Marvel Comics Yazıları

En İyi 25 Modern Marvel Çizgi Romanı: #25-21

Sitemizin en büyük çaplı okuma listelerinden biriyle, Marvel Comics’in son yıllarda yayımladığı en iyi 25 çizgi romanı listeliyoruz. Elbette, böyle bir liste hazırlamak hiç kolay değil ve makul bir yapı oluşturmak için belli sınırlamalar koymak gerekiyor. Bu dosya kapsamında, spesifik olarak 1997 yılından sonra yayımlanmış olan ve belli bir yazar / çizerin “uzun soluklu” serilerini ele alıyoruz; yani mini-seriler ve kısa süre devam eden çizgi romanlar değerlendirmemiz içinde yer almıyor.

Tüm bunların sebepleri ve detayları hakkında bilgi almak için, ana yazımızı inceleyebilirsiniz.

Listemizin bu ilk bölümünde 25. sıradan 21. sıraya kadar olan seçimlerimizi ağırlıyoruz.

Okuma Tavsiyeleri
Bu liste, başlıktaki konuyla ilgilenenler için hazırlanmış bir “okuma tavsiyeleri listesi”.Süper kahraman çizgi romanlarının çoğunda olduğu gibi, hikayeleri anlamak için bu listeyi adım adım takip etmenize gerek yok. Tek yapmanız gereken, buradan ilginizi çeken çizgi romanları seçmek ve okumak. Okuma listelerimiz hakkında daha fazla bilgi için bu yazıya göz atabilirsiniz.

25. Brian Michael Bendis’in Avengers’ı

İçerdiği sayılar: Avengers (1963) #500-503, New Avengers (2004) #1-64, New Avengers: Illuminati (2005) #1-5, Mighty Avengers (2007) #1-20, Dark Avengers (2009) #1-16, Avengers (2010) #1-34, New Avengers (2010) #1-34, Avengers Assemble (2012) #1-8 ve Secret War, House of M, Secret Invasion, Siege, Age of Ultron event serileri

Bu listeye aday her seri için belirlenen kapsamdaki çizgi roman sayılarının ortalama kalitesini temel ölçüt alsaydık eğer, bu pozisyonu Brian Michael Bendis’in Avengers döneminden daha çok hak eden çok sayıda iş olurdu. Zira Bendis’in Avengers’ı 8 yıl boyunca o kadar fazla sayıda başlığa ve event kitabına dallanıp budaklandı ki ortaya çıkan işin eleştirel değerinin çok yüksek olduğu zamanlar kadar, çok düşük olduğu zamanlar da oldu. Toplamda 200 sayıyı aşan bir süreçten söz ediyoruz.

Bu dönemin asıl etkileyici boyutu, bu serilerin ilgili yılların önemli bir parçasında Marvel yayınlarının amiral gemisi konumunda kalabilmesiydi. AltEvren’in en devasa çalışmalarından biri olan Marvel Tarihi özel dosyalarını en baştan şöyle bir tarasak bahsi geçen çizgi romanların herhalde bi’ yarısı Bendis’in Avengers süreci dahiline girer.

Bendis, 2000 yılında Marvel’la çalışmaya başladıktan sonra hem okur gözünde hem de ofis içerisinde hızla yükselen bir profil yakaladı. Bu yükseliş de 2004 yılında şirketin, Marvel Evreni’nin bir nevi ana tasarımcısı olma misyonunu Bendis’e teslim etmesiyle taçlandırıldı. Bendis de kafasındakileri uygulamaya koymak için hiç vakit kaybetmeden Avengers markasının başına geçer geçmez etkileri yıllarca sürecek Avengers Disassembled öyküsüyle her şeyi yerle bir ederek sıfırdan inşaya başladı. Bunun ardından Avengers’ın yerini dolduran New Avengers serisi bir yandan Wolverine ve Spider-Man gibi süperstar statüsündeki karakterleri takıma dahil ediyordu, bir yandan da Bendis’in kişisel olarak ilgi duyduğu Luke Cage, Spider-Woman ve Sentry gibilerini Marvel sahnesinin en önüne taşıyordu. İlerleyen zamanlarda Bendis’in düzenli olarak yazdığı seri sayısı ikiye çıkarıldı ve Avengers isminin başına gelen New, Mighty ve Dark sıfatları gibi kadrolar da zaman içinde çeşitli değişimlere uğradı. Bu değişimler de büyük çoğunluğunu yine Bendis’in yazdığı House of M, Civil War, Secret Invasion ve Siege gibi büyük eventlerin sonucu olarak ortaya çıktı.

