Bağımsız Çizgi Roman İncelemeleri

Monstress

Image Comics’in son dönemlerde ses getiren çizgi romanları arasında Marjorie Liu ve Sana Takeda ortaklığında yaratılan Monstress çizgi romanı da yer alıyor. 2018 yılının Eisner Ödülleri’nde – deyim yerindeyse – ödülleri silip süpüren Monstress, bir sene içinde tam beş Eisner Ödülü’ne layık görülmüş enteresan bir çizgi roman serisi.

Benim bu yazıyı yazdığım tarihte, Monstress’ın 24 sayısı ve üç cildi bulunuyor. 19. sayıdan 24. sayıya kadar olan süreci kapsayacak dördüncü cilt de önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak.

Monstress’ın kazandığı Eisner Ödülleri etrafında daha “rahat” bir Monstress incelemesi için AltEvren – Türkçe Çizgi Roman Podcasti’nin aşağıdaki bölümünü de kullanabilirsiniz.

Listen to “7 – Monstress” on Spreaker.

Monstress – Yeni Bir Dünyaya Hoşgeldiniz

Monstress tür bakımından sınıflandırması çok zor bir eser değil. Çeşitli alt türler ile birlikte düşünüldüğünde bu tartışma biraz daha karmaşık hale getirilebilir, ama özünde, Monstress “fantastik kurgu” türüne dahil edebileceğimiz bir çizgi roman.

Fantastik kurgu eserleri, atmosferin yaratılışına göre genellikle ikiye ayrılıyor.

İngilizce “Low Fantasy” olarak tanımlanan eserler, genellikle bildiğimiz dünyada geçen, “gerçek” dünyaya fantastik boyutlar ekleyen anlatılar sunuyor. Bunlar arasında sanırım en meşhur örnek Harry Potter serisi: Hikayenin merkezinde İngiltere var, hikaye İngiltere’de, oldukça sıradan bir mahallede başlıyor, ama bu “sıradan” atmosferin içinde yavaş yavaş keşfettiğimiz büyülü bir dünya bulunuyor.

Bu türün karşısında ise, “High Fantasy” eserler yer alıyor. Bunlar – Lord of the Rings veya A Song of Ice and Fire gibi – bizi tamamen farklı “dünyalara”, bizim dünyamızdan büyük ölçüde bağımsız farklı gerçekliklere götürüyor.

Bu – özellikle fantastik eserleri tanıtırken – oldukça faydalı bir ayrım. Ancak bence bir ayrıma daha ihtiyaç var. Fantastik edebiyat görece daha modern bir tür olduğu için, bu türün kökenlerini incelemek çok zor değil. Eğer tüm mitolojik boyutlarına kadar inmezseniz, fantastik edebiyatın ortaya çıkışı ve popülerleşmesi Tolkien’e dayanıyor.

High Fantasy eserlerinde çok ciddi bir Tolkien etkisinden söz edebiliyoruz. Doğrudan Orta Dünya’yla alakası olmayan, fakat elfler, cüceler, orc’lar gibi ögeleri kullanan onlarca fantastik eser var. Bunlar sadece edebiyat ve çizgi romanda değil, filmlerde, dizilerde, oyunlarda da karşımıza çıkabiliyor.

Maika ve Zinn – Monstress’ın iki ana karakteri

Bu nedenle, High Fantasy türüne dahil edebileceğimiz eserleri de Tolkien’den ilham alanlar ve daha bağımsız, daha özgün evrenler yaratanlar olarak ikiye ayırmak mümkün. İlk türden bir eser okuduğunuzda, daha önce o fantastik evrenle ilgili herhangi bir şey okumamış olsanız bile, Tolkien’i ve türevlerini tanıyorsanız belli bir aşinalık hissedebiliyorsunuz. Diğer türe dahil edeceğimiz eserlerde ise konu alınan evreni ve dünyayı tanımanız biraz daha vakit alabiliyor.

