Özel Dosyalar

Stan Lee’nin Ardından

stanleeninardindan2.jpg

Muhtemelen bildiğiniz gibi, 12 Kasım 2018’de Marvel’ın pek çok tanınmış karakterinin yaratıcısı Stan Lee hayatını kaybetti. Stan Lee Spider-Man, Fantastic Four, X-Men, Avengers, Thor, Iron Man, Hulk, Daredevil ve çok daha fazlasını yaratan yazardı.

Bu yazıda, Stan Lee’nin hayatına, geride bıraktığı kültürel mirasa, sahip olduğu olumlu ve olumsuz imaja detaylı bir şekilde göz atmaya çalışacağım. Açık bir uyarı: Bu uzun – hatta internet standartları için çok, çok uzun – bir yazı olacak… Daha konforlu bir okuma için yazıyı PDF, EPUB veya Kindle kullanıyorsanız MOBI formatında indirip bu şekilde de okuyabilirsiniz.

Sitede Stan Lee’nin kariyerini özetleyen kısa bir yazımız ve çok daha düzenli bir özel dosyamız mevcut – bu yazı yerine, onlara göz atmayı da tercih edebilirsiniz.

Stan Lee’nin Adı

Sadece popüler kültürde değil, çizgi roman tarihinde de Stan Lee o kadar önemli bir figür ki, böyle bir yazıya nereden başlanması gerektiğini kestirmek kolay değil. Bu yüzden bir kısayol kullanıp, kişisel bir başlangıç yapmak istiyorum.

Stan Lee’nin adını ilk gördüğümde onun önemli birisi olduğunu biliyordum, ama tam olarak kim olduğunu bilmiyordum.

Bu ilk anda garip gelebilir, ama ilk okuduğunuz Marvel çizgi romanları, 2000’li yılların ikinci yarısından sonra çıkanlar değilse, demek istediğimi muhtemelen anlarsınız.

stanleepresents3.jpg

Günümüzde Marvel bu geleneği bitirmiş olsa da, yaklaşık on – on beş yıl öncesine kadar, bütün Marvel çizgi romanları “Stan Lee Presents…” ibaresi ile başlardı. Çizgi romanı Stan Lee’nin yazmış olması, Stan Lee’nin yarattığı karakterlerin kullanılması veya Stan Lee’nin herhangi bir rol üstlenmesi gibi bir gereklilik yoktu: Eğer okuduğunuz bir Marvel çizgi romanıysa, hikaye mutlaka “Stan Lee Presents” ile açılır – veya nadir durumlarda – bu ibare ile kapanırdı.

Marvel çizgi romanları, Stan Lee’nin size sunduğu çizgi romanlardı.

stanleepresents4.jpg

Bunu biraz günümüzdeki “cameo” sahnelerine benzetebilirsiniz. Stan Lee yaratmış olsun veya olmasın, bütün Marvel filmlerinde gelenekselleşen bir “Stan Lee” cameosu olur ya, bahsettiğim böyle bir şeydi. Stan Lee’nin ölümüyle, önceden çekilmiş olanlar hariç, tabi bu cameo sahneleri geleneği de sona ermiş oldu.

Benden yaşça biraz daha küçük veya çizgi roman alışkanlığı biraz daha az olan kişilerin Stan Lee’yi bu “cameo” sahneleriyle tanıması gibi, ben de Stan Lee adını ilk olarak bu “Stan Lee Presents” etiketinde görmüştüm. Her Marvel çizgi romanının başında adı yazdığı için onun “önemli” birisi olduğunu biliyordum. Ama tam olarak kim olduğu konusunda emin değildim.

Bu konuda biraz daha bilgi veren, çizgi romanların içindeki Bullpen Bulletins sayfalarıydı. Hikaye ve reklamların yanı sıra, bütün Marvel çizgi romanlarında diğer serilerde olup bitenleri paylaşan, yeni çizgi romanları tanıtan, abonelik fırsatlarını sunan bir sayfa olurdu.

bullpenbulletins.jpg

Bir örnek. Sarıyla yazılan kısım, Stan’s Soapbox

Stan Lee bu sayfalara “Stan’s Soapbox” adında kısa bir yazı yazar, bazı gelişmeleri aktarır ve tabi en önemlisi, okuyuculardan gelen mektuplara cevap verirdi. Eğer mektubunuzda Stan Lee’nin cevap veremediği bir soru sormayı başarır veya hoşuna giden bir şeyler yazarsanız, Stan Lee’den bir “No Prize”, yani “Yok Ödül” kazanırdınız: Stan Lee’yi cevapsız bıraktığınızı kanıtlayan sembolik, hiçbir şey içermeyen boş bir zarf.

