Marvel Cinematic Universe Filmleri - Marvel Comics Yazıları

Eternals İncelemesi – Film, Çizgi Roman Konseptlerini Nasıl Yeniden Yorumluyor?

Chloe Zhao’nun yönettiği Eternals filmi Marvel Sinema Evreni’nin 26. halkası olarak geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. AltEvren’deki içeriklerimizin tamamına yakını çizgi romanlar üzerine ve genellikle de bunların sinema ve televizyon uyarlamalarını pas geçiyoruz. Eternals hakkında da ilk günden itibaren çeşitli platformlarda yazıldı, çizildi ve konuşuldu. Gelgelelim bu kez okuduğum ve dinlediğim değerlendirmelerin genelinde insanların kaynak çizgi romanlara aşinalığının oldukça sınırlı olduğunu ve bu nedenle filmi bir uyarlama olarak ele alma konusunda noksanlıkların olduğunu gördüm.

Tabii bir film, akış süresi boyunca izleyicinin önüne koyabildiği kadardır. O nedenle uyarlama işler için yapılan değerlendirmelerin isabetliliğini kişinin kaynak materyal bilgisine göre ölçmeyi son derece yanlış bulurum. Benzer şekilde bu tür filmlerin birincil misyonu da özüne ne kadar sadık kalabilirse kalmak da değildir. Demek istediğim, ben burada bir gatekeeper tavrıyla detay detay girip Eternals’ın çizgi romanlarla farklılıklarının tam listesini falan çıkarmayacağım. Bunları ilgili wiki sayfalarını okuyarak görebilirsiniz zaten. Bunun yerine, Eternals filminde çizgi romanlardaki konseptlerin nasıl tekrar yorumlandığı, ne gibi ruhani örtüşmeler yakalayabileceğimiz ve nerelerden nasıl beslenildiği üzerine bir bakış atacağız.

Bu içeriği dilerseniz YouTube kanalımızdan video olarak da tüketebilirsiniz.

Öncelikle ben filmi beğendiğimi ifade edeyim. Öyle Marvel Studios’un en iyi işlerinden biri demiyorum elbette. Güçlü yanları var, zayıf yanları var. Her şeyden önce karakter odaklı bir film olduğunu söyleyebilirim. Yapım sürecinde yeşil ekran kullanmaktan olabildiğince imtina edilmeye çalışılarak gerçek mekanlarda çekimler yapıldığını biliyoruz. Yine de buna rağmen uzak plandan ziyade yakın plan açıları çok daha baskın. Mekanlar ise arka fon oluşturmak haricinde neredeyse hiç rol oynamıyorlar. Chloe Zhao’nun bu senenin başında Oscar kazanan filmi Nomadland’de de her ne kadar set tasarımları çok daha incelikli ve hatta yarı belgesel hüviyetiyle zaman zaman direkt gerçek hayattan olsa da bu sözünü ettiğim karakter odaklılık geçerliydi.

İki film arasındaki en büyük fark ise bana kalırsa Eternals’ın çok daha diyalog ağırlıklı bir senaryoya sahip olması. Bu da filmin Marvel Sinema Evreni’nin bir parçası olarak çok daha geniş kitlelere hitap etmeye çalışması sebebiyle gayet anlaşılır bir tercih. İzleyicinin sürekli karakterlerin ağzından duyacakları açıklamalarla aydınlatılması gerektiği varsayılıyor. Ama ne yazık ki bence filmin en büyük günahlarından biri de burada yatıyor. Diyaloglar alabildiğine özensiz ve basit, hep bir işimizi yapıp devam edelim havası mevcut. İşte bu konuda çizgi romanlarla üzücü bir kader ortaklığının olduğunu söyleyebilirim.  

Eternals, Jack Kirby’nin DC Comics’ten ayırılıp tekrar Marvel’a döndüğü 1976 yılında yazıp çizmeye başladığı serilerden biri. Çizgi romanlarda işlediği ne ilk mitolojik konsept ne de ilk saklı topluluk klişesi. Kirby’nin yaratılış ve uzak geçmişe dair kurgusal anlatılarla kendi mitolojisini yaratmaya yönelik ilk ciddi çabasını Thor dergisinin son sayfalarını ayırdığı Tales of Asgard öykülerinde görebilirsiniz. Daha sonrasında bu kısıtlı sayfalarda olgunlaştıramadığı fikirlerini 1970 senesinde DC’ye geçince yarattığı New Gods hikayelerinde kullanıyor. Eternals da Kirby’nin bu kez o yıllarda son derece popüler olan Tanrıların Arabaları kitabından da etkilenip bilim kurgu sosları katarak yarattığı bir diğer mitolojik konsept.