Esasında bakış açımızı direkt olarak Avengers takımıyla ve onunla özdeşleşmiş karakterlerle sınırlı tutsak Bendis’in bu noktadaki katkısı tartışılabilecek bir konu. Basit bir kıyasla, kendisi Roy Thomas, Roger Stern ve Kurt Busiek’in toplamından daha fazla Avengers çizgi romanı yazdı ama bana soracak olursanız Avengers külliyatına bu isimlerin hiçbiri kadar iz bırakmadı. Örneğin takımın en önemli düşmanları olan Kang ve Ultron karakterlerine akılda kalıcı öyküler kazandıramadı, bunu birden fazla kez denemiş olsa bile. Ya da Avengers’ın demirbaşları sayılabilecek Wasp, Vision, Black Knight ve Giant-Man gibi karakterlere haklarını hiç teslim etmedi. Öte yandan, daha geniş çerçevede Marvel dünyasına ekledikleriniyse asla göz ardı edemeyiz. Zannediyorum bunun ilk akla gelecek örneği Bendis’ten sonraki yıllarda da pek çok önemli olay örgüsünde lokomotif olmayı sürdüren Illuminati ekibi.  

Tüm bu çizgi romanlarda Bendis’e sektörün zirvesindeki pek çok çizerin eşlik ettiğini de belirtmeden geçmeyelim. David Finch, Steve McNiven, Frank Cho, Mike Deodato ve John Romita Jr. ve yanlarına yazılabilecek çok sayıda çizer, bu yıllarda Avengers başlığı altında çıkan her şeyin en azından güzel sunulmuş olmasını sağladılar.

Sitemizdeki bazı alakalı yazılar:
Profil: Brian Michael Bendis
Marvel Tarihi

24. Jonathan Hickman’ın X-Men’i

İçerdiği sayılar: House of X (2019) #1-6, Powers of X (2019) #1-6, X-Men (2019) #1-21, Inferno (2021) #1-4 ve Giant Size X-Men one-shotları

Bugünden dönüp baktığımızda sanırım şunu artık söyleyebiliriz: Jonathan Hickman, 2010’lu yılların en çok aranan çizgi roman yazarıydı. Gerek Marvel çatısında yazarlığını yaptığı seriler, gerekse de Image Comics’te çıkarttığı bağımsız eserler her zaman büyük ilgiyle takip edildi. Bir sonraki işinin ne olacağı hep merakla beklendi. 2010’lu yıllardan akılda kalacak bir diğer önemli şey ise Marvel’ın en önemli markalarından biri olan X-Men’i bilinçli olarak baltalama çabasıydı. Marvel Studios’tan çıkan filmler gişede rekordan rekora koşarken sinema yayın hakları yıllar önce 20th Century Fox’a satılmış X-Men ve Fantastic Four’u bu çarka sokamamanın yarattığı hazımsızlık ne yazık ki çizgi romanlara da tatsız bir biçimde yansıdı.

Artık hepimizin bildiği üzere Disney, bir noktada Fox medyanın büyük bir bölümünü satın alarak bu hasrete, bu ayrı gayrılığa son verdi ve Marvel Sinema Evreni hayranları için adeta hayat bayram oldu. Bizler de uzun yıllar boyunca X-Men’i çizgi roman evreninin ufak bir köşesine sıkışmış bir şekilde takip ettikten sonra yeni statükonun mutantlar için ne getireceğini beklemeye başladık. İşte 2019 yazında, kariyerinin zirvesindeki Hickman böyle bir ortamda X-Men’in iplerini ele almak üzere ortaya çıktı.

Yeni sürecin temellerini attığı altışar sayılık House of X ve Powers of X serileri oluşan devasa beklentiyi karşılayabilecek ölçüde hırslı işlerdi. Mutantların başlarını sokacakları yeni bir ada ülkesi kurmaları ilk kez okuduğumuz bir fikir değildi ama yaşayan Mutant Ada Krakoa’nın etrafında kurulan bu yeni düzen, anlatılabilecek pek çok potansiyel hikayeye güzel bir altyapı hazırlıyordu. Mutantların bir şekilde ölümü de yenip ölülerini geri getirmesiyle Dünya’daki mutant sayısı da yeniden kontrol edilemeyecek bir düzeye çıktı ve çok sayıda seriye eş zamanlı olarak start verildi.

