Marvel Comics Yazıları - Yazı Serileri

Captain America ve Oval Ofis’te Ölüm – Geçmiş Zaman Olur Ki #2

Geçmiş Zaman Olur Ki yazı dizisinde çizgi romanlarda okuduğumuz saçma, ilginç, komik, eğlenceli veya duygusal; özetle birisine anlatmaktan karşılıklı keyif alınacağını düşündüğümüz olay ve hikayeleri sizlerle paylaşıyoruz. İkinci bölümün konusu Watergate skandalının gölgesinde Captain America’nın başına örülen karalama kampanyaları ve nihayet bu kampanyanın arkasında olduğunu öğrendiğimiz o şaşırtıcı isim!

Watergate skandalı, Amerikan siyasetinin yakın tarihinde son derece önemli yer kaplayan bir olay. Süreç, 17 Haziran 1972 günü Demokrat Parti’nin Watergate binasındaki ofisine girmeye çalışan bir grup hırsızın yakalandıktan üzerlerinde bulunan delillerle o sırada iktidarda olan Cumhuriyetçi Richard Nixon hükumeti arasında bir bağlantı olduğundan şüphelenilmesiyle başlıyor. Soruşturma, hükumetin baltalama çabalarıyla ağır aksak ilerlese de 9 Ağustos 1974’te Nixon’ın istifa eden ilk ve tek ABD başkanı olmasıyla sonlanıyor.

AltEvren, internette Watergate skandalı hakkında bilgi edinmek için tercih edilebilecek en kötü kaynaklardan birisi olsa gerek. Bu nedenle olayın detaylarında boğulmaya gerek yok ama dikkat ederseniz bu sürecin kamuoyuna yansıyan kısmının başı ve sonu olarak tanımlayabileceğimiz iki tarih belirttim. Bu olay tam iki yıl boyunca Amerikan halkının gündemini meşgul etti ve haliyle üretilen popüler kültür eserleri üzerindeki etkisi de bir hayli fazla oldu. Marvel’ın Amerikan bayrağının renklerini ve sembollerini üzerinde taşıyan karakterinin de bu iklimden nasibini almaması pek mümkün değildi.

1974 yılının ocak ayındayız, Captain America serisinin 169. sayısına gidiyoruz. Yazar koltuğundaki Steve Englehart, Marvel’da uzun yıllar boyunca pek çok önemli karakterin kaderine yön vermiş ve günümüzden geçmişe göz atınca çok sayıda ilginç öykünün altında imzasını bulabileceğiniz bir isim. Yine şirketin ilk akla gelecek emektarlarından olan çizer arkadaşı Sal Buscema’yla birlikte Captain America karakterine yıllar sonra böyle yazılar vesilesiyle hatırlanacak bir macera bırakmak için kolları sıvıyorlar.

İlk tohum bu sayıda Steve Rogers’ın motosikletiyle yoldan geçerken bir mağazanın vitrininde gözüne çarpan televizyon yayınıyla atılıyor. Bu özel bir ajans tarafından ödeme yapılarak reklam kuşağına sokulmuş kısa bir kamu bilgilendirme spotu. Spotta Captain America’nın Amerikan bayrağına sarılarak kendi adalet ve düzen anlayışını sokakta gönlünce uyguladığından, canını sıkan sivil vatandaşlara da saldırmakta beis görmemesinden ve bu eylemleri için devlete ya da resmi bir kuruma hesap vermemesinden bahsediliyor. Sonunda da bu yayını hazırlayan ajansın ismi geçiyor: Committee to Regain America’s Principles.

Soluğu hemen bu ajansın ofisinde alan Steve, öfkeyle kapıdan içeri dalıyor ve karşısında hemen o yayında konuşan orta yaşlı adam karşılıyor. Orada, bu gizemli kişinin adının Quentin Harderman olduğunu ve yayında adı verilen komitenin aslında onun bireysel bir girişimi olduğunu öğreniyoruz. Harderman isminin Watergate skandalında çeşitli bağlantıları ortaya çıkan ve 1973 yılında görevinden ayrılan Beyaz Saray Genel Sekreteri H.R. Haldeman’e bir gönderme olduğunu da not edelim.

Harderman, Steve’e son derece sakin bir tonla karşılık vererek yalnızca ideal bir toplumda Captain America’nın yerinin ne olması gerektiğine dair farklı görüşlerinin olduğunu söylüyor ve  bu görüşlerinin de Steve’in ona iyi niyetini kanıtlaması durumunda değişebileceğini belirtiyor. Bu bağlamda da onu düzenleyecekleri hayır gecesinde bir gösteri boks maçına çıkmaya davet ediyor. Steve de işler çirkinleşmeden bu adam yakasından düşsün diye hemen kabul ediyor. İşte bu noktadan itibaren kahramanımızın başına çoraplar örülmeye başlıyor.

Steve ofisten çıkar çıkmaz bir dükkan soygununa şahit oluyor, soygunu gerçekleştiren kişi daha önceden de karşılaştığı kötü adam galerisinden Tumbler. Hemen peşine düşse de Tumbler akrobatik hareketleriyle olay mahalinden kaçıyor. Ertesi gün hayır gecesine katılan Steve, Harderman’in yanında getirdiği ve ringde rakibi olacak kişiyi kolayca tanıyıveriyor. Bu, henüz dün elinden kaçırdığı Tumbler’ın ta kendisi!

