DC Comics İncelemeleri - DC Tarihi

Event Leviathan

DC Comics özellikle 2019 yılının ikinci yarısında tam olarak “event” şeklinde tanımlanamayacak, ama yine de büyük önem taşıyan mini-seriler yayımlıyor. Yazar Brian Michael Bendis ile çizer Alex Maleev’i tekrar bir araya getiren Event Leviathan bu serilere iyi bir örnek.

Event Leviathan, Marvel ve DC’de görmeye alışık olduğumuz, büyük çaplı casusluk organizasyonlarını merkeze koyan bir hikaye. Ancak ARGUS veya SHIELD ifadelerini gördüğünüzde aklınızda canlanabilecek eserlerin aksine, Event Leviathan’da mesele bütün bu örgütlerin ortadan kaldırılması fikri üzerine kuruluyor.

Serinin ilk anlarında, başta ARGUS olmak üzere DC Dünyası’nda yer alan başlıca gizli örgütler yok ediliyor ve Argus’un lideri Amanda Waller kaçırılıyor.

Leviathan

Brian Michael Bendis ve Alex Maleev, bu kurguyu bir dedektif hikayesi olarak ele alıyor. Seri başladığında bu gizli örgütlerin akıbetini biliyoruz, ama bunların yok edilmesinden kimin sorumlu olduğunu bilmiyoruz.

Gerçi bu cümleyi biraz daha dikkatli kurmak lazım.

Hikayenin başından itibaren, diğer gizli organizasyonları ortadan kaldıranın Leviathan isimli farklı bir örgüt olduğu biliniyor.

Leviathan, DC Comics çizgi romanlarında görece yeni yaratılmış bir ekip ve Talia al Ghul’un babası Ra’s al Ghul’dan bağımsız bir organizasyonu yönetme fikriyle ortaya çıkıyor. Ancak, özellikle son dönemin arka planda kalan serilerinden Silencer‘ı okuyanların hatırlayacağı gibi, Leviathan içinde bir güç mücadelesi başlıyor ve örgütün önde gelen üyeleri arasında Talia’nın yerini almak için bir çekişme yaşanıyor.

Bu nedenle, aslında bu örgütleri kimin yok ettiği ile ilgili bir soru işareti yok.

Event Leviathan’a geldiğimizde diğer gizli örgütleri yok edenin Leviathan olduğunu biliyoruz. Asıl sır, Leviathan’ın başında şu an kimin olduğu sorusunda yatıyor. Seri boyunca kendisi de doğrudan Leviathan olarak adlandırılan bu gizemli liderin kimliği temel soru olarak merkezde kalıyor, hatta bir noktadan sonra Talia al Ghul da kahramanların yanında yer alarak bu gizemi çözmeye çalışıyor.

Dedektifler

Mesele bir dedektif hikayesi olarak ele alınırken, hikayenin ana karakterlerinin de “dedektif” kimliği öne çıkartılan süper kahramanlar olması tabi pek şaşırtıcı bir durum değil.

Serinin başında, bu gizemi çözmeye çalışan karakterler Batman, Green Arrow, The Question ve Lois Lane gibi süper gücü olmayan kişiler oluyor.

Bütün bu karakterler arasında, Lois Lane’e biraz özel yer ayırmak lazım.

Öncelikle, Superman serinin ikinci yarısından itibaren yoğun olarak karşımıza çıkıyor, ancak serinin ilk bölümünde uzayda olduğu için, Leviathan’ın bu ani vurgunundan habersiz kalıyor. Hatta hikaye ilerledikçe, Leviathan’ın bu saldırıyı bilinçli olarak Superman’in dünyada olmadığı bir ana denk getirdiği anlaşılıyor.

Superman’in yokluğunda, Lois Lane’in bu hikayeye nasıl ve neden bağlandığı sorusu, Event Leviathan’ın merkezindeki önemli meselelerden bir tanesi. Bu yazı kapsamında okuma keyfinzi kaçıracak kadar fazla spoiler vermek istemiyorum – bu nedenle bunun oldukça mantıklı bir sebebi olduğunu ve hikaye boyunca bu konu üzerinde epey durulduğunu söyleyerek bırakacağım.

Lois Lane bu seride karşımıza oldukça etkili bir figür olarak çıkıyor, ama Event Leviathan’ın DC Evreni üzerindeki etkilerini en ağır yaşayan karakterlerden bir tanesi de o oluyor.

