Marvel Comics Yazıları

Nostaljik Marvel Okumaları II – X-Men

Unus_the_untouchable

Avengers’tan sonra, X-Men’in ilk sayılarındaki gariplikler ile devam ediyorum. Avengers üzerine yazdıklarımın aksine, X-Men’de biraz Marvel Evreni’nin dışına çıkmak, biz okuyucuların karakterler ve olaylar hakkında yanlış bildiklerimizi değil, X-Men dergisinin kendisi hakkında yanlış bildiklerimizi anlatmak istiyorum.

Çizgi roman tarihçileri ve uzmanları, X-Men’i her zaman “ABD’deki azınlıkların sorunları” üzerinde duran; zencileri, eşcinselleri, Yahudileri ve diğer dışlanan ırk/sınıfları simgeleyen bir grup olarak görmüş; serinin yaratıcısı Stan Lee de, X-Men’i yaratırken hep bu durumlardan esinlendiğini pek çok yerde açıklamıştır.

İşin ilginç kısmı, X-Men’in ilk sayılarında, daha spesifik olmak gerekirse, en azından altıncı sayıya kadar, mutantlar-insanlar arasındaki ilişki, hiç de bildiğimiz gibi değil.

X-Men’in bize tanıtıldığı ilk sayıda, bu konuya neredeyse hiç değinilmiyor. Evet, Charles Xavier’ın öğrencilerine “güçlerini kontrol etmek” bakımından önemli dersler verdiğini, insanlara hükmetmek isteyen Magneto ile savaştıklarını görüyoruz, fakat mutantlar bir “azınlık” muamelesi görmüyorlar.

Hatta, bunun da ötesinde, X-Men’in ve genel olarak mutantların avlanması, yok edilmesi, ya da en yumuşak yönetimler altında “en azından” kontrol altında tutulmasına çalışan hükümet ile X-Men arasında büyük bir dostluk var gibi gözüküyor. Charles Xavier ve FBI ajanları arasında gizli, telepatik bir ağ bile var: FBI çok ciddi durumlarda yardım için Professor X’e ve öğrencilerine başvuruyor.

İkinci sayıda, teleport yeteneğine sahip olan The Vanisher ile ikinci kez mutant kavramının öne çıktığını görüyoruz. Fakat bu yine de negatif bir kullanım değil. The Vanisher devlet planlarını çalarak şantaj yaparken, gururla nasıl kendisinin bir Homo Superior olduğundan, nasıl “üstün mutant ırkının” bir üyesi olduğundan bahsediyor. Üstüne üstlük, bir grup (sıradan, homo sapiens) suçlu da, güçlerini görerek doğrudan kendisine katılıyor.

Bir başka örnek de Jean Grey konusunda. Jean’in anne-babası, o “çocuğunun mutant olduğunu öğrenen anlayışsız aile” tribine hiçbir zaman girmeseler de, bununla kalmıyorlar. Aynı zamanda Xavier’e çok güvendiklerini, çünkü kızlarının durumu hakkında konuştukları bir devlet memurunun onlara Xavier’ın okulunu öve öve bitiremediğini söylüyorlar.

Yani, ilk beş sayıya baktığımızda, agresif olanlar insanlar değil, mutantlar. Ele geçirmeye, yönetmeye, ezmeye ve hatta, ırk olarak üstünlük kurmaya çalışanlar hep Vanisher, Magneto gibi tipler. İlk beş sayıya göre, mutantlar ezilen değil, ezmeye çalışanlar.

X-Men üyelerine ise, öyle mutant oldukları için nefret duyan falan yok. Sıradan insanlar X-Men ile karşılaştıklarında onları Fantastic Four’u veya Avengers’ı karşıladıkları gibi karşılıyorlar, yaşlarının biraz küçük olmasının haricinde, onları çoğunlukla süper kahraman olarak kabul ediyorlar.

Ancak beşinci sayıda, Brotherhood of Evil Mutants üyesi Toad’un atletizm yarışmalarında rekor üstüne rekor kırmasıyla “insannların anlayamadığı şeyden korkması ve nefret etmesi” cümlesi ve fikri ilk kez gözler önüne seriliyor, ve insanlar ile mutantlar arasındaki ilişki daha sonraki sayılarda olacağı şekilde şekillenmeye başlıyor.

Bir ilginç durumun da burada yattığı hatırlatılmalı. Özellikle ilerleyen yıllarda, sıradan bir kötü adam olmanın ötesine giden, insanlarla karşı savaşını yıllar boyunca ezilmiş, dışlanmış olmasına bağlayan Magneto’nun, kurduğu grubun adını “Brotherhood of Evil Mutants” koyması, modern gözle okununca oldukça komik bir durum halini alıyor, ve aynı zamanda X-Men ile mutantların durumunun, ilk yaratıldıkları günlerde hiç de komplike bir hikaye olmadığını gözler önüne seriyor.