Hickman da X-Men Ailesi’nin bu süreçteki kreatif lideri olarak X-Men başlığını yazmaya başladı. Hem bu seride hem de arada çıkan çeşitli one-shot’larda  Hickman, yarattığı bu dekora taşlar dizmeye devam etti. Yine başını çektiği büyük X of Swords eventi dahi temelde çocuk parkına oynayacak yeni oyuncakların dökülmesine hizmet ediyordu. Sorun şu ki, Hickman tüm bu oyuncaklarla kendisinden beklediğimiz o büyük öyküyü bir türlü çıkaramadı ve son olarak Inferno minisiyle X-Men’e veda etti.

Verilen söyleşilerden anladığımız kadarıyla Hickman’ın ana anlatısını ilerletmek için, kurduğu Krakoa düzenini yıkıp yeni bir faza geçmesi gerekiyordu, ama halihazırda pek çok farklı mutant serisine ev sahipliği yapılıyorken, yani parktaki oyuncaklarla oynayan bir sürü çocuk varken, her şeyi baş aşağı etmek mümkün olmadı ve bazı planlar çöpe atıldı. X-Men dergilerinde hala daha Krakoa Çağı’ndayız ve bu bir süre daha böyle gidecek gibi görünüyor.

Yani evet, Hickman’ın X-Men’i aradığımız o büyük öyküleri bize veremedi ama ortaya attığı tonla yaratıcı fikirle 60 yıllık markaya yepyeni bir soluk kazandırmış olması, ona bu listede sonlardan da olsa bir yer ayırmak için yeterli.

Sitemizdeki bazı alakalı yazılar:
Profil: Jonathan Hickman
2010’lu Yıllarda X-Men’i Anlamak
Jonathan Hickman’ın X-Men Yazarlık Döneminden Neler Bekleyebiliriz?
House of X / Powers of X: Bilmeniz Gereken Her Şey!
X of Swords (Marvel Tarihi)

23. Donny Cates ve Ryan Stegman’ın Venom’u

İçerdiği sayılar: Venom (2018) #1-35, Absolute Carnage (2019) #1-5, Silver Surfer: Black (2019) #1-5, King in Black (2020) #1-5 ve Web of Venom one-shotları

Bir önceki maddelerde sırasıyla Bendis ve Hickman’dan, yani Marvel’ın çeşitli zaman dilimlerine damgasını vurmuş iki yazardan bahsettik. Donny Cates de bağımsız işlerle bilinirliğe kavuşması biraz geç olmuş olsa da kariyerinin devam basamağında Marvel’dan aldığı ilk projeleriyle kısa bir sürede hem editöryal ofis hem de okurlar tarafından şirketin bir sonraki Bendis’i, bir sonraki Hickman’ı olma potansiyeli görülmüş bir yazar. Hala devam eden bu yolculuğunda Cates’in şimdilik en önemli mirası Venom.

Venom ismi 2000’li yıllarda Eddie Brock’tan daha çok Mac Gargan ve Flash Thompson gibi başka isimlerle özdeşleşti. Eddie, bu yıllarda simbiyotlarla ilgili hikayelerde çeşitli roller ve Toxin gibi farklı kimlikler almayı sürdürse de sanki yavaş yavaş vazgeçilebilir bir karakter olmaya doğru gidiyordu. Venom markasının devam etmesi için Eddie Brock’un varlığı ön koşul olmayabilirdi. Gidişat böyleyken Sony’nin Eddie Brock’u merkeze alacak bir Venom filmi yapmaya karar vermesiyle kader kahramanımızın yüzüne bir kez daha güldü.

Bu geri dönüş sürecini Mike Costa bir yıl kadar yürütse de 2018’de Donny Cates yazarlık görevini üstlendiğinde kafasındaki fikirleri uygulamaya koymak adına hızlıca bir temiz sayfa açtı. Bunu yaparken karakterin ve simbiyotun geçmişine dair gerçekten gerekip gerekmediği sorgulanabilecek fazlaca retcon uygulamasıyla, yani bir şeyleri “Yok o öyle olmadı aslında, böyle oldu.” diye değiştirmesiyle, bazı eleştiriler alsa da hem eski okurlara hem de yeni okurlara hitap edebilecek bir düzlemi oturtabildi.  Fikirlerinden en büyüğüyse simbiyotun uzaylı kökenlerini geliştirerek bu ırkın yaratıcısı olan Knull karakterini ortaya atmaktı. Knull aslında serinin finalini taçlandıran King in Black eventine dek pek az görünmüş olsa da potansiyel tehdidi çok etkili verildiği için hemen ilgi toplamayı başardı, bunu biraz Walt Simonson’ın 80’lerdeki Thor yazarlık sürecinde Surtur’u yavaş yavaş ısıtmasına benzetiyorum ben.