Bunları okumayı o kadar severdim ki, bazen okuduğum sayının ilk sayfalarını atlar, Stan’s Soapbox’u bulur, önce onu okur, sonra çizgi romanın kendisine geçerdim. No Prize kazanan bazı soruları ve cevaplarını hala ezbere hatırlıyor, hatta yeri geldiğinde yazılarda kullanıyorum. Hatta, tarayıcımca sık kullanılan siteler arasında şöyle müthiş bir kaynak bile yer alıyor:

Bullpin Bulletins

Benim çizgi roman okumaya başladığım dönemde – daha doğrusu, ilk okuduğum çizgi romanların yayınlanmış olduğu dönemde,  Stan’s Soapbox bazı çizgi romanlarda olan, bazılarında olmayan bir şeydi. Sanırım 90’lardan itibaren bu bölüm daha çok nostaljik bir değer kazanmış, Stan Lee’nin Marvel ile bir anlaşmazlığı olduğunda veya iş yoğunluğu buna imkan vermediğinde Soapbox da yayımlanmamıştı. Daha önceki dönemlerde Stan’s Soapbox çok daha ön plandaydı. Bunların bazı örneklerini yukarıdaki siteden görebilirsiniz.

Tabi doğrudan değil ama, okuduklarımdan çıkarımlar yaparak Stan Lee’nin tam olarak kim olduğunu öğrendiğim ilk yer burası olmuştu: Bugün okuduğumuz onlarca karakterin efsanevi yaratıcısı.

Dediğim gibi, benim çizgi roman okumaya başladığım eserlerdeki Stan’s Soapbox belki bu “köşe”nin son demleriydi, ama bu kısa bölüm bile onu tanımak için aslında yeterliydi.

Bahsettiğim günlerin üzerinden epey bir sene geçti, Stan Lee’nin yazdığı onlarca, onlarca çizgi roman okudum. Ama hala, “bir yazar olarak Stan Lee’nin sesi”ni düşündüğümde Stan’s Soapbox’u ve buradaki mektupları hatırlıyorum.

Stan Lee: İlk Yıllar

capcomics3

Captain America Comics #3, Stan Lee’nin yazar olarak çalıştığı ilk çizgi roman

1961’de Fantastic Four ile değişmeye başlayan çizgi roman yazarlığı kariyeri, aslında Stan Lee için pek bir gurur kaynağı değildi. Gerçek adıyla Stanley Martin Lieber, Marvel Comics ile akrabalık bağları sayesinde tanışmış, buradaki ilk günlerinde basit ayak işleriyle uğraşmış, daha sonra da – oldukça genç bir yaşta – editörlüğe getirilmişti.

Ama onun hayali, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda önemli değişikliklerden geçmekte olan çizgi roman piyasasında önemli bir isim olmak değildi. Asıl hayali, bir roman yazmak ve saygıdeğer bir yazar haline gelmekti. Üstelik, bu hayali konusunda da hiç mütevazı değildi.

Amerikan kültür ve edebiyatında ilginç bir kavram vardır. Amerika’nın “ruhunu” tam olarak yakalayan, Amerika’yı edebiyatta “kusursuz” bir şekilde temsil eden başarılı bir roman için “Great American Novel” gibi soyut bir kavram kullanılır. Bu herhangi bir romana verilmiş bir unvan değildir, yazılıp yazılmadığı bile tartışılır: The Great Gatsby, To Kill a Mockingbird, The Catcher in the Rye gibi romanlar bu şekilde tanımlandığı gibi, günümüzde yazılan bazı romanlar – Jonathan Franzen’in Freedom’u gibi – zaman zaman bu şekilde tanıtılır.

