Marvel Comics İncelemeleri

X-Men Legacy (2012) #1-24

X-Men-Legacy-1.jpgMarvel’ın kendi sinema evreninden bağımsız olarak ilerleyen X-Men Uyarlamaları ailesinde, şu sıralar takipçileri heyecanlandıran iki farklı iş var. Sinema boyutunda Logan, serinin en iyi filmlerinden biri olarak öne çıkarken, televizyon boyutunda da Legion Fox’un X-Men Evreni’ni farklı bir mecraya taşıyor. 

Diziyi henüz izleme fırsatı bulamamış olsam da, hazır Legion bu kadar gündemdeyken, bugüne kadar bu karakteri en çok ön plana çıkaran seriden kısaca bahsedeyim dedim. Bunun için, 2012- 2014 yılları arasında yayınlanan X-Men Legacy serisine kısaca göz atmak istiyorum.

Bu adla yayınlanan ikinci seri olan X-Men Legacy’nin ismi, incelediğimiz seri açısından, bir nebze yanıltıcı aslında. Zira takımın ismi dergide geçse de, okuduğumuz yirmi dört sayı boyunca herhangi bir X-Takımını takip etmiyoruz. Seri, baştan sona Profesör Charles Xavier’ın oğlu Legion’a ayrılan bir seri, ve tabi bu yazının amaçları doğrultusunda, bu aslında oldukça pozitif bir durum.

Legion gibi, (tabi, dizinin çıkışına kadar!) fazla popüler olmayan bir karaktere kendi serisini vermenin sebepleri, iki farklı boyutta incelenebilir. Birincisi, sanatsal kaygılar, ve ikincisi “evren-içi” kaygılar.

xmenlegacy1-24-5.jpg

Dediğim gibi, diziyi henüz izleme şansı bulamadım. Ancak hakkında okuduklarımdan basit bir gerçeği az çok çıkarabiliyorum: Legion sıradan bir süper kahraman dizisi değil. Benzer bir durum, X-Men Legacy serisi için de rahatlıkla söylenebilir. Zaten şizofren doğası, olağanüstü, ama kullanamadığı güçleri, farklı kişiliği ve az tanınan bir karakter olması nedeniyle, Legion “sıradan bir süper kahraman eseri” üretmeye çalışanların atılacağı türden bir macera değil. Bu bağlamda, dizinin varlık amacıyla, X-Men Legacy’nin varlık amacı birbirini bir ölçüde karşılıyor: Süper kahraman türü içinde farklı bir şeyler yapmak.

İşin diğer boyutunda ise, elbette, çizgi roman kolu hala daha güçlü olan “evren-içi” sebepler yer alıyor. Fox’un spesifik olarak Legion’ı öne çıkarmak için bir sebebi var mı, bunu tam olarak bilmiyorum. Ancak X-Men Legacy serisi, Marvel Evreni içinde çok bariz bir sebeple yayımlanıyor.

2012 yılının büyük hikayesi Avengers vs. X-Men’in 11. sayısında, Profesör Charles Xavier Cyclops tarafından öldürülüyor. Bu seride de, oğlu Legion’ın babasının “mirasını” üstlenmeye çalışmasını takip ediyoruz – serinin adının X-Men Legacy olması bundan kaynaklanıyor.

Biraz daha açmak gerekirse, seri şu temele dayanıyor: Sınırsız güçleri olan, fakat akli dengesi yerinde olmayan Legion, babasının hayatını kaybetmesinden sonra kendisini kontrol etme çabasını bir kenara bırakıyor, ve bir süredir meditasyon yaparak güçlerini yönetmeyi öğrendiği dağlardan ayrılarak dünyayı kurtarma işine atılıyor. Bu seri, bir ölçüde Legion’ın güçlerini kontrol etmesine, babasının adına yakışır bir adam olma çabasına ve hayatında ilk kez, bir kahraman olma denemesine ayrılmış bir seri olarak özetlenebilir.

Tabi dediğim gibi, bu sıradan bir süper kahraman çizgi romanı değil. Legion’ın süper güçlerinin doğasını biraz daha iyi anlamak, bu durumu daha iyi takdir etmeyi de sağlayabilir.