Monstress Tolkien-vari kurgulardan büyük ölçüde bağımsız bir high-fantasy eseri. Serinin yaratıcı ekibi Marjorie Liu ve Sana Takeda okuyucuyu yepyeni bir dünyayla tanıştırıyor.

 Monstress’ın Dünyası

Dürüst konuşmak gerekirse genel okur kitlesi için Monstress’ı sevip sevmemek, yaratılan bu yeni dünyayı sevip sevmemekle büyük ölçüde eş anlamlı.

Monstress ile ilgili verebileceğim okuma tavsiyesi aslında çok basit. Serinin ilk sayısı, bu evreni okuyuculara yakından tanıtmak için normal bir fasiküle göre biraz daha uzun tutulmuş. İlk sayıyı okuduktan sonra seri hoşunuza gidiyorsa bence Monstress’ı genel olarak beğenmeniz çok olası. Ama – yine şahsi fikrime göre – bu zaman vermeniz gereken, okudukça açılan, ilerleyen sayılarda keyif vermeye başlayan seri yapısından uzak. İlk sayıda tanıtılan evrenin hiçbir boyutu ilginizi çekmiyorsa, daha sonraki sayıların da sizi yakalaması pek muhtemel değil.

Monstress’ı beğenip beğenmemek, büyük ölçüde bu hikayenin yarattığı dünyaya ilgi duymakla alakalı

Monstress’ın içinde geçtiği dünya, İnsanlar ile Arcanics adı verilen bir ırkın savaşını konu alıyor.

Bu dünyada şu ana kadar net bir şekilde tanıştığımız beş ırk var. İnsanları özel olarak anlatmaya gerek yok. İkinci önemli ırk, Ancients insansı özellikler taşıyan ve doğaüstü güçlere sahip hayvanlardan oluşuyor. Bu ikisinin bir melezi olarak ortaya çıkan, ancak kendi içlerinde de üreyebildikleri için ayrı bir ırk olarak değerlendirilen Arcanics ise üçüncü ırkı oluşturuyor.

Monstress’ın kedileri

Marjorie Liu ile Sana Takeda’nın evrene ekledikleri dördüncü ırk, beklediğinizden biraz daha farklı bir şekilde karşınıza çıkacak kediler oluyor. Bu dünyanın kedileri, birden fazla kuyruğu olan ve tam olarak kime hizmet ettikleri ve neyi amaçladıkları belli olmayan bir grup olarak tanımlanabilir

Son ırk olarak, bir de hikaye içinde önemli rol oynayan Old Gods isimli, canavarımsı görünümlü bir ırk var. Zamanında oldukça güçlü olan fakat Ancients ırkı tarafından yenilerek etkilerini kaybeden bu ırkın üyeleri, aynı zamanda Monstrum olarak da biliniyor ve hala büyük bir güç taşıyor. Ancients ile yaşadıkları savaş sonrasında, eski tanrıların bu diyarı terk ettiği düşünülüyor.

Maika ve Ana Karakterler

Hikayemizin seri boyunca değişmeyen ana karakteri, Maika Halfwolf isimli genç bir Arcanic. Maika’nın geçmişi, özellikle de ilk sayılarda, oldukça gizli tutuluyor. Ancak zamanla, onun içinde Old Gods ırkından bir “canavar” taşıdığını, açlığını bastırmak için bu canavarı sık sık “beslemesi” gerektiğini ve bu canavar sayesinde büyük güçler kazandığını öğreniyoruz.

Maika’nın ikinci bir özelliği, onun içinde yaşadığı dünyanın en “güçlü” ailelerinden birine mensup olmasından kaynaklanıyor. Maika, uzun yıllar önce yaşanan bir “Altın Çağ”ın önderi olan Shaman Empress’in soyundan geliyor ve hikaye ilerledikçe Maika’nın ailesiyle Old Gods arasında uzun süredir devam etmekte olan bir ilişki olduğu ortaya çıkıyor.