Şimdi şunun adını net bir şekilde koyalım, Jack Kirby Amerikan çizgi roman ekolünün en büyük sanatçısı. New Gods ve Eternals çizgi romanlarını da gönül rahatlığıyla tavsiye ederim, çok iyi işlerdir. Öte yandan Kirby’nin en değerli meyvelerini Stan Lee’yle ortak projelerinde verdiğini de kabul etmek gerek. İlgili Silver Age dönemi çizgi romanlarının büyük bir hayranı olarak benim bununla ilgili naçizane tespitim şöyle: Bu çizgi romanların üretim süreçlerinde Lee’nin senaryolara ne kadar katkı sunduğu, sorumluluğun ne kadarının Kirby’ye kaldığı bugün dahi tartışılan ve Marvel ofisinin o dönemki çalışma pratikleriyle beraber uzunca ele alınması gereken konular. Yine de şunu kesin olarak biliyoruz ki o çizgi romanlardaki konuşma balonlarının, anlatım kutucuklarının içini Stan Lee dolduruyordu. Bir çizgi romanın ortaya çıkış sürecini düşündüğümüzde bu tabii efor anlamında bütünün oldukça ufak bir parçası. Ama o yıllarda Marvel’dan çıkan onlarca farklı karakterin günümüze kadar taşınan bir popülerlik kazanmasının, kendi hayran kitlelerini bulmasının ve farklı noktalardan insanları yakalayabilmesinin pek de fark edilmeyen sırlarından biri Stan Lee’nin doldurduğu o konuşma balonlarında yatıyor aslında. Lee’nin yazdığı diyaloglarda her karaktere kendine özgü bir ses, tavır ve konuşma tarzı vermek amaçlı belirgin bir yaklaşımı vardı. Bunlar, 60 yılın ardından bugün bile Marvel kahramanlarının özünü oluşturuyor.

Jack Kirby, muhteşem çizimlerinin yanı sıra harika fikirler ve sağlam hikayecilik becerileriyle dolu bir adam. Ama Stan Lee’nin konuşma balonlarında karakterlere üflediği o ruh maalesef Kirby’nin diyaloglarında mevcut değil. Eternals gibi her adımını kendisinin yaptığı işlerde çoğu zaman eksik kalan da bu. Bu, yıllardır filmlerini izlediğimiz bazı Marvel kahramanlarının aksine Eternalları bugüne kadar bir uyarlamada görmememizin bir sebebi. Hoş, çizgi romanlarda öyle süper niş bir köşede durduklarını da o kadar düşünmüyorum ben, örneğin Blade daha niş bir yerdedir. Yani X-Men’i, Fantastic Four’u hiç kullanmadan 26. filme kadar gelen bir sinema evrenine artık dahil edilmesi söz konusu olabilecek karakterler bence. Ha, ama dahil olmuşken filmde niye evrenin merkezindeki olaylar zincirine göbekten ilişkilendirilmek konusunda bir çekingenlik vardı derseniz bunu yine çizgi romanlardan paralellik kurarak açıklayabiliriz sanıyorum.

Bahsini ettiğimiz 1976 tarihli ve 19 boyunca süren ilk Eternals serisi aslında ana evrene tam olarak dahil değil. İlk sayılarda bu konuda bir kararsızlık olduğunu görebilirsiniz, yani mesela SHIELD ajanları var ama daha önce gördüklerimizden değiller. Bunun dışında da Marvel Evreni’nden tanıdığımız bir karakter hiç karşımıza çıkmıyor, ama Thing’in bir noktada bahsi geçiyor. Daha sonraki sayılardaysa Kirby’nin net bir karara vardığını anlıyoruz ve Eternals’ın kesinlikle farklı bir evrende geçtiğini belirten birtakım sahneler oluyor.

Seri yalnızca 19 sayı sürüp arkada pek çok yarıda kalan olay örgüsü bıraktıktan bir iki yıl sonraysa o dönem Thor serisini yazan Roy Thomas, bu konsepti yerde bırakmak istemiyor ve işi Eternals en başından beri ana evrendeydiye getiriyor. Editör arkadaşları Ralph Macchio ve Mark Gruenwald’ın fikirlerini de alarak Celestialların Dünya’daki akıllı yaşam üzerindeki müdahalelerini ve Eternals’ın milyonlarca yıldır korudukları varlıklarını Thor mitleriyle de bağlayıp geçmişe yönelik birkaç dikiş atarak işlemi gerçekleştiriyor. Tabii bu dikişlerin hepsinin tutmayacağı aşikar, onu da birazdan detaylandıracağım ama filmde kahramanlarımız Marvel Evreni yapısı içinde biraz eğreti duruyorlarsa bu aslında çizgi romanlarda da biraz böyle. Belki de daha etkili olduğunu söyleyebileceğimiz bir diğer neden ise basitçe Eternals’ın 60’larda değil 70’lerde yaratılması, yani partiye geç kalmışlar.