Süper Kahraman Çizgi Romanlarında Gizemli Suçlular

Tabi spoiler vererek keyfinizi kaçırmayacağım bir önemli nokta da Leviathan’ın kimliğiyle alakalı. Ancak yazıda biraz anlamlı şeyler söylemek için, bu konuya az da olsa temas etmek gerekiyor.

Event Leviathan, kurgu bakımından klasik bir dedektif hikayesi olarak devam ediyor: Deyim yerindeyse, “cinayet” ilk sayıda işleniyor, “katil” son sayıda bulunuyor. Bendis ve Maleev’in burada çok deneysel bir üslubu veya tür bakımından aldığı bir risk yok.

Ama elbette, böyle hikayeler süper kahraman çizgi romanlarında doğaları gereği riskli ve okuyucu tepkisine açık hikayeler.

Süper kahraman hikayelerine uyarlamadan önce, genel olarak bu türü düşünelim.

Belli bir başarı elde etmiş geleneksel dedektif eserlerinin neredeyse tümünde, katil tanıdığımız bir karakter çıkar. Polisiye eserlerin esprisi, katilin başından beri tanıdığımız, gözümüzün önünde olan, ama fazla şüphelenmediğimiz birisi olmasında yatar. Atıyorum, bir polisiye filmin sonunda, katilin cinayeti işledikten hemen sonra şehir dışına çıkıp hiç gözükmeyen Mr. Smith adlı bir adam olduğu açıklansa, bu muhtemelen filmin izleyici için bir hayal kırıklığı olması anlamına gelecektir.

Süper kahraman çizgi romanlarında da bu durum benzer, ama biraz daha yoğun bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Altı sayılık önemli bir mini seri hazırlayıp, merak unsurunu “Leviathan kim?” sorusu üzerine kurduğunuzda, yazar olarak tercih edebileceğiniz birkaç yol var.

Bunlardan bir tanesi, Leviathan’ı gerçekten tamamen yeni bir karakter olarak kurgulamak. Fakat süper kahraman evrenleri açısından düşündüğünüzde, bu aslında bir gizem yaratmıyor. Okuyucuların yüzlerce karakter tanıdığı bir evrende, “Katil kim?” sorusunu bu kadar gündeme getirip, onun yeni bir karakter olduğunu söylediğiniz zaman, aslında bu bir “gizem” olmaktan çıkıp, bir “yenilik” haline geliyor.

İkinci bir yol, kimsenin şüphelenmeyeceği, büyük bir karakteri kullanmak. Burada da çok bariz bir sorun yatıyor: Yüzlerce hikayesi yayımlanmış karakterler, bu kadar eser boyunca kimseye şüphelenmek için bir sebep vermediyse, bunun altı sayılık bir hikayede değiştirilmesi ciddi bir risk anlamına geliyor. Okuyucuların asla böyle bir şey yapmayacağını düşüneceği karakterleri “katil” olarak konumlandırmak, büyük okur tepkilerine sebep olabiliyor. Bana inanmıyorsanız, son dönemde tam olarak bu tanımladığımı yapan Heroes in Crisis hikayesinin aldığı okur tepkilerine göz atabilirsiniz.

Üçüncü yol, yine tanınmış, ve insanların şüphelenmek için sebepleri olan karakterleri kullanmaktan geçiyor. Tabi en ufak göndermelerin, en uzak bağlantıların bile onlarca sitede “teoriler” olarak değerlendirildiği bir dünyada, hem bunu yapıp, hem de okuyucuları meraklandırmak pek mümkün değil. Event Leviathan’ı zaten okumuş olanlar, tüm dedektiflerin ortak şekilde şüphelendiği karakteri ve bu şüphelerin nasıl yanlış çıktığını hatırlayacaktır, bu da yaratıcı ekibin bu ihtimali kullanmayı tercih etmediğinin açık bir göstergesi zaten.

Tercihinize göre “riskli” veya “mantıksız” olarak adlandırabileceğiniz bu seçenekleri çıkarttığınızda, aslında geriye yapabileceğiniz çok fazla şey kalmıyor. Yine de, ne yapılmadığını bu kadar uzun uzadıya açıkladıktan sonra ne yapıldığını da anlatmak okuma zevki açısından riskli olabilir, o yüzden bu konuyu Event Leviathan kapsamında daha fazla değerlendirmeden devam ediyorum.