Serinin başladığı dönemde, insanlar ve Arcanics ırkı arasında gergin bir ateşkes devam ediyor. Henüz hikayenin ilk sayfalarından itibaren kalıcı olmayacağı belli olan bu ateşkes son günlerini yaşarken, Maika’nın da yaklaşan savaş içinde büyük bir rol oynayacağı hissediliyor.

Tatlı dilli Maika

Bu konumu, Maika’nın karakterini belirleyen unsurlardan bir tanesi aslında. Ancak genç ana karakterimiz, bu sorumluluğu kabullenmek bir yana, etrafındaki bütün bu süreci büyük bir saçmalık olarak görüp sürekli konu ile ilgili şikayet eden bir tavırda karşımıza çıkıyor. Maika’nın etrafında ona yardım etmek isteyen, ona destek olan insanlar olduğu gibi, onu ele geçirmeye, sırlarını tam olarak anlamaya, kullanmaya ve öldürmeye çalışan düşmanları da oluyor.

Bütün bunlar içinde çoğu zaman kendi bildiklerini okumaya ve kendi bildiği yoldan gitmeye çalışan Maika, biraz amiyane bir tabirle, antipatik bir karakter olarak tanımlanabilir. Yaşadığı acılara ve üstlenmek zorunda olduğu sorumluluklara dayanarak ona karşı bir yakınlık hissetmek mümkün, ama genel diyalogları ve konuşma tarzı Maika’yı sevilmesi oldukça zor bir ana karakter haline getiriyor.

Tatlı dilli Maika 2

Monstress’ın günümüzde yaygın olarak kullanılan “kötü” ana karakter yapısında olduğunu, yani kahraman olarak takip ettiğimiz bir karakterin aslında hikayenin “kötü adamı” çıkacağını pek zannetmiyorum. Örneğin Game of Thrones’un sonunda – oldukça kötü bir şekilde de olsa – oluşturulan Daenerys Targaryen gibi bir kurgunun Maika ve Monstress’ta karşımıza çıkması düşük bir ihtimal.

Maika’nın hikayesi bana, daha çok istemediği bir sorumluluğu kabul ederek günün sonunda olgunlaşan, büyüyen bir karakter yapısını hatırlatıyor. Bunu ister edebiyatın bildungsroman örnekleriyle karşılaştırın, ister “Hero’s Journey” döngüsünün uzatılmış bir ilk parçası olarak görün, bence seri genelinde amaçlanan Maika’nın hikaye sonunda bir “kahramana” dönüşmesi yönünde.

Fakat ilk yirmi beş sayı boyunca, bu yönde çok ciddi bir karakter değişimi ve gelişiminden söz etmek mümkün değil. Burada olumsuz bir eleştiri yapmak çok kolay değil – çünkü Image Comics’te sık sık olduğu gibi, bu serinin yayın periyodu ve kaç sayıdan oluşacağı yönünde somut bir bilgiye sahip değiliz. Atıyorum, Monstress 100 sayıda final yapacak bir seriyse, hikayenin ilk çeyreğinde Maika’nın bu şekilde davranması olumsuz bir durum olmaz. Ancak seri kırkıncı sayıda bitecekse, bu noktadan sonra ana karakterimizin sempatik hale getirilmesi pek mümkün değil gibi.

Görsellik ve Pozitif Eleştiriler

Benim Monstress ile ilgili yapabileceğim tek cümlelik özet, bunun hikaye ve anlatı açısından çok, görsellik açısından başarılı bir çizgi roman olduğu yönünde.

Çizgi romanlarda, farklı okuma deneyimleri yaratan görsellik anlayışları farklı şekillerde başarılı olabiliyor. Benim için okuyucuyu yormayan, sayfaları birbiri ardına çevirten, rahat bir görsellik anlayışı da büyük bir başarı; sizi panellere dakikalarca bakmaya zorlayan, kompleks, detaylı bir görsellik anlayışı da. Çoğu zaman, eserin amacına göre yaratıcılar bu ikisinden birini tercih ediyor.