Cates’in en takdir ettiğim yönlerinden biri, aslında zor olan bazı şeyleri kolay gösterebilmesi, bu bana kalırsa önemli bir yetkinlik ölçütü. Yazarlığını yaptığı diğer serilerden daha uzun sürmesi sebebiyle Venom’u okurken bu daha iyi anlaşılıyor. İşlediği her hikaye arkında karakterlerini aldığı noktadan farklı bir konumda bırakmaya gayret ediyor ve bir sonraki olay örgüsüne geçişi yumuşak bir neden-sonuç bağlamında gerçekleştiriyor. Bu şekilde hem kolay takip edilebilir bir iş sunuyor hem de okuru devam etmeye motive ediyor. Venom serisinde böyle bir akış sunarken üstüne bir de Web of Venom one-shot sayıları ve Silver Surfer: Black minisi gibi destekleyici çizgi romanlarla anlatısını genişletme fırsatı bulması ve elbette Ryan Stegman gibi çizgi stili bu tür seriler için bulunmaz nimet olan bir çizerle çalışması Cates’i tam potansiyeline ulaştırdı diyebiliriz.

Sitemizdeki bazı alakalı yazılar:
Venom (2018) #1 – 25
Thanos (2016) # 1 – 18
Absolute Carnage (Marvel Tarihi)

22. Christopher Priest’in Black Panther’ı

İçerdiği sayılar: Black Panther (1998) #1-62

Christopher Priest, her ne kadar Amerikan çizgi roman sektöründe siyahi insanlar adına pek çok ilki gerçekleştirmiş olsa da neredeyse çocuk yaşlarından beri içinde olduğu bu dünyayla hiçbir zaman düzenli bir ilişki sürdürmedi. Beraber çalışılması çok kolay olmayan bir insan olmasının yanı sıra hayatının belli dönemlerinde müzisyenliğe ve din adamlığına odaklandığını biliyoruz. 1998 yılında Marvel Knights etiketinin başlangıç serilerinden biri olan Black Panther’daki yazarlık dönemiyse kendisinin çizgi romanlardan uzak kaldığı her dönemin bizler için kayıp olduğunun göstergesi adeta.

Marvel Knights ilk evrelerinde Joe Quesada ve Jimmy Palmiotti editör ikilisinin yazarlarla çok yakın çalışarak yürüttüğü bir projeydi. Black Panther örneğinde de ilk 12 sayının muazzam bir titizlikle planlandığı her halinden belli oluyordu. Priest, bu çizgi romanda o yıllarda Pulp Fiction filmiyle anılan bir kurgu tarzı benimsiyordu, yani lineer bir akışta ilerlemek yerine zaman çizgisi üzerinde zikzaklar çizilen bir kurgu söz konusuydu.

Bu izlencedeki rehberimiz, yani anlatıcı konumundaki karakter de ABD devleti tarafından Kral T’Challa’nın diplomatik ağırlayıcısı olarak görevlendirilen Everett K. Ross idi. Kendisini sinema uyarlamasında, her rolünü aynı oynayan deha Martin Freeman canlandırmıştı ve açıkçası filme katkısı sorgulanabilir bir karakterdi. Bu serideki işleviyse son derece önemli. Ross, ilk başlarda olay örgüsünü izleyici konumunda takip ediyor gibi görünse de girdiği ortamdaki sudan çıkmış balık haliyle, Bill Clinton tarafından hokey sopasıyla kovalanmak ve bir pantolon için Mephisto’ya ruhunu satmak gibi enstantaneleriyle comic relief rolünü çok iyi dolduruyordu. Daha sonrasındaysa buradan da adımını atıp bazı hikayelerin sürükleyicisi haline gelse de en baştaki bu konumlandırma, T’Challa’yı yani nam-ı diğer Black Panther’ı baştan tanımlamak adına çok zekice bir karardı.

Priest, belirli bir süre boyunca Black Panther’ı duygusal anlamda okurdan uzakta tuttu. Olayların merkezinde olsa da onun iç sesini duyamıyorduk ve kararları ile motivasyonlarını içselleştirmemize bilinçli olarak engel olunuyordu. Bu şekilde yabancı bir gözle Black Panther’ın ne kadar karizmatik bir figür olduğu bize hatırlatıyordu. Dünya’nın en gelişmiş ve en zengin ülkesinin kralının sorumluluklarının ve vizyonunun sıradan bir kahramanınkinden çok farklı bir doğada olması gerekirdi. Önce Black Panther’ın Batman’i bile kıskandıracak teknolojik araç gereçlere sahip olduğunu, Mephisto’yu tek yumrukta yere serebileceğini ve ülkesinde darbe yapmaya çalışan bir CIA fraksiyonu karşısında Dünya kamuoyunu çalkalayabileceğini gördükten, yani verilmek istenen fikre tamamen ikna olduktan sonra ancak T’Challa’nın insani kusurlarına şahit olmamıza izin veriliyordu.

