Marvel Comics İncelemeleri

Red Skull Incarnate # 1

red_skull_vol_1_1Normalde Marvel ve DC gibi mainstream çizgi roman şirketlerinin çıkarttığı yayınlar için ciddi yazılar yazmayı, daha doğrusu eseri sadece kendi içinde ele alan ciddi yazılar yazmayı pek gerekli bulmuyorum, fakat Red Skull’un orijinini anlatan Red Skull Incarnate serisinde, dikkatimi çeken çok fazla şey oldu. Bu eserin, biraz daha yakından incelenmesinin faydalı olacağına inandığım için de oturup adam gibi bir şeyler yazmak istedim.

Tahmin edebileceğiniz gibi, olaylar ileride “Red Skull” olarak dünyaya korku salacak ve Captain America’nın en büyük düşmanı olacak olan Johann Schmidt’in “oluşum yıllarını” anlatıyor.

Anladığım kadarıyla, toplam beş sayı sürecek serinin her bölümünde, Schmidt’in masum bir çocuktan Red Skull gibi acımasız bir Nazi’ye nasıl dönüşeceğini adım adım izleyeceğiz. İlk sayıda da, Schmidt’in daha henüz yetimhanede kalan bir çocuk olduğu günlere dönüyoruz.

Hikayeden çok,  dediğim gibi biraz daha ciddi bakmak ve yaratıcı ekibin 1923 Almanyası’nın abüsrt betimlemelerine yoğunlaşmak istiyorum.

Öncelikle, tarihin 1923 olduğunu şuradan anlıyoruz: eserin ortalarına doğru, Nazi sempatizanı olan yetimhane sahibi sevinçle şehirde yürüyen Nazi askerlerini selamlıyor. Naziler, hedeflerinin önce şehir merkezine, sonra da Berlin’e yürümek olduğunu söylediğinde, yetimhane sahibi de havalara uçuyor, “Finally, the “putsch” is here” diyor.

Burada bahsedilen olay, Beer Hall Putsch olarak bilinen, Hitler’in 1923′de yaptığı darbe girişimi.

Abartılı olan ise, yazarların Almanya’yı, en azından Johan Scmmidt’in içinde büyüdüğü Almanya’yı kötüleme ve sürekli yerden yere vurma çabası. Öncelikle, şunu hatırlatmakta fayda var: Hitler 1933′e kadar şansölyeliğe gelmiyor, ve dolayısıyla “Nazi Almanyası” denilen olayın başlamasına, henüz 10 yıl kadar bir süre var.

Bu sırada yönetimde ise sosyal – demokrat, yani, dönemin koşulları altında rahatlıkla solcu sayılabilecek Weimar Cumhuriyeti bulunuyor.

Fakat, buna karşın, yetimhane sahibi ve insanlar rahatlıkla 1918′de kaybedilen savaş için “Yahudileri ve solcuları” suçlayabiliyorlar. Ancak Hitler döneminde popülerleşecek, “savaşı kaybetmedik, fakat solcu ve Yahudiler tarafından kendi içimizden ihanete uğradık” düşüncesini, çok önceden öğrenip şiddetle savunabiliyorlar. Yanlış anlaşılmasın, bu görüşün sadece Hitler tarafından ortaya atılmış bir şey olduğunu, veya Hitler’in 1933’te propagandasına başlamadan önce kimsenin böyle şeyler düşünmediğini söylemek istemiyorum – fakat tarihsel olarak bir azınlık olan bu kesim, nasıl olduysa Red Skull Incarnate çizgi romanında – Nazi’lerin yükselişine on yıl kala – ezici bir çoğunluk olarak resmediliyor.

Ama halkın ve Hitler’i takip edenlerin “ileri” görüşlülükleri bununla da sınırlı değil. Etraftaki insanlar, Putsch için yürüyen askerleri, Nazi Selamı olarak bilinen hareketle selamlayıp, “Heil” diye bağırıyorlar. Hatta, bu yürüyüşü izleyen kitleye kazara katılan Schmidt’e bile, “Shut up and salute, boy!” diye emrediyor yetimhane müdürü.