Bu durumlardan ötürü hem genel konsept hem de karakterler bir sinema uyarlamasında tekrar yorumlanmaya biraz daha açık konumdalar. Ben özellikle filmde her bir karaktere ayrı bir temsiliyet verilmesini beğendim. Bu temsiliyete grup içi dinamiklerdeki rollerin ve güç setlerinin yanında elbette etnik ve cinsiyet bazlı olanlar da dahil. Şimdi bu diversity meselesine mega şirketlerin son yıllarda epeyce eğilmesinin samimiyeti geniş bir tartışma alanı, herkesin kendine göre bir değerlendirmesi var. Ama ben bu karakterleri yıllardır çizgi romanlarda okuyan birisi olarak değişiklikleri gayet olumlu karşıladım. Her ne kadar yaratılış doğalarında böyle bir gereklilik olmasa da uzun yıllar Dünya’nın her köşesinde farklı kültürleri etkilemiş bu karakterlerin bunu yansıtan bir etnik çeşitliliğe sahip olması son derece makul.

Aslında çizgi romanlarda da Eternalların içinde buna yakın örnekler yok değildi, sadece kapsamı epey genişletmişler. Örneğin Kumail Nanjiani’nin canlandırdığı Kingo karakteri evet Hint kökenli değildi, ama beyaz erkek de değildi, Japon görünümüne sahipti. Japon sinemasında samuray filmlerinde oynayan karizmatik bir abimizdi, şimdilerde Bollywood sineması daha popüler ve eğlenceli bir tercih olduğundan böyle bir değişikliğe gitmişler. Ha, bir de yanında Borat’ın ekürisi Azamat Bagatov’un Disney sansürüne uğramış versiyonunu gezdirmiyordu ama olsun. Bir de Druig, Rus kökeni barındıran bir karakterdi, onu niye değiştirmişler bilemedim. Görünüş anlamında orijinaline en sadık olan karakter herhalde Angelina Jolie’nin canlandırdığı Thena, bu vesileyle de Jolie’nin yüz hatlarının Kirby’nin çizdiği kadınlara ne kadar benzediğini fark etmiş oldum.

Bunların altını çizdik ama dediğim gibi karakterler üzerinde yapılan değişiklikler nasıl göründükleriyle sınırlı değil, kişilik özellikleri de tümüyle değişmiş. Bununla ilgili de genel çerçevede olumsuz bir yargım yok ama Sersi karakterinin içini bu kadar boşaltmalarına üzüldüm. Çizgi romanlardan bildiğimiz Sersi çok daha ilgi çekici bir karakter ve aslında yıllar içinde Avengers gibi farklı serilerde en çok kullanılan Eternal olduğu için yeniden yoruma belki de en az açık olan oydu.

Tabii bu Marvel uyarlamalarında yapılan değişiklikler konusunda madalyonun bir de diğer yüzü var ki o işte biraz can sıkıcı. Maalesef filmlerde yapılan değişikliklerin dönüp dolaşıp çizgi romanları etkilediğine çokça şahit oluyoruz. Yaptıkları işe güveni düşük Marvel editör ekibi “kaynak materyal sunan çizgi romanlarımızı onların uyarlaması olan filmlere benzetmeye çalışırsak belki üç beş okuyucu kazanırız” gibi garip bir kafa yapısına sahip. Bu dediğime net bir örnek vermek gerekirse zamanında Tobey Maguire’ın oynadığı Spider-Man filmlerinin etkisiyle saçma bir hikaye yazılmış ve filmin kararı çok doğruymuş gibi Peter Parker çizgi romanlarda da organik ağ üretme yeteneğine sahip olmuştu. Okur kitlesi hiç benimsemeyince birkaç yıl içinde bundan geri dönüldü ama ağızda iyi tat da bırakmadı. Daha yakın tarihli MCU filmlerinin de böylesine etkileri bolca oluyor. En basitinden Star-Lord’un zeka seviyesini Chris Pratt aptallığına çektiler be! Eternals da bu sene çıkan serisinde bundan yüzde yüz nasibini aldı, tüm karakterlerin görünüş ve cinsiyetleri filmle uyumlu olacak şekilde değiştirildi. Yine de bunlar nasılsa tekrar canlanma protokolleri olan ve dirilip dirilip gelen karakterler, bu sefer de böyle dönmüşler diye biraz yedim ben durumu. Beni pek bozmadı kısacası.