 Güçlü Görsellik / Zayıf Noktalar

Event Leviathan’dan bahsederken mutlaka dile getirilmesi gereken bir nokta da son yılların önemli ortaklıklarından Bendis – Maleev ikilisini yeniden buluşturuyor olması. Alex Maleev oldukça tanınmış ve başarılı bir çizer, bu yüzden eserin görsel boyutunun da çok güçlü olması sürpriz değil.

Maleev’in karanlık, hatta biraz bunaltıcı çizimleri “sokak seviyesi” karakterlerle, süper güçleri olmayan gerçekçi figürlerle oldukça uyumlu. Burada da konunun bu yapıya uyduğunu düşünürseniz, Maleev’in çizim tarzı eseri ayrı bir boyuta taşıyor.

Yaratıcı ekibin arasındaki bu uyum ve hikayenin genel anlamda akıcı bir şekilde ilerlemesinin ötesinde, oluşturulan görsel anlatıda çeşitli deneysel kullanımlar da var. Yukarıda bahsettiğim “olağan şüpheli” ile diğer karakterler arasındaki dövüş sahnesinin aktarılışı veya aşağıda görebileceğiniz panel yapısı, çizgi romanın görsel boyutunun anlatılan hikayeye göre biraz daha ön plana çıkmasına sebep oluyor.

Benim bu seriyle ilgili yapacağım temel eleştiri ise finalle, daha doğrusu finalin final niteliği taşımaması ile alakalı.

Öncelikle şunu söyleyeyim – herhangi bir serinin daha fazla olaya yol açmasıyla, veya bir seride yaşanan olayların farklı hikayelerde tamamlanmasıyla herhangi bir sorunum yok. Örneğin Infinity Wars’dan önce bu seriye giriş olarak Infinity Countdown gibi bir hikaye çıkmasıyla veya Trinity War‘un Forever Evil’a bağlanamsı benim için sorun değil.

Fakat bunlar olay odaklı, kendi içinde devamı olacağı bilinen, Marvel – DC Evrenlerinin “event zincirinde” birer halka olarak planlanmış hikayeler.

Event Leviathan gibi doğrudan “mini-seri” olarak tanımlanan hikayelerde ise, belki de en çekici olan fikir biraz olsun bu “zincirin” dışına çıkabilmek, hikayeleri hiçbir zaman bitmeyen kahramanların dünyasında bir başlangıcı, ortası ve finali olan anlatılar okuyabilmek.

Bu serinin finali ise, elbette Leviathan’ın kimliğini göstermek açısından bir final teşkil etse de, hikayenin vardığı nokta açısından fazla bir anlam taşımıyor. Üstelik, yukarıdaki örneklerin aksine, seri bir “event zinciri” içinde de yer almıyor, doğrudan Superman odaklı Action Comics serisine bağlanıyor.

Bu durumda da, bence Event Leviathan’ın bir “mini-seri” olarak konumlandırılması bana pek mantıklı gelmiyor. Benzer bir durum, yine DC Comics’te aynı mantıkla değerlendirebileceğimiz Batman who Laughs için de geçerli.

Bu nedenle, Event Leviathan’ı okumaya karar verirseniz bunun kendi içinde okunup bitirilebilecek bir seri olmadığını bilerek başlamanız önemli.

Özetle...
[columns size="1/3" last="false"]

DC Comics'i Düzenli Olarak Takip Edenler İçin

Event Leviathan, DC Evreni'nde yeni bir yapı yaratan, ama işin ucunu açık bırakan bir seri. 

[/columns] [columns size="2/3" last="true"] Sevebilirsiniz...

Bendis'in DC Comics'te yaptığı işleri okuyorsanız

Çizgi roman evrenlerinin gizli casus örgütlerine farklı bir bakış ilginizi çekiyorsa


Sevmeyebilirsiniz...

DC Comics çizgi romanlarına genel olarak aşina değilseniz

"Düzenli olarak DC Comics takip etmeden rahatça okuyabileceğim altı sayılık bir seri!" diye düşünüyorsanız. Event Leviathan buna uygun bir eser gibi gözüküyor, ama değil.

  [/columns]
İnceleme sistemimiz hakkında daha fazlası için tıklayın!