İşin komik kısmıysa, bu Nazi selamının kullanılmaya başlanmasının ancak 1930′larda olması.

1923′te abartılan Nazi desteği ise tamamen ayrı bir olay. Çizgi romanı okuduğunuzda, sanki herkesin kendilerini I. Dünya Savaşı’nda yenen İtilaf Devletleri’nden intikam almaya çalışan, koyu Hitler taraftarları olduğu imajını alıyorsunuz. Beer Hall Putsch çizimlerinde, sanki bütün şehir Nazi’leri desteklemeye gelmiş gibi bir hava var.

Fakat, tabi ki, tarihsel olarak Nazi Partisi’nin bu dönemde öyle bir etkisi yok. Hatta, Almanya ekonomik olarak ciddi bir toparlanma sürecine girmek üzere. Naziler, Almanya’nın ekonomisini yeniden çökertecek olan 1929 Bunalımına kadar fazlasıyla sağcı, gülünç, asla güce gelemeyecek fanatikler olarak görülüyor. Beer Hall Putsch’a katılım ise, izleyenlerle beraber, en fazla 1500, belki 2000 civarında.

Üstelik, Pak da son sözünde eseri yazabilmek için yaptığı derin “tarihsel araştırmalardan” ve “nasıl sıradan insanların kötülüğü sahiplenebildiklerinden” bahsetmiş. Araştırmalarını nereden yaptığını çok merak ediyorum açıkçası.

Gelelim beni bu yazıyı yazmaya asıl iten noktaya. Çizgi romanda olayın asıl noktası, Schmidt’in sokakta bir köpek bulması, onu köpek toplayan arabadan kurtarması ve çizgi romanın sonunda onun diğer köpekler tarafından öldürülmesini izlemesi üzerine kurulu.

İşte bomba: Schmidt köpeği alırken, arkadaşları onu köpeği bırakması, herkesin başını belaya sokacağı yönünde uyarıyor.

Sokaktaki köpekleri öldürme, hayvan beslemenin yasak olması gibi olaylar, bilim kurgu okuyucularına yabancı gelmeyecektir. Evet, bunlar dystopia – kara ütopya – türünün en önemli özellikleri arasında. Hatta, Phillip K. Dick’in “Do Androids Dream of Electric Sheep” romanına kötü göndermeler olduğu bile söylenebilir.

Nazi Almanyası’nda yaşamış olmanın hoş bir deneyim olmayabileceğinin farkındayım. Ama yine de, böyle bir propagandaya, (henüz Nazi’lerin destek bile bulamadığı bir dönemde) böyle bir Nazi Kara Ütopyası çizmeye ne gerek var? Tarihi araştırma yaptığını iddia eden bir yazar,  “Naziler o kadar korkunç insanlardı ki, sokak köpeklerini neredeyse zevk için öldürürlerdi!” propagandasını, nasıl Nazi’lerin devlette rol almasının gülünç bir fikir olarak görüldüğü dönemlerde – solcu, sosyal demokrat Weimar Cumhuriyeti’nde anlamlandırmaya çalışır?

Yazar Greg Pak’ı suçlamıyorum. Çünkü okuduğum pek çok yabancı blog, yabancı çizgi roman yazarı, tarihsel bir çizgi roman olarak övmüşler bu eseri. Bunlardan bir tanesini burada görebilirsiniz.  Acaba gerçekten Amerikalılar II. Dünya Savaşı konusunda bu kadar yüzeysel bir eğitim mi alıyorlar? Onlar için, “I. Dünya Savaşı bitti – Naziler geldi, çok kötüydüler – Onları yendik”den mi ibaret hala?

Eğer öyleyse, Pak için söylenebilecek bir şey yok. Fakat öyle değilse, birilerinin ona savaşın bittiğini ve artık propagandaya ihtiyaç olmadığını söylemesi gerekiyor.