Karakterleri konuştuk, gelelim konseptin nasıl yeniden yorumlandığına. Yalnız bu noktadan itibaren filmle ilgili ciddi spoilerlar da devreye girecek belirteyim. Dediğim gibi Eternals’ın çizgi romanlarda ana evrene bağlanması noktasında tutmayan ve tutması imkansız bazı dikişler var. Bir kere Eternalların isimleri genelde Yunan panteonundan geliyor ve buna ilişkin onların geçmişte insanoğluna ilham olduğu noktalarda tanrılaştırıldıkları ve mitolojiyi besledikleri şeklinde bir anlatı var. Ama öte yandan Marvel evreninde Yunan tanrıları gerçekten de varlar, hatta Hercules gayet de popüler olan ve bu zamana kadar filminin yapılmamasına şaşırdığım bir karakter. Kirby’nin ardından konsepti evrene taşıyan Roy Thomas zamanında bu probleme işaret etmiş ve hatta Yunan tanrılarıyla Eternalları da karşı karşıya getirmiş, hakkını yemeyelim ama bu, “biz de farkındayız abi de işte” demekten çok farklı değil.

Celestialların Dünya gibi akıllı yaşam bulunduran gezegenlerle ilgili tasarrufu da aslında filmde gördüğümüzden farklı. Çizgi romanlarda bunlar evrimsel sürecin erken aşamalarında gelip Dünya’da genetik çalışmalar yapıyorlar ve ortak atadan üç farklı zeki yaşam formunun ortaya çıkmasına sebep oluyorlar: İnsanlar, Eternallar ve Deviantlar. Daha sonrasında çağlar içinde tekrar ziyaretlerde bulunarak da bu türlerin dengesinin nasıl ilerlediğini gözlemliyorlar ve nihayet bir noktada gezegenin devam etmeye değer olup olmadığına karar verip hesabını kesiyorlar. Tarihi baştan aşağı değiştirecek böyle bir anlatı ne kadar ilginç olsa da detaylı düşününce içinde çeşitli kaçınılmaz saçmalıklar barındırıyor. Bunlar çizgi romanlarda Marvel evreni tarihinde yazılmış onlarca farklı yaratılış anlatısı içinde yuvarlanıp gidiyorlar, hepsini bir kronolojiye oturtmak da imkansız ama meraklılarına yine de bu kronoloji işini deneyen bir çizgi roman önerebilirim. İsmiyle müsemma History of the Marvel Universe adında iki yıl önce çıkan altı sayılık bir mini seri var, ona bakabilirsiniz.

Konuya dönersek Eternals anlatısındaki absürtlükler için izlenebilecek iki yol var. İlki 2006 serisinde konsepte kendi yorumunu katan Neil Gaiman’ın yaptığı gibi akla gelebilecek tutarsızlıkların altını en baştan kendin çizip “bu da böyle” diyerek tamamını kucaklayıp olduğu gibi yola koyulmak, ikincisiyse bazı değişiklikler yaparak daha mantıklı bir çerçeveye taşımaya çalışmak. Film ikinci yolu izliyor ki anlaşılır. Ancak hikayeyle ilgili alınmış bir karar var ki ilk yol izlenip de oraya gelinse çok daha etkili olurdu diye düşünüyorum.

Film daha az soru doğuracağı ve konseptin sinema evrenine entegrasyonunu kolaylaştıracağı için Eternalları genetik müdahaleler sonucu Dünya’da ortaya çıkan bir tür yerine uzayda Celestiallar tarafından görev amaçlı bizzat yaratılan canlılar olarak sunuyor. Aynısı Deviantlar için de geçerli. Bu sayede hem insanoğlunun evrimi gibi toplara hiç girilmemiş oluyor hem de kahramanlarımız kafa karışıklığından uzak bir amaç tanımıyla geliyorlar. Neden daha önceki filmlerde yaşanan olaylara müdahale etmediklerini cevaplamak da biraz daha kolaylaşıyor.