Tumbler’ı adalete teslim etmek için organizasyonu falan unutup direkt üzerine atlayan kahramanımız, sivil halde tanınınca panikleyip kaçmaya çalışan bu suçluyu bacağından tutup yere çalıveriyor. Ne var ki Tumbler bu darbenin ardından yerden kalkamıyor ve öldüğü anlaşılıyor! Steve, imajının bozulmasını engellemek adına gittiği bu hayır gecesinde bir anda herkesin gözü önünde sivil bir insanı öldüren bir katile dönüşüyor. Aslında Tumbler’ı öldüren elbette onun darbesi değil, tam o anda Tumbler’ı görünmesi imkansız boyutta bir mermiyle vuran gizemli bir figür var. Ama bu gerçeği ne Steve ne de oradaki halk biliyor.

Olayın akabinde neye güveneceğini artık şaşırmış olan Steve Rogers, orada bulunan ve kendisini gözaltına almak için harekete geçen polislere de direnip kaçmaya çalışıyor. Daha sonra karanlıklardan gördüğümüz suikastı düzenleyen gizemli kişi Captain America’yı yakalayıp etkisiz hale getirerek adalete teslim ediyor. Kendisini Moonstone olarak tanıtan bu şahıs da Harderman’in oracıkta onu allayıp pullayan etkili bir konuşma yapmasıyla henüz ilk ortaya çıkışında halkın sevgisini ve güvenini kazanan bir kahramana dönüşüyor.

Steve, kendisine bir kumpas kurulduğu düşünceleriyle nezarethanede beklerken daha herhangi bir yere aktarılamadan ya da avukatıyla görüşemeden karakolun duvarları büyük bir gümbürtüyle iniveriyor ve tozla dumanın arasından kurtarıcıları beliriyor.

Filthy Frank’in Pink Guy tiplemesinin esin kaynağı olabilecek moda anlayışıyla giyinen bu arkadaşlar Captain America’nın destekçileri olduğunu iddia ediyorlar ve kendilerini America’s Sanitation Unit olarak tanıtıyorlar, bu da o dönemlerde Nixon’ın siyasi kampanyasının gizli kapaklı operasyonlarını yürüten ekibe takılan Wall Street Plumbers ismine açık bir gönderme. Steve ilk anda onlarla beraber gitmek konusunda kararsız kalsa da daha sonra devletin elinden kaçmanın işleri daha da kötü bir hale getireceğini düşünerek onlarla gelemeyeceğini ifade ediyor. Kısa bir süre sonra anlıyoruz ki bu arkadaşlar için Captain America’nın ne düşündüğünün de bir önemi yok! Steve’i bayıltıp zorla alıkoyuyorlar.

Tabii uğraştıkları kişi normal bir insan değil, Cap uyanır uyanmaz bunlara günlerini gösteriyor ve Wakanda’dan taze kanatlarıyla dönen dostu Falcon’la bir araya geliyor. Evet, bu sayılarda bir yandan bu bahsettiklerim yaşanırken aslında bir yandan da Falcon’un Wakanda macerasını ve daha sonra imzası haline gelecek kanatlarına ilk kez kavuşmasını okuyorduk! Yine aynı sayılarda devam eden Steve, Sharon ve Peggy aşk üçgeni tuhaflığına girmiyorum bile, o da belki başka bir yazının konusu olur. Günümüzün decompressed anlatım anlayışında tüm bunları anlatmak kim bilir kaç sayı alırdı, eskiden yirmi sayfaya o kadar çok şey sığıyordu ki yazarlara bazı uçuk fikirlerini öyküye yedirecek bolca alan da kalıyordu.

Falcon kanatlarını Wakanda’da tasarlayan kişiyse elbette Black Panther

Falcon’la olan buluşmadan sonra yakalanan ipuçları ışığında istikamet country müziğin kalbi Nashville oluyor. Kahramanlarımız buraya vardıktan sonra beklenmedik bir şekilde Amerika’nın ortasındaki bu şehirde bazı tanıdık yüzlerle karşılaşıyorlar: Charles Xavier, Cyclops ve Marvel Girl. Öğreniyoruz ki X-Men’in de aynı organizasyonla başı bir süredir beladaymış. Beast, Angel ve Iceman gibi karakterler aylardır kayıpmış ve bunların izini sürünce arkasından Secret Empire adındaki bu topluluk çıkmış. Şimdi diyeceksiniz ki X-Men aylardır bunlarla uğraşıyor ve üyelerinin çoğu kayıpsa nasıl bir evren içi devamlılık bu, kendi çizgi romanları yok mu bunların? Yok, hem de epey bir zamandır yok! 1971 ve 1975 yılları arasında X-Men’in 67. sayısından 93. sayısına kadar uzanan beş yıllık koca bir dönemde çıkan X-Men çizgi romanları daha eski sayıların yeniden basımlarıydı. Bugünden baktığımızda ne kadar garip gelse de X-Men belli bir noktaya kadar tutmamış bir seriydi, sanırım buralardan dönüp günümüze dek külliyatına çok değerli hikayeler katarak gelebildiği için kendimizi şanslı hissetmek gerekli.

