri’nin ve çoklu evreninin merkezi olmaktan çıkıyor. Bunun yerine, DC Evreni’nin iki farklı merkezi olduğu açıklanıyor. Bunların bir tanesi de, Elseworld adı verilen yeni bir dünya, diğerini ise henüz bilmiyoruz.

– Peki, bu bilgi nereden geliyor? Death Metal’in sonunda, The Totality adlı yeni bir organizasyon tanıtılıyor. Tıpkı bu seride olduğu gibi, iyi ve kötü karakterlerin birlikte çalıştığı, Mutliverse’ü büyük tehditlere karşı koruduğu yeni bir organizasyon ve yeni bir yapı oluşturuluyor.

– Bu organizasyonun keşfettiği önemli şeylerden bir başkası da, DC Çoklu Evren yapısında yaşanan bir değişiklik oluyor. Death Metal hikayesinden sonra yaratılan bu gerçeklik, klasik anlamda bir “çoklu evrenden” çok, birden fazla çoklu evrenin bir arada var olduğu bir yapıya benziyor.

Seri içinde kullanılan tanımla, DC Çoklu Evreni neredeyse kendi içinde bir “omniverse” haline geliyor. Death Metal #7’de, bu durumu tanımlamak için “Infinite Frontier” ifadesi kullanılıyor, ama bu ifade ne kadar resmi ve kalıcı olur, bunu şimdilik bilemiyorum.

Totality

– Ve daha basit, geleceğe yönelik bir mesaj arayanlar için… DC Evreni’nin belki de en büyük, en önemli kötü karakteri olan Darkseid, bütün bu süreçler sonrasında ortadan kayboluyor. Yani yeni çoklu evrenin tüm unsurları gözlemlenebilirken, Darkseid’ın nerede olduğuna dair hiçbir bilgi bulunmuyor.

Bir sonraki büyük DC olayının ne olacağını merak ediyorsanız, bu noktadan sonra Darkseid ile alakalı bir hikaye pek şaşırtıcı olmaz.

Evet, özetle Death Metal hikayesinden geriye kalanlar bunlar.

Dediğim gibi, serinin çok kapsamlı boyutları var ve bu yazının uzunluğuna rağmen, sunduğumuz aslında “kısa” bir özet. Seriyi bir bütün olarak okumak için okuma rehberimize göz atabilir, hikayeyi bir çizgi roman ve bir süreç olarak değerlendirmek için inceleme yazımızı da okuyabilirsiniz.