İlk etapta elimizde böyle basit bir kurgu var ve bunun rahatlığıyla film, karakterlere bolca vakit ayırabiliyor. Gelgelelim bir noktadan sonra işler biraz çetrefilleşmeye başlıyor. Celestialların motivasyonları konusunda ketum kalınmaya devam edildikçe ben bir yerden sonra acaba Earth X mi yapacaklar diye beklemeye başladım ve nitekim yaptılar. Earth X nedir derseniz Alex Ross’un 1999 yılında yazdığı şahane bir çizgi roman. Hikaye, artık tüm insanlığın süper güçler edindiği alternatif bir gelecekte geçiyor ve sonlara doğru bu evrimsel sürecin en başındna itibaren Celestialların büyük planının bir parçası olduğunu, gezegenlerdeki baskın türleri gezegenlerini tehditlere karşı koruyabilecek hale getirmenin amaçlandığını öğreniyoruz. Celestialların bunu yapmalarının sebebiyse gezegenin çekirdeğine yerleştirdikleri Celestial embriyosu zamanı geldiğinde orayı yok ederek doğana kadar onu güvene almak. Earth X, bu denklemle Marvel evreninde meydana gelen tüm süper güçleri açıklayacak büyük bir tasarı sunuyor. Bu öykü hakkında çok daha detaylı bilgiler almak isterseniz Berk’in yazdığı kocaman bir Earth X özel dosyası sitemizde mevcut, bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Kısacası film, Celestials’ın gizli motivasyonuyla ilgili fikri buradan almış. Yine Dünya’yı yok ederek doğacağı günü bekleyen bir Celestial var. Ama primatlar üzerinde yapılan evrimsel deney olaylarına girilmeyerek kapsamı daha küçük tutmuşlar. Haliyle izleyici üzerindeki etkisi de o oranda küçük kalmış. Bu fikri kullanmaya karar vermişken ellerini korkak alıştırmayarak olduğu gibi uygulamaya karar verseler Eternals muhtemelen MCU’nun en çok konuşulan filmi olurdu.

Yeri gelmişken Dünya’da doğacak olan Celestial için seçilen Tiamut isminin de rastgele bir seçim olmadığını söyleyeyim. Earth X’in kurgusundaki alternatif gelecekle alakası yok ama Tiamut, Dünya gezegeniyle özel bir münasebeti olan bir varlık. Çizgi roman okurları olarak onu daha çok Dreaming Celestial ismiyle anıyoruz. Dreaming Celestial, türdeşleri tarafından uyutulup Dünya’ya hapsediliyor ve yarım milyon yıl süren bu uykusundan yakın bir tarihte uyanıyor. Dünya’yı gözlemleyerek geçirdiği bu zaman, ilk kez bir Celestial’ın duygular geliştirmeye başlamasına sebep oluyor ve hatta Tiamut, filme paralel bir şekilde bir noktada Eternals’ın oluşturduğu Uni-Mind’ın kendisini kontrol etmesine izin vererek onlara yardım ediyor. Filmde de Tiamut’la ilgili alttan alttan böyle romantik bir anlatının verilmesi benim çok hoşuma gitti.

Filmin çizgi romanlardan nasıl beslendiğine ilişkin anlatacaklarım bu kadardı ama son olarak tartışılan ve merak edilen bir iki konuya çok kısa değinmek istiyorum. İlk olarak şu noktaya kadar verdiğim örneklerden de anlaşılabileceği gibi iyi bir Eternals hikayesi yazmak için Thanos’a ihtiyacınız yok. Evet, Thanos da Eternals ırkının bir üyesi ve hatta en popüler üyesi. Ama bu sonradan kurulmuş bir bağlantı olduğu için Eternals’ın önemli hikayelerinde çok da bir yeri yoktur.

İkinci olarak da filmde ikisini sürpriz bir şekilde gördüğümüz ve belli ki bundan sonra çokça konuşacağımız üç karakter vardı: Black Knight, Starfox ve Pip the Troll. Black Knight, çizgi romanlarda en uzun süre Avengers üyeliği yapmış kahramanlardan biri ve kendisiyle ilgili önemli hikayelerin çoğu bu Avengers sayılarında geçer, Sersi’yle olan aşk geçmişi de her iki karakterin de Avengers’ta olduğu sayılara dayanır. Starfox da Thanos’un kardeşi olarak kozmik öykülerde yer bulmasının yanında kayda değer bir süre Avengers ekibinde yer almıştır. Bu vesileyle hem Black Knight’ın, hem Starfox’un, hem de WandaVision dizisinde kahramanlık kariyerine başlayan Monica Rambeau’nun aynı anda ekipte olduğu Roger Stern’ün Avengers dönemini sizlere önereyim. Avengers serisinin yayın hayatındaki en iyi dönemlerden biridir. Pip the Troll’üyse çok yüksek ihtimalle yeni Guardians of the Galaxy filminde görürüz, zira filmde Adam Warlock’un da olacağını artık biliyoruz ve Pip’in yeri genelde Adam Warlock’un yanıdır.

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Başka yazılarda görüşmek üzere.