DC Comics İncelemeleri - DC Tarihi

Justice League (2018) # 1 – 39

DC Comics’te, 2016 yılında başlayan Rebirth döneminin en büyük hayal kırıklıklarından bir tanesi, Justice League dergisi olmuştu. Normal şartlarda şirketin en önemli ve en heyecan verici serisi olması gereken Justice League, Rebirth kapsamında fazla merak uyandırmayan bir başlangıç yaptı ve bundan sonra da bir türlü toparlanamadı.

Serinin gidişatı olumsuz bir şekilde devam ederken, DC Comics’in farklı hikaye yapıları ve yazar değişiklikleri denemeleri de çok olumlu bir sonuç vermedi. Yayınevi de, bundan sonra daha büyük bir karar alıp, seride ikinci bir sıfırlamaya gitti. 2018’de tekrar birinci sayıdan başlatılan seride, yazarlık görevi bu sefer DC Comics’in en önemli yazarlarından birine, Scott Snyder’a verildi.

Daha önceki serinin farklı hikayelere, ufak çaplı olaylara, Justice League içindeki bireylere, hatta yer yer tek sayılık öykülere yoğunlaşmak gibi bir kurgusu vardı. Scott Snyder ise, bu yapıdan tamamen vazgeçip, Justice League’i belki de olması gerektiği gibi kurgulamaya başladı: Snyder’ın JL serisi, başlangıcından itibaren DC Evreni’nde yaşanan büyük olaylara bağlandı ve tüm evren çapında çok ciddi sonuçları olacak değişiklikler yaratmaya başladı.

Justice League ve DC Tarihi

Biliyorsunuz, DC Tarihi ve Marvel Tarihi gibi özel dosyalarımız, genellikle bu yayınevlerinin yayımladığı event hikayelerini konu alıyor.

Ancak bazı durumlarda, Justice League ve Avengers gibi seriler, bu hikayelerin arka planını oluşturan, bu hikayelere zemin hazırlayan mecralar olarak kullanılabiliyor. Bunun son yıllardaki en güzel örneği, Jonathan Hickman’ın Secret Wars hikayesine bağlanan Avengers – New Avengers yazarlık süreçleri.

Scott Snyder’ın Justice League serisindeki durum da, neredeyse birebir olarak bu durumu çağrıştırıyor. Hatta Hickman’ın Avengers dönemini okumuş olanlar için, şu rahatlıkla söylenebilir. Marvel’da Hickman’ın Avengers – New Avengers süreci Secret Wars hikayesi için ne ifade ediyorsa, Snyder’ın Justice League serisi de bir sonraki büyük hikaye Death Metal için aynen onu ifade ediyor.

Burada benzetmeyi bir adım daha öteye götürüp, Snyder’ın Hickman’dan ilham aldığını söylememiz de mümkün – ama işi anlamsız bir Marvel – DC – “Kopya” üçgenine çekme ihtimaline karşın, Hickman’ın Avengers serisindeki kurgunun da çok özgün bir kurgu olmadığını, DC Comics tarihinin belki de en büyük hikayesi olan Crisis on Infinite Earths’ten epeyce esinlendiğini hatırlamak gerekiyor.

Snyder, Justice League serisinde birinci sayıdan itibaren bütün DC Evreni’ni, hatta DC Multiverse’ini etkileyen bir hikaye anlatmaya başlıyor. Bu nedenle, Death Metal’i anlamak için, Snyder’ın JL serisinde olup bitenleri anlamak şart.

Justice League’den Önce Bilmeniz Gerekenler

Çizgi roman şirketlerinin büyük hikayelerinin bir zincire benzediğini sık sık vurguluyorum. Justice League serisi de, bu zincirin halkalarından bir tanesi. Sonrasında Death Metal geliyor, ama bu hikayeye giden yolu anlamak için, tabi ki işin öncesini, spesifik olarak Metal gibi serilerde neler olup bittiğini de bilmeniz gerekiyor.

Bu noktada, sahip olmanız gereken en temel bilgi, DC Multiverse’ünün en temel yapı taşlarından biri olan Source Wall’un yıkılmış olduğu gerçeği. Source Wall, DC Comics’in mitolojisinde önemli bir yer tutan, tüm varlığı, bu varlığın dışında yer alan korkunç şeylerden koruyan önemli bir unsur.

Metal serisinin finalinde, Source Wall’da bir çatlak meydana geliyor ve Justice League serisi de temel olarak Source Wall’un yıkılmasının yarattığı sonuçlarla uğraşıyor. Hatta, kırk sayılık bir seriyi burada gerçek anlamda, sayfa sayfa özetleyemeyeceğimizi düşünerek işi biraz daha kısaltalım: Seride Source Wall’ı tekrar onarmak için farklı girişimler de yapılıyor, ama günün sonunda bu konuda bir başarı elde edilemiyor.