“Omega-Level” bir mutant olan Legion’ın, aslında yüzlerce süper gücü bulunuyor. Ancak, bu güçlerin her biri, kendisinin beyninde farklı bir kişilik olarak resmediliyor: David Haller, yani Legion’ın kendisi, bu diğer kişilikleri kontrol altına aldıkça, onların süper güçlerini de güvenli bir şekilde kullanabiliyor. Kontrolünü kaybettiği durumlarda ise, ne yaptığını bilmeyen farklı kişiliklerin çekişmeleri, dünya için korkunç sonuçlar doğurabiliyor.

Serinin temelindeki olumlu “motivasyon”, Legion’ın bir kahraman olma çabasıyken, “olumsuz” motivasyon da onun kontrolünü kaybedip kendi ırkını yok edeceği yönünde öngürü ve kehanetler şeklinde sunuluyor.

Bu kehanete ortak olanlardan bir tanesi, seride Legion’ın kız arkadaşı olarak karşımıza çıkan Blindfold oluyor. Serinin ana karakterleri olan Legion ve Blindfold’un her ikisinin de psişik güçlere sahip olması, Legion’ın zihninin içindeki tuhaf kaos ile birleşince, serinin deneysel altyapısı da büyük ölçüde belirlenmiş oluyor: Bize aktarılan olayların belli bir bölümü “gerçek” dünyada geçerken, hatrı sayılır bir bölümü de Legion’ın zihninin içinde devam ediyor.

xmenlegacy1-24-3.jpg

Bu durum da, yukarıdaki gibi deneysel sayfa kullanımları, sık sık görmemize yol açıyor.

Serinin yazarı Simon Spurrier ve etrafındaki yaratıcı ekibin bu seriyle tutturmaya çalıştıkları anlatı, bu açıdan süper kahraman çizgi romanlarının genel beklentilerine pek uymayacak şekilde gelişiyor. Aşağıdaki görselde görebileceğiniz ufak göndermelerin haricinde, Legion hem geleneksel süper kahraman prototipinden çok uzak bir görüntü çiziyor, hem de – yeri geldiğinde – bu anlatıların absürt doğalarıyla ilgili eğlenceli yorumlar yapıyor.

xmenlegacy1-24-7.jpg

Özellikle serinin ilerleyen noktalarında kullanılan ilginç bir anlatı tekniği de, yazarın üç – dört bölümlük hikayelerde, bizi Legion’ın değil, bir “izleyicinin” bakış açısıyla olaylara dahil etmesi oluyor. Bir başka deyişle, seride Legion’u zor duruma sokan, veya “Hah, şimdi delirdi işte!” dedirten olaylar yaşanıyor, ancak bizim de sonradan öğrendiğimiz şekilde, her şeyin başından beri, tamamen başka bir amaç uğruna, Legion’ın yaptığı “büyük planlar” olduğu ortaya çıkıyor. Red Skull’un “mutantları yok etme” projesine katılma fikri, veya babasını öldürdüğü için Cyclops’tan intikam alma kisvesiyle tamamen başka şeylerin peşinde koştuğu hikayeler, bunun seri içindeki güzel örnekleri olarak sunulabilir.

Okuyucu olarak, bu farklı anlatı tekniğine bir süreden sonra alışsanız da, benim şahsi fikrime göre buradaki mantığı biraz sorguladığınızda kendinizi tuhaf bir durumda buluyorsunuz. Yaratıcı ekip, bir taraftan bize öyle bir hikaye sunuyor ki, bırakın karakterin “bakış açısından” bakmayı, doğrudan zihninin içine girip orada yaşananları takip ediyoruz; ancak diğer taraftan, Legion’ın planlarını “dış” bir bakış açısından takip etmemiz, ve onun yaptığı zekice planlara şaşırmamız bekleniyor.