Monstress’ın büyük başarısı, bu iki okuma deneyimini aynı anda sunması. Eserin çizeri Sana Takeda’nın çok güçlü bir kalemi var. Eğer Monstress’a ve içinde geçtiği dünyaya karşı aşırı bir ilgi duymazsanız, bunu olay odaklı bir fantastik çizgi roman serisi gibi hızlıca okuyup gerçek anlamda keyif alabilirsiniz. Öte yandan, bu dünyaya karşı ciddi bir ilgi duyarsanız, Takeda’nın panellere yerleştirdiği detaylara ayrı ayrı yoğunlaşarak; sayfaları, geçişleri dikkatli bir şekilde inceleyerek çok daha kapsamlı bir okuma yapabilirsiniz.

Bu iki görsel deneyimi bir arada sunmak çok fazla çizgi romanın yapabildiği bir şey değil. Bu açıdan Monstress’ın çizimleri ve görsel anlatısı oldukça etkileyici.

Arka Plan ve Yeni Bir Dünyanın İnşası

Monstress’ın aldığı ödüllerde ve internet genelinde bu çizgi romanlarla ilgili yapılan yorumlarda, yaratıcı ekibin yapısı da önemli bir rol oynuyor. Bunların çoğu tabi ki sübjektif yorumlar, ancak Marjorie Liu’nun En İyi Yazar dalında Eisner Ödülü kazanan ilk kadın yazar olması gibi, daha objektif konular da var.

Günümüz toplumunun değer yargıları içinde, yaratıcı ekibin Doğu Asya kökenli iki kadından oluşması dikkat çeken ve desteklenen bir olgu olarak görülüyor. Benim çizgi romana yaklaşımım bu konulardan bağımsız olduğu için sitede bu meselelere çok fazla yer vermemeye çalışıyorum. Ancak Monstress gibi eserlerde böyle konular eserin okunması ve yorumlanmasında da önemli etkiye sahip olabiliyor.

İnternet genelinde Monstress ile ilgili yapılan yorumlar, Takeda ve Liu’nun etnik kökenlerinin oluşturulan evren ve anlatılan hikaye üzerinde büyük rol sahibi olduğu yönünde.

Bu konuda sadece şunu söylemek istiyorum – her ne kadar bu konuda çok öne çıkan (olumlu yönde) eleştiriler olsa da, aslında Monstress’ın yarattığı dünyayla Doğu Asya coğrafyası arasında öyle çok bariz bir parallellik yok.

Yukarıda da bahsettiğim Game of Thrones gibi bir eseri ele aldığınızda, bunun gerçek dünya ve tarih ile somut bağlantılarını rahatlıkla gösterebiliyorsunuz. Bu dünyada karşınıza çıkan fantastik ögelerin nereden esinlenildiği ve nasıl kurmaca hale getirildiği bariz bir şekilde ortaya çıkıyor. Monstress için de böyle yorumlar yapılmakla beraber, bağlantılar – varsa bile – çok daha soyut esinlenmeler düzeyinde.

Bunun güzel bir örneği, seriye gönderilen okur mektuplarından bir tanesinde de dile getirilen yer adları meselesinde karşımıza çıkıyor. Her ne kadar eser çeşitli mecralarda Doğu Asya kökenleri üzerinden okunsa da, eserde karşımıza çıkan kritik yer adları ve kavramlar Constantine, Cumaea, Edenia, Inquisitrix, Pontus gibi Latin kökenler taşıyor.

Tahmin edebileceğiniz gibi, Monstress’ı okurken öne çıkan bir başka boyut da eserin feminist yapısı üzerine kurulu. Buradaki yorumların biraz daha somut tabanlara yerleştirilebileceği doğru: Monstress’ın evreninde gördüğümüz pek çok toplumsal yapılanmada kadınların ön planda olduğu, daha anaerkil sosyal düzenlerle karşılaştığımız bir gerçek.