Starman, Source Wall’u onarma çabaları için önemli bir karakter

Source Wall’un Korudukları: Perpetua ve Lex Luthor

Yaklaşık kırk sayılık bu süreç içinde, bilmeniz gereken çok temel üç mesele var.

Birincisi, yıllardır DC Evreni’ni bilinmeyen, akla hayale gelmeyecek tehlikelerden koruduğunu düşündüğümüz Source Wall’un aslında, DC Evreni’ni tek bir varlıktan, Perpetua’dan koruduğu ortaya çıkıyor.

Basit tabirle, Perpetua Snyder’ın Justice League serisinin “büyük kötüsü”. Bu nedenle karakterin geçmişini ve tam olarak ne olduğunu bilmek önemli. Perpetua ile ilgili daha fazla bilgi almak için, yazıya devam etmeden bu profile göz atmanızı tavsiye ederim:

DC Evreni’nin Yeni Büyük Kötüsü – Perpetua

Yazıyı okumak istemeyenler için kısa özet şu şekilde: Perpetua, DC Multiverse’ünü yaratan kişi. Monitor, Anti – Monitor ve World Forger gibi varlıkların “annesi” – ve doğası gereği kötü bir varlık. DC Multiverse dediğimiz olguyu da aslında “kötü” olması için yaratıyor, ama daha sonra “oğulları” tarafından alt edilerek hapsediliyor.

İkincisi, DC Comics’in en önemli kötü karakterlerinden biri olan Lex Luthor, Perpetua’nın varlığını ve evrenin yapısı içindeki konumunu öğrendikten sonra, onun hizmetine giriyor. Perpetua tarafından daha kozmik, daha tehlikeli bir canlıya dönüştürülen Lex Luthor, seri boyunca Justice League’in asıl uğraştığı kötü adam oluyor.

Bir başka deyişle, ana kötü karakter Perpetua, ama onun tam gücüne ulaşmasını sağlamaya çalışan, onun sağ kolu haline gelen Lex Luthor daha çok karşımıza çıkıyor.

Üçüncüsü, Source Wall’un bizi Perpetua ile birlikte, Perpetua’nın evreni yaratırken kullandığı bazı kötü “güçlerden” de koruduğu anlaşılıyor. DC Evreni’ndek Speed Force, Emotional Spectrum gibi güçlerin karşına, Still Force, Ultraviolet Spectrum gibi olgular ekleniyor ve bunlar da seri içinde önemli rol oynuyor. Bu kavramlar hakkında daha fazla bilgi için, bu yazıya da göz atabilirsiniz, ama buradaki bilgiler Perpetua yazısındakiler kadar önemli değil:

DC Evreni’nin “Temel Güçleri”

İki Eksen: Lex Luthor ve Martian Manhunter

Tahmin edebileceğiniz gibi, yaklaşık kırk sayılık bir hikaye kurgusunda (ki serinin Wonder Woman / Aquaman gibi serilerle crossover hikayelere yayıldığı noktalar da var) iş çoğu zaman birkaç farklı koldan ilerliyor.

Ancak merkeze koyabileceğimiz bazı temel unsurlar var.

DC Evreni’ndeki tüm “kötü karakterleri” kendi büyük gayesi için çalışmaya ikna eden Lex Luthor, yeni bir Legion of Doom ekibiyle Perpetua’ya hizmet etmeye, onu hapis tutulduğu yerden çıkarıp tam potansiyeline ulaştırmaya çalışıyor.

Yeri gelmişken, burada duymuş olabileceğiniz iki önemli çizgi roman etiketini de açıklamakta fayda var.

Birincisi, Justice League serisi kendi içinde iki farklı seri yapısını takip ediyor. İlk yapıda elbette Justice League ekibini, ikinci yapıda ise Lex Luthor ve Legion of Doom’u takip ediyoruz. Aşağıdaki kapakta görebileceğiniz gibi, belli sayılar doğrudan Legion of Doom “üst başlığı” ile sunuluyor. Bu sayılar da Scott Snyder tarafından değil, James Tynion tarafından yazılıyor.

İkincisi, DC Comics ile ilgili haberleri takip ediyorsanız adını mutlaka duymuş olacağınız Year of the Villain konsepti de buradan çıkıyor. Perpetua’nın desteğini alan Lex Luthor, kendisini ölmüş gibi gösterip tuhaf bir varlığa dönüşürken, DC Evreni’nin diğer kötülerine kendisine katılmaları yönünde bir “teklif” yapıyor – ki çoğu da bu teklifi kabul ediyor.

Peki – Luthor’un dönüştüğü bu tuhaf şey ne?