Bu iki farklı yapı, seri içinde birbirinden bağımsız olarak iyi ilerliyor. Ancak ikisini bir arada düşündüğünüzde, serinin kurgusu açıkçası biraz çatırdıyor.

xmenlegacy1-24-6.jpg

Serinin bir başka “ikilemi” de, seri boyunca Charles Xavier’ın manevi mirasıyla hesaplaşmaya çalışan David Haller’ın, süper kahraman yapısından uzak durmaya çalışan karakterinin, serinin sonunda Xavier’ın mirasını gerçek anlamda üstlenme çabasını etkisiz hale getirmesi oluyor.

Bu yalnızca X-Men Legacy’nin yaratıcı ekibinin hatası değil. Evet, yukarıda gördüğünüz “Ne absürt tiplersiniz ya…” yaklaşımı ile, “To Me My X-Men” epik sahnesi birbirini fazla tutmuyor – ancak son sahnenin ciddiye alınabilmesi için, Legion’ın zaten X-Men serilerinde daha çok rol alması, daha önemli bir karakter olması gerekiyor.

Bu serinin başından sonuna kadar Legion’ın gelişimini, ve X-Men ile muhattap olmasını gördüğümüz doğru. Ancak bunlar, bu dönemde (X-Men Legacy’den çok daha popüler olan) başka hiçbir seriye sıçramadığı, ve bu serinin kendi “çapında” oluşturmaya çalıştığı anlatı dışında, herhangi bir yerde gözükmediği için, evren içinde ağırlığı olan herhangi bir seri içinde birbirinden alabildiğine nefret eden Cyclops ve Wolverine’in, “To Me My X-Men” çağrısı doğrultusunda, Legion’ın etrafında bir araya gelmesi, çok ikna edici bir sahne olmuyor.

xmenlegacy1-24-8.jpg

Ki, gördüğümüz aslında oldukça etkileyici bir sahne. Ancak bu seri dışında karakterin fazla bir ağırlığı olmadığı için, Charles Xavier’ın oğlunun; babasının mirasını kendi kişiliğinden de ödün vermeyerek üstlenmesi ve “kaderini” gerçekleştirmesi gibi önemli bir an, Cyclops gibi karakteri gerçek anlamda başarıyla işlenen bir karakterin, Avengers vs. X-Men serisinin sonunda kollarıyla yaptığı bir X işaretinin etkisine yaklaşamıyor.

Tabi bir de, serinin sonu meselesi var. Hikayenin gidişatı doğrultusunda, Legion zihninin içindeki farklı kişilikleri (ve dolayısıyla farklı süper güçleri) yavaş yavaş kontrolü altına almayı başarıyor. Zihninin en “tuhaf” köşelerinde ise, gerçekliği yeniden yaratmak gibi, “abartılı” güçler yer alıyor – ve hikayenin büyük bölümünde, Legion bunlardan, henüz hazır olmadığı gerekçesiyle, uzak duruyor.

xmenlegacy1-24-10

En sonunda, bu güçleri de kontorlü altına aldığında yaptığı şey – ki, fazla spoiler vermeden buna “Dark Tower-vari bir son” demekle yetineceğim – bu seriyle temellerini atılmış olabilecek bir “evren içinde önem kazanma” sürecini de imkansız hale getiriyor. Dizinin etkisi (ve bu dizinin Marvel’dan çok Fox’a ait olması) bir şey değiştirir mi bilmiyorum, ama bu final 2014’ten bugüne yeni bir Legion serisi görmememizin, hatta, bu karakteri neredeyse tamamen unutmamızın “evren içi” sebebi olarak yorumlanabilir.

İşin “çizig roman” boyutuna baktığımızda, X-Men Legacy kötü bir seri değil. Ancak dizinin çıkışna kadar pek çok okurun adını duymamasının, veya adını duyup da fazla ciddiye almamasının bir sebebi de var.

Yaratıcı ekibin bilinçli tercihi, bu seriyi çok kısıtlı bir okuyucu kitlesine hitap edecek şekilde kurgulamanın üzerine kurulu. X-Men çevresinde geçen farklı bir seri arayışı için, Legion okuması keyifli bir seri olabilir. Ancak yirmi dört sayılık kısa bir ömrü olsa da, daha genel bir okur kitlesi için “mutlaka okunması gerektiğini” söylemek zor.