Hikayemize dönecek olursak, Xavier’ın kısa bilgilendirmesinin ardından hızlıca bir plan yapılıyor ve Captain America ile Falcon, Secret Empire örgütünün içine sızmayı başarıyorlar. Tabii bunu yaparken onların güvenini kazanmak adına örgütün büyük planını devreye sokmak için ihtiyaç duyduğu son önemli parçayı onlar için çalmayı da ihmal etmiyorlar. Tüm eksiklerin tamamlanmasının ardından Secret Empire’ın planının ve hedefinin ne olduğunu nihayet öğreniyoruz.

Mutantları tasarladıkları dev bir uçan daireye beyin dalgalarıyla güç üretmeleri için kaçırmışlar, Steve’in çaldığı teknolojik parça da eklenince uçan daire havalanıyor ve varış noktası da Beyaz Saray. Amaçları onların deyimiyle ABD’yi fethetmek. Bunun için neden yalnızca mutantların beyin dalgalarıyla hareket edebilecek bir uçan daireye ihtiyaç duyduklarını merak ediyorsanız 70’lerde çıkan bir çizgi roman için çok fazla soru soruyorsunuz demektir.

Sonuç olarak büyük hesaplaşma için belirlenen adres Beyaz Saray oluyor. Uçan daire basının ve vatandaşların korkulu bakışlarıyla inişini gerçekleştirdikten sonra her bir üyesi maskelerin ardında yüzünü gizleyen bu örgütün lideri Number One, Amerikan devletinin koşulsuz ve şartsız teslim olmasını talep ediyor. Ordunun verdiği karşılık çabası yetersiz kalınca ülkenin yeni gözde kahramanı Moonstone ortama giriş yapıyor ve bu teröristleri yeneceğini söylüyor. Uçan dairenin içine girdikten kısa bir süre sonra dışarı çıkan Moonstone basının karşısına geçip örgütün elindeki silahları gördüğünü ve Amerika için hiç umut olmadığını, talep edildiği şekliyle teslim olmaları gerektiğini ifade ediyor.

Moonstone halka umutsuzluk yaymaya çalışırken iyi bir aktörlük sergiliyor.

Elbette Moonstone da Secret Empire’ın planının bir parçası ve buraların hiç fena düşünülmediğini belirterek saçma bir sebepten aylarca mutantların peşine düşmekle vakit kaybeden bu örgüte bir noktada hakkını verelim. Her şey pürüzsüzce ilerlerken oynanan bu oyuna çomak sokan ise nihayet ortaya çıkan Captain America, Falcon ile X-Men oluyor. Cap, bu kez Moonstone’u alt etmeyi başarıyor ve kaybettiği Amerikan halkının güvenini bir kez daha kazanıyor.

Bu olaydan sonra gün kurtarılıyor ve teröristler yavaş yavaş güvenlik güçlerine teslim ediliyor. Ama yazar Englehart’ın okura bırakacağı son bir bombası var. Örgütün lideri Number One, Beyaz Saray’a doğru kaçmaya başlıyor ve peşine düşen Cap’le olan kovalamacası Oval Ofis’e kadar varıyor. Steve artık kaçacak bir yeri kalmayan Number One’ı yakalayıp maskesini çıkarıyor. İşte yedi sayı boyunca süren bu öyküyü akıllara kazıtan da bu son sahne oluyor.

Yüzünü biz okurların göremediği bu şahıs, halihazırda devlette bulunduğu konumun kendisine yetmediğini, zira kanunların kendisini çok sınırladığını ve bu sebeple daha fazla güç elde etmek için bir darbe planladığını açıkladıktan sonra kaybettiğinin kabulüyle yaşamına son veriyor. Burada gayet iyi anlaşıldığı ve daha sonrasında yazar Steve Englehart tarafından ifade edildiği üzere maskenin altındaki kişi, Başkan Richard Nixon’dan başkası değil. Öykünün finalini yapan bu 175. sayının da Nixon’ın istifasına henüz bir ay varken çıktığını, çıkabildiğini de ekleyelim. Buradan nasıl bir çıkarım yapmak istersiniz bilemem.

Bundan sonra işler Steve Rogers için nasıl devam ediyor diye merak ettiyseniz hani popüler medyada çok konuşulan, kendisinin Captain America olmayı bırakıp Nomad adında bir kimlik edindiği dönemi vardır ya, işte o oluyor. Beyaz Saray’da yaşananlar, kendisini o ülkenin ideallerine adamış birisi için kolay aşılabilecek bir tecrübe değil haliyle.

Eğer yazı ilginizi çektiyse bahsettiğim seriyi ve sayıları okuyarak bu öyküden daha fazlasını alabilirsiniz. Benimse sizlere aktarmak istediğim daha çok hikaye var, o yüzden Geçmiş Zaman Olur Ki yazı dizisinin gelecek bölümlerini bekleyin!