Şöyle özetleyebiliriz: Belki bugün değil ama, birkaç on yıl geriye gittiğinizde, “Great American Novel”ı yazmış olduğunu söylemek, Amerikalı bir yazara yapabileceğiniz en büyük övgülerden bir tanesidir.

İnternette basit aramalar yaparak da teyit edebileceğiniz gibi, gençlik yıllarında Stan Lee’nin asıl ideali de buydu: O dönemde çok “bayağı” eserler olarak görülen çizgi romanlarla uğraşmak istemiyor, bunu sadece geçici bir iş olarak görüyor, ileride “Great American Novel”ı yazacak kişi olmanın hayalini kuruyordu.

stanleeninardindan7.jpg

Stan Lee tarafından yazılan bir “aşk” çizgi romanı

Öyle ki, asistanlık işlerinin dışına çıkıp Captain America Comics # 3‘te yazarlık görevini üstlendiğinde, gelecekteki şöhretini düşünerek bunu gerçek ismiyle imzalamayı reddetmiş, bunun yerine “Stan Lee” takma adını kullanmıştı.

Captain America Comics #3′ün yayımlandığı 1941 yılından Stan Lee’yi bir süperstar haline getiren Fantastic Four #1′e kadar arada tam yirmi yıl vardı. Bu dönemde çeşitli türlerde çizgi romanlar yazan Stan Lee, bu meslekte çok ciddi bir başarı elde edememiş, hatta belli noktalarda çizgi roman yazarlığını bırakmayı bile düşünmüştü.

Fantastic Four, onun kariyerinin dönüm noktasıydı.

Kendi aktardığı şekilde, Stan Lee Fantastic Four’u yaratırken – bir defaya mahsus olarak – çizgi romanların üzerinde yarattığı kısıtlamalardan bağımsız olarak düşünmüş, okuyucuların ne okumak istediğine değil, kendisinin ne okumak istediğine yoğunlaşmıştı.

Sonuç, her ne kadar dönemin süper kahraman klişelerinden bazılarını taşısalar da, boş zamanlarında birbirleriyle didişen, farklı ve kendilerine has karakterleri olan, iyi olduğu kadar kötü özelliklere de sahip olan bir süper kahraman takımıydı. 1961’de yayımlandıktan sonra Fantastic Four kısa sürede büyük bir popülarite yakaladı, ve süper kahraman çizgi romanlarını tamamen değiştirdi.

stanleeninardindan6.jpg

Fantastic Four’un ilk sayısından

1960 – 65 yılları arasındaki dönem, Marvel’ı Marvel yapan pek çok karakterin yaratıldığı dönemdi. Bugün bu listeye baktığınızda, asıl önemli olanın Spider-Man’in veya – özellikle günümüz için – Avengers’ın yaratılması olduğunu düşünebilirsiniz. Ama bu farklı süper kahraman portresini ortaya çıkartan, daha sonraki serilerde de sık sık kullanılacak formülleri yaratan seri Fantastic Four’du.

Tabi bu yazıda odak noktamız Stan Lee olduğu için, bu detay bizim için fazla bir şey değiştirmiyor. Spider-Man ve Avengers’ın yaratıcısı da elbette Stan Lee’ydi.

Stan Lee ve Çizgi Roman

Bir önceki bölümün sonunda, Stan Lee’nin bir yazar olarak sesini Fantastic Four, Spider-Man veya Avengers’dan çok Stan’s Soapbox ile hatırladığımı söylemiştim. Bu ilk anda yalnızca kişisel olarak benimle alakalı bir durum gibi gözükebilir.

Ama aslında, kariyerinin büyük bölümüne baktığınızda, bu Stan Lee ismi için çok normal bir durumdu. Bütün yarattığı karakterlerle ve bir çizgi roman yazarı olarak bu büyük şöhretine rağmen, Stan Lee’nin Marvel için düzenli olarak süper kahraman çizgi romanları yazdığı dönem 1961 – 72 arasında, yaklaşık on yıllık bir dönemdi.

stanleeninardindan8.jpg

Stan Lee’nin aktif çizgi roman yazarlığını bırakmasından uzun süre sonra, DC Comics karakterlerini yeniden hayal ettiği Just Imagine serisi…

1972’den sonra elbette bazı projelerde çalışmış, Marvel’ın belli çizgi romanlarında yazarlık yapmış, hatta 2000’li yılların başında DC Comics için Just Imagine… isimli bir seride klasik DC Comics karakterlerini kendi yorumuyla kaleme almıştı. Fakat bu tek seferlik, kısa girişimleri bir kenara bıraktığınızda, Stan Lee aslında kırk seneden uzun süredir düzenli olarak çizgi roman yazmamıştı.