Bu da bizi serinin ikinci eksenine ve bir başka önemli karakteri Martian Manhunter’a getiriyor.

Yukarıda, Perpetua’nın DC Multiverse’ünü yaratan kişi olduğunu söylemiştik. Bu çoklu-evreni yarattıktan sonra, Perpetua Dünya gezegeninden gelen insanlarla, Mars’tan gelen insanların fizyolojisini bir araya getirerek yeni ve süper güçlü bir ırk yaratabildiğini keşfediyor. Bu ırka da, Apex Predator adını veriyor.

Tabi Perpetua’nın zamanın başlangıcından önce bir ordu olarak kullandığı bu Apex Predator ırkı, onun yenilmesi ile bir süreliğine unutuluyor. İlginçtir, Lex Luthor’un babası, Lex’in çocukluk yıllarında Marslılar üzerinde bir takım deneyler yapıyor, hatta ele geçirdiği Marslı bir çocuk üzerinde yaptığı deneyler sayesinde, bu unutulmuş sırrı çözmeye yaklaşıyor.

Eh, bu kadar anlattıktan sonra, bu Marslı çocuk Martian Manhunter’dan başkası çıksa herhalde hepimiz şaşırırdık. Evet – Snyder’ın Justice League serisinin DC mitolojisine eklediği bir başka nokta da, Martian Manhunter ile Lex Luthor’un çocukluk arkadaşı olduğu gerçeği.

Bu bağlantı, serinin genel gidişatı açısından iki noktada çok büyük önem kazanıyor.

Apex Lex

Birincisi, serinin yirmi sekizinci sayısında, artık tamamen Apex Predator formuna ulaşmış olan Lex Luthor, Martian Manhunter’ı öldürüyor.

İkincisi, serinin son hikayesinde, Martian Manhunter yeniden hayata dönüyor. Hikaye içinde çok önemli roller oynayan, hatta bir ara Martian Manhunter’ın intikamını almak için Lex Luthor’a saldırarak Source Wall’u tamir edebilecek bir planı bozan Hawkgirl, oğlunun kendini feda etmesi sayesinde Martian Manhunter’ın geri dönüşüne de vesile oluyor.

Martian Manhunter’ın geri dönüşü de, bizi Justice League serisinin doruk noktasına, “Justice” ve “Doom” arasındaki nihai savaşa getiriyor.

Asıl Bilmeniz Gereken Şey: Mutsuz Son…

Normalde, süper kahraman hikayelerinde beklediğimiz final, iyi karakterlerin kötü karakterleri yenmesi etrafına şekillenir. Muhtemelen asıl final Death Metal serisinde yaşanacağı için, bu serinin sonunda beklentilerimiz karşılanmıyor.

Lex Luthor ve Perpetua önderliğindeki “Doom” güçleri, Justice League ekibine karşı savaşıyor. Malum, DC Comics’te son yıllarda bir “Asıl önemli olan inançtır, hikayelerdir, ne ifade ettiğimizdir…” gibi bir romantizm var. JL serisinin finali de, Martian Manhunter’ın geri dönüşüyle bu romantizme bağlanıyor. Martian Manhunter, dünyadaki tüm insanların zihnini Justice League ekibiyle birleştirip, onlara “inanç” aşılamaya çalışıyor – ancak buna rağmen, Perpetua ve Luthor’un gücü üstün geliyor.

Evet, kısa bir süre için Luthor alt edilmiş gibi gözükse de, sonunda Perpetua kazanıyor ve Justice League’i varlıktan siliyor…

… ama tam olarak değil!

Justice League, son anda, Quintessence adı verilen ve DC Çoklu-evreninin en güçlü varlıklarından oluşan bir grup tarafından kurtarılıyor. Evrenin dışında, kostümleri olmadan, tuhaf bir durumda kalan Justice League üyeleri, onların motivasyonuyla, son bir savaş için hazırlanıyor ve Snyder’ın JL serisi, aşağıda gördüğünüz bu panelle sona eriyor…

DC Tarihi’ne Devam Ederken

Evet – kırk sayılık Justice League serisinin yüzeysel bir özetini, belli noktalarda kısa yorumlarını ve ana özetini okuduk… O halde, asıl hikayeye, Death Metal’e hazırız, öyle değil mi?

Maalesef hayır.

Ufak da olsa, Justice League ile Death Metal arasında zincirin bir halkası daha var, dört sayılık Year of the Villain: Hell Arisen serisi. Death Metal’i gerçek anlamda takip edebilmek için, bu seriyi okumuş olmak da şart, çünkü JL serisinden sonra, burada da statüko ciddi anlamda değişiyor.

Bu serinin de kısa bir incelemesi, yakın zamanda sitemizde olacak.