Yine de, bence bunlar eserde güçlü kadın karakterlerin yer alması gibi bir övgüyle özetlenebilecek durumlar. Bana kalırsa Monstress’da ciddi anlamda feminist temalar aramak, çizgi romanda gerçek anlamda feminist eserlerin miktarını, niteliklerini ve yaklaşımlarını düşündüğünüzde, pek doğru bir yaklaşım olmaz.

Bütün bunlar, özellikle Monstress’ı internette araştırdığınızda karşınıza çıkacak yorumlarla ilgili benim şahsi görüşlerim etrafında şekillenen bazı açıklamalar.

Asıl söylemeye çalıştığım şey şu: Monstress’ı okumak için gerçek anlamda feminist edebiyatla veya Doğu Asya kültürüyle ilgili olmanıza veya bu konuda önceden bir şeyler bilmenize gerek yok. İnternette bazı siteler Monstress’ın bunlar olmadan okunamayacağı yönünde bir izlenim yaratıyor, ancak bu temaların yansımaları eser içinde aslında o kadar da ön plana çıkmıyor .

Monstress – Evreni ile Tanımlanan Bir Çizgi Roman

Özetle, Monstress ile ilgili söyleyeceğim temel şey yukarıda söylediğim ile paralel. Bu çizgi romanı sevip sevmemeniz, Liu – Takeda ikilisinin yarattığı evrenin sizin ilginizi ne kadar çekeceği ile alakalı.

Benim şahsi görüşüm, Monstress’ın hikaye ve anlatı konusunda benzersiz bir başarısı olmadığı yönünde. Ancak yaratılan dünyanın belli açılardan ilgi çekici olduğu, özellikle de görsellik anlamında Monstress’ın son yıllarda çıkan kayda değer eserlerden bir tanesi olduğu tartışılmaz.

Burada mantıklı bir yaklaşım, serinin ilk sayısını veya biraz daha uzun şans vermek isterseniz ilk cildini alıp okumak olabilir.

Benim bu yazıyı yazdığım tarihte, çizgi romanın ilk cildi Marmara Çizgi tarafından Türkçe olarak da yayımlanmış durumda, dolayısıyla bunu da bir okuma yöntemi olarak tercih edebilir, ilk ciltte yaratılan evrenin havasını soluduktan sonra, seriye devam edip etmeme kararıını daha bilinçli bir şekilde verebilirsiniz.

Özetle...
[columns size="1/3" last="false"]

Yeni ve ilginç bir evren...

Monstress okuyucuyu oldukça farklı ve ilginç bir dünyaya götürüyor.

[/columns] [columns size="2/3" last="true"] Sevebilirsiniz...

Elf, cüce, büyücü yapısı dışında, sıra dışı fantastik kurgu eserlerinden hoşlanıyorsanız

Yavaş yavaş aralanan sırları takip ettiğiniz karmaşık evrenlerden hoşlanıyorsanız

Farklı ve yeni bir evreni tanımaya çalışmaktan hoşlanıyorsanıız

Monstress'ın ilk sayısına ve ilk cildine bir şans verip eseri beğendiyseniz


Sevmeyebilirsiniz...

Karmaşık hikaye kurgularını ve kalabalık karakter kadrolarını sevmiyorsanız

Belli açılardan çocukça ilerleyen hikayelerden hoşlanmıyorsanız - bu eserin "13 - 17 Yaş Arası İçin En İyi Yayın" gibi bir Eisner Ödülü aldığını unutmayın!

Monstress'ın ilk sayısını okuyup keyif almadıysanız - bana göre bu "zamanla sevilecek" serilerden değil, ama tabi bu kişiden kişiye göre değişebilir

  [/columns]
İnceleme sistemimiz hakkında daha fazlası için tıklayın!