Cevabı bariz, ama yine de önemli bir soru: Peki, bir çizgi roman yazarı, çizgi roman yazmadan, kırk sene boyunca ününü korumayı nasıl başardı?

Bunun bir cevabı, elbette, karakterleriydi. Marvel’da Stan Lee – Jack Kirby ve Steve Ditko üçlüsünün yarattığı 1960 – 70 arası karakterler, şirketin belkemiği haline geldi. Wolverine gibi, Punisher gibi, Deadpool gibi daha ilerleyen yıllarda yaratılan ve çok popüler hale gelen karakterler vardı, ama Marvel Comics’i Marvel Comics yapan, her zaman bu üçlünün yarattığı süper kahramanlardı.

Bir başka cevabı da, elbette, filmlerdeki eğlenceli rolleriydi. Ama düşündüğünüz zaman, çizgi roman filmlerinin gerçek anlamda popüler hale gelmesi, 2000’li yılları bulmuştu. 2000’lerdei popülarite tamam, ama Stan Lee 1972’den 2000’lere kadar bu popülaritesini nasıl korudu?

Korudu, çünkü Stan Lee sadece Fantastic Four ve Spider-Man’in yaratıcısı değildi. O, aynı zamanda “Stan Lee”ydi, çizgi romanı popüler kültüre bağlayan, bu konuda konuşmalar yapan, eğlenceli programlara katılan, fuarlara giden, okuyucularla yazışan ve yarattığı karakterlerle özdeşleşen kişi!

Farkı görmek için, 1960 – 70 arasında Marvel’da Stan Lee kadar önemli olan Jack Kirby ve Steve Ditko’ya bakmak yeterli. Marvel’dan ayrıldıktan sonra, Steve Ditko bazı farklı çizgi roman projelerinde çalışmış, kendisini New York’taki stüdyosunda sanatına adamış, çizgi roman etrafında gelişen hayranlıktan uzak durmuştu. Pek çok çizgi roman hayranı için, Steve Ditko sadece Spider-Man’i çizen kişi olarak kaldı.

Jack Kirby, 1970’den sonra DC Comics’te çalışmış, sonra Marvel’a geri dönmüş, ama hayatının son günlerine kadar hep çizgi roman üretmekle uğraşmıştı. Bugün, Jack Kirby’nin çizgi roman kültürü içinde inanılmaz bir mirası var – ama sanırım onun gerçek değerinin 1994 yılında öldükten sonra anlaşıldığını söylemek çok yanlış olmaz.

Stan Lee böyle değildi. Enerjisiyle, kişiliğiyle, okurlarla iletişim kurma becerisiyle, filmlerdeki cameo’lardan çok önce zaten “süperstar” mertebesine ulaşmıştı.

Will Smith’in komik bir cümlesi var:

In my mind, I’ve always been an A-list Hollywood superstar. Y’all just didn’t know yet.

“Kendi kafamda, ben her zaman bir süperstardım. Yalnızca siz bunu bilmiyordunuz.” Belki Stan Lee’nin şöhretinin fuar salonlarını, üniversite amfilerini, çizgi roman dükkanlarını aşıp tüm dünyaya yayılması da benzer bir şekilde tanımlanabilir.

İşin özeti şu: Stan Lee, her zaman bir çizgi roman yazarından fazlasıydı. Oldukça uzun bir süre çizgi roman yazmasına rağmen, ona asıl ününü getiren dönem yalnızca on bir yıllık bir yazarlık dönemiydi – ama bunun sonrasında da çizgi romanlar için bir temsilci olmayı, Stan’s Soapbox’u yazmayı, hayranlarla iletişime geçmeyi sürdürmüştü.