Tabii ilerleyen hikayelerde de aldığı kararların sonuçları hep geniş bir etki alanına sahip olmayı sürdürüyordu. Farklı olay zincirlerinde kahramanımızın serbest piyasaya müdahalesi sebebiyle Dünya’yı ekonomik krizin eşiğine getirdiğini de bir sığınmacı krizinde neredeyse cihan harbine yol açtığını da okuduk. Kısacası Priest’in Black Panther’ı, bu karaktere ilgi duyan herkesin ilk durağı olmalı.

21. Garth Ennis’in Punisher’ı

İçerdiği sayılar: The Punisher (2000) #1-12, The Punisher (2001) #1-37, Born (2003) #1-4, The Punisher MAX (2004) #1-60, Punisher: War Zone (2008) #1-6, Punisher MAX: The Platoon #1-6, Punisher: Soviet #1-6 ve çeşitli one-shotlar

Punisher, okurlar arasındaki popülaritesini hep korusa da zaman zaman Marvel’ın nasıl değerlendireceğini bilemediği bir karakter ki günümüzde de yine böyle bir dönemden geçtiğini söyleyebiliriz. Bu durum, Frank Castle 2000 yılında Garth Ennis’in karanlık zihnine teslim edildiğinde de aşağı yukarı böyleydi. Tüm albenisi okurun ancak en vahşi düşlerinde hayal ettiği adalet anlayışını uygulamalı olarak göstermesinden gelen bu karakter, kendini meleklerin ve şeytanların işin içine girdiği doğaüstü bir kurmacada bulmuştu.

Neyse ki kısa bir süre sonra Marvel, süper kahramanlardan nefret eden Garth Ennis gibi bir adamın Frank Castle’ın ilacı olabileceğine hükmederek Punisher çizgi romanlarını apayrı bir klasik haline getirecek sürecin önünü açtı. Ennis, 12 sayılık “Welcome Back, Frank” hikayesiyle karakteri özüne döndürerek yola koyuldu. Burada yazarın grafik şiddeti hem bir gerilim aracı hem de komedi unsuru olarak kullanabilen tarzının Punisher’da harikalar yaratabileceği hemen belli olmuş oldu. Sınırlı bir yelpazesi olmasıyla bilinen rahmetli Steve Dillon’ın çizgileri de bu yapıya mükemmel oturuyordu. İkili bunun ardından, bu tarzı devam ettirdikleri 37 sayı sürecek bir seriye yelken açtılar.

Daha sonrasında Garth Ennis, 2004 yılına gelindiğinde Punisher için ikinci bir devrim daha yaptı. Seri, yeniden 1. sayıdan başlatılarak Marvel’ın yalnızca yetişkinlere yönelik çizgi romanlar çıkardığı MAX etiketinin çatısı altına girdi. Bu yeni başlangıçla beraber Ennis, Marvel ana devamlılığının zincirlerinden de kurtuldu ve alternatif bir evrende yaşayan bir Frank Castle’ı bizlere anlatmaya başladı. Steve Dillon’dan daha fotorealistik tarza sahip çizerlerin Ennis’e eşlik etmeye başlamasıyla çizgi romanların şiddet ve cinsellik dozu bir kat daha arttı ama bana kalırsa MAX serisinin asıl olayı bu değildi. İçinde bulunduğumuz bu yeni gerçeklikte Frank Castle, Marvel Evreni’nin sliding timescale fenomenine dahil değildi. Yani karakterlerin neredeyse hiç yaşlanmadığı, bu çizgi romanlar kaç yıldır yayınlanırsa yayınlansın Spider-Man’in hep 13-15 yıl önce güçlerini kazandığı, Franklin Richards’ın asla büyümediği bir gerçeklik söz konusu değildi.

MAX evrenindeki Frank’in ailesi neredeyse 30 yıl önce öldürülmüştü ve o da tüm bu zamandır mermileriyle çarpık adalet anlayışını dağıtıyordu. İşte bu, Frank Castle’ın aslında kim olduğunu her zamankinden daha iyi gösteriyordu. Onun için Vietnam, ölene kadar bitmeyecekti.