İşte bu yüzden, Stan Lee’nin bir yazar olarak sesini çizgi romanlardan değil, Stan’s Soapbox’tan çıkarttığımı söylerken yalnız olmadığını düşünüyorum.

stanleeninardindan4.jpg

Stan Lee’nin eğlenceli karakterini gösteren en iyi örneklerden bir tanesi. 

Ölümünden birkaç gün önce, Marvel Comics’te editör olarak yerini alan Roy Thomas Stan Lee’yi ziyaret etmiş. Ziyaret sırasında Stan Lee’yi sakin, huzurlu, ama eski enerjisinden yoksun bir şekilde gördüğünü aktarmış. Roy Thomas’ın Stan Lee ile son buluşmasından, filmlerdeki sahnelerle ilgili kısa bir cümle:

I think he was ready to go. But he was still talking about doing more cameos. As long as he had the energy for it and didn’t have to travel, Stan was always up to do some more cameos. He got a kick out of those more than anything else.

Sanırım [bu dünyadan] gitmeye hazırdı. Ama hala yeni cameo sahneleri çekmekten söz ediyordu. Enerjisi olduğu ve seyahat etmesini gerektirmediği sürece, Stan her zaman cameo sahneleri çekmek isterdi. Ona her şeyden çok bunlar keyif veriyordu.

Tıpkı pek çok insanın onu ve karakterini cameo sahneleriyle tanıması gibi, Stan Lee’nin de en çok keyif aldığı şeyin bu sahnelerde yer almak olması… Bana göre bu şaşırtıcı değil.

Tabi ki – Türkçe, İngilizce veya herhangi bir dilde – internette bu konuyla ilgili yazılar yazan insanların %99.9’u gibi, ben de Stan Lee’yi şahsen tanımıyorum. Ama iddiaya girmem gerekse, Stan Lee’nin “Stan’s Soapbox”u yazmaktan veya fuarlarda hayranlarıyla tanışmaktan, çizgi roman yazmaya göre daha fazla keyif aldığını söylerdim.

Stan Lee ve Steve Ditko

stanleeninardindansteveditko.jpg

Steve Ditko – Stan Lee ile birlikte Spider-Man’i yaratan çizer

Biliyorsunuz internette günümüzün en popüler sitelerinden bir tanesi Reddit. Bu site aslında kendi içinde hareket eden topluluklardan oluşsa da, bunların birçoğuna yayılan ortak bir dil ve kültür de oluşuyor.

Bu kültürün ilginç bir boyutu, günümüzün çok sesli dünyasının doğasına da aykırı olarak, herkes tarafından sevilen, herkesin çok iyi insanlar olarak gördüğü bazı kişilerin belirlenmesi. Bunlar arasında – sanırım gerçekten herkes tarafından sevilen – en meşhur örnek, Bob Ross.

Stan Lee’nin ölümünden sonra, Reddit’te çeşitli topluluklarda onun da bu şekilde hatırlanacağını yazanlar olduğunu gördüm. Bu konular tabi çok anlamlı, çok detaylı analize tabi tutulabilecek şeyler değiller ve sonradan ortaya çıkan gelişmelere göre çok hızlı değişebiliyorlar: Bir süre önce, Bill Cosby’nin ismi de benzer şekilde anılıyordu. Şu anda bildiğim kadarıyla hapis cezası almış durumda.

Ben, günün sonunda, Stan Lee’nin bu şekilde hatırlanacağını zannetmiyorum. Evet, yarattığı karakterler ve daha sonra üstlendiği rol nedeniyle Stan Lee çok ciddi bir kesim tarafından hayranlıkla sevilen birisi. Ama ismi etrafında çok ciddi tartışmalar da dönüyor.

Bu tartışmaların büyük bir bölümü, Stan Lee’nin yaptığı işlere yaklaşımınız ile alakalı. Süper kahraman çizgi romanlarını ve filmlerini sevenler için, Stan Lee neredeyse bir ilah konumunda. Süper kahraman çizgi romanlarını ve filmlerini sevmeyenler için ise, eh, tabi durum pek böyle değil. Konuyla yakından ilgilenenler, bu noktada Bill Maher’in Stan Lee’nin ölümünden sonra söylediklerini hatırlayacaktır.

Ama süper kahraman çizgi romanlarını sevenler için bile, Stan Lee her zaman kusursuz bir figür değil.

Bu nasıl olabilir? Süper kahraman çizgi romanlarından hoşlanan birisi, Spider-Man, X-Men, Avengers ve çok daha fazlasının yaratıcısını nasıl ve neden sevmeyebilir?

Cevap sorunun içinde gizli – çünkü ciddi bir kesim, Stan Lee’nin bu karakterleri yaratmadığını düşünüyor.

Çizgi roman tarihi açısından; Stan Lee’nin bu karakterleri yaratmakta ve onları başarılı kılan hikayeleri yazmakta çok ufak bir rol oynadığını, birlikte çalıştığı çizerlere çok fazla iş yıktığını, asıl işi bu çizerler yaparken, Stan Lee’nin sadece hayranlarla etkileşime girip, şöhretin tadını çıkarttığını iddia eden önemli argümanlar var.

Bu argümanların çıkışı, Stan Lee ile birlikte günümüzde tanıdığımız Marvel Comics’i yaratan iki çizere, Steve Ditko (Dr. Strange, Spider-Man) ve Jack Kirby’ye (Fantastic Four, Avengers, X-Men, Thor, Hulk ve daha fazlası) dayanıyor.

Steve Ditko, biraz daha “basit” bir iddiada bulunuyor. Yıllarca Spider-Man’in tek yaratıcısı olarak Stan Lee’nin görülmesinden rahatsız olan Ditko, bunun bir “Stan Lee Creation” olarak değil, kendisi ve Lee arasında bir “co-creation” olarak görülmesi gerektiğini savunuyor.

steveditkostanlee.jpg

Steve Ditko’nun iddiasını desteklemek için yaptığı bir çizim.

Günümüz standartlarında bu sorgu – sual kabul etmeyecek kadar doğal bir iddia, ama, Stan Lee’nin iddiası basit: Örümcek güçleri olan bir süper kahraman hikayesi yapalım diyen bendim, o halde Spider-Man’i “yaratan” da bendim. Ditko yalnızca bunun çizeriydi.

Peki ama Stan, ya senin fikrini Steve Ditko hayata geçirmeseydi? Ya başka bir çizerle, bu karakteri doğru yansıtamayacak bir çizerle çalışsaydın ve tamamen başarısız olsaydın?

O zaman da ben başarısız bir şey “yaratmış” olurdum.

Bu diyalog aşağıdaki videodan:

Bu videonun 3:30 – 4:05 arasındaki bölümü, Stan Lee’yi tanımak isteyen herkesin mutlaka izlemesi gereken bir sahne.

Eğer işe Steve Ditko açısından bakarsak, Stan Lee’nin burada söylediği şeyi biraz acımasız bulabiliriz. Ama bu yazı için, Stan Lee açısından bakalım: Saniyeler içinde, Steve Ditko için yapılan bir belgeselde, bilinçli olarak kendisini köşeye sıkıştırmak için sorulan bir soruya; bu hızla, bu zekayla, bu doğallıkla, bu kelime seçimiyle cevap verebilmek. Bana göre Stan Lee’nin otuz saniyelik bir özeti.

Bunu izlerken, Stan Lee’nin karşısındaki kişinin Jonathan Ross olduğunu hatırlamak gerekiyor. İngiltere’de sivri dilli talk show programları yapan, ünlülerle konuşmak, onları zor durumda bırakmak konusunda uzman olan bir adam – ve Stan Lee’nin cevabı karşısında, o bile söyleyecek bir şey bulamayıp gülmeye başlıyor.

Önemli bir detay: Stan Lee’nin söylediği komik bir şey veya bir espri falan değil. Ama o kadar beklenmedik, o kadar iyi bir cevap ki, Jonathan Ross’un gülmekten başka yapabileceği bir şey yok.

Türkçede tam bir karşılığı olduğunu sanmıyorum, İngilizce’de “wit” diye bir kelime var. Sözlüklerde “ince zeka”, “zeka kıvraklığı”, “nüktecilik” gibi anlamlar verilmiş. Eğer Stan Lee’yi tanımlayacak tek bir kelime seçmem gerekse, o kelime bu olurdu.

Stan Lee ve Jack Kirby

stanleeninardindanjackkirby.jpg

Jack Kirby

Dediğim gibi, Stan Lee ile Steve Ditko arasındaki tartışma, aslında o kadar kapsamlı bir şey değil. Steve Ditko Spider-Man’in yaratılmasında kendisinin de payı olduğunu, bunun tek kişinin yarattığı bir çizgi roman olmadığını ifade ediyor ve bu ifade günümüzde kabul görüyor.

Hatta, dönemin Spider-Man çizgi romanlarına baktığınızda, Ditko’nun hak ettiği takdiri görmeye başladığını dahi görüyorsunuz: Serinin yirmi beşinci sayısından itibaren, Stan Lee yazar olarak gözükmeye devam etse de, “plotter” olarak Ditko’ya da kredi verilmeye başlanıyor.

1965 yılında Stan Lee’nin verdiği bir röportajdan önemli bir kesit:

I don’t plot Spider-Man any more. Steve Ditko, the artist, has been doing the stories. I guess I’ll leave him alone until sales start to slip. Since Spidey got so popular, Ditko thinks he’s the genius of the world. We were arguing so much over plot lines I told him to start making up his own stories. He won’t let anybody else ink his drawings either. He just drops off the finished pages with notes at the margins and I fill in the dialogue. I never know what he’ll come up with next, but it’s interesting to work that way.”

*

Spider-Man’i artık ben kurgulamıyorum. Hikayeleri çizer Steve Ditko yazıyor. Sanırım satışlar düşene kadar onu kendi haline bırakacağım. Spidey bu kadar popüler olduğundan beri, Ditko kendisini dünyanın en büyük dehası olarak görmeye başladı, çizgi romanda işlenmesi gereken hikayeler hakkında o kadar çok kavga ediyorduk ki ona kendi hikayelerini yaratmasını söyledim. Kendi çizimlerini başkasının renklendirmesine de izin vermiyor. Tamamlanmış sayfaları altında notlarla bırakıyor, ben de diyalogları dolduruyorum. Bir sonraki sayı için nasıl bir şey getireceğini hiç bilmiyorum, ama bu şekilde çalışmak ilginç.

Spider-Man, Stan Lee ve Steve Ditko arasındaki bu konu hakkında daha fazlası için, şu yazıya ve altındaki notlara göz atabilirsiniz.

Stan Lee ve Steve Ditko arasındaki konu kompleks bir mesele. Ancak Stan Lee ve Jack Kirby arasındakiyle karşılaştırdığınızda çok ufak kalıyor. Steve Ditko’nun Stan Lee hakkında tek söylediği şu: Spider-Man Stan Lee’nin tek başına yarattığı bir karakter değildir, ikimiz tarafından ortak yaratılmış bir karakterdir.

Jack Kirby’nin iddiaları ise apayrı bir seviyede.

Devam etmeden önce şunu söylemek zorundayız: Marvel’ın tarihi açısından baktığınızda, Steve Ditko’nun tüm yeteneğine ve Spider-Man’in daha sonradan kazandığı büyük popülariteye rağmen, Jack Kirby çok daha önemli bir isim.

Kirby, bu dönemin en popüler serisi olan Fantastic Four’un dışında Avengers, X-Men, Hulk, Thor, Iron Man gibi karakterlerin yaratıcısı. Aynı zamanda, Spider-Man ve Daredevil gibi karakterlerin yaratım sürecinde de belli bir düzeyde rol oynadığı biliniyor, ama aşağıda daha detaylı olarak okuyacağınız tartışmalar nedeniyle, bu rolün miktarını tam olarak bilemiyoruz.

Zira, sadece bir “ortak yaratım” iddiasında bulunan Steve Ditko’nun aksine, Jack Kirby şunu söylüyor: Birlikte çalıştığımız süre boyunca, Stan Lee hiçbir şey yaratmadı, hiçbir şey yazmadı, yalnızca benim çizip yazdıklarımı biraz daha süsleyerek, editörlük maaşının üstüne bir de yazarlık maaşı aldı.

İşte bunları söylediği örneklerden iki tanesi:

GROTH: And you two collaborated on all the monster stories?

KIRBY: Stan Lee and I never collaborated on anything! I’ve never seen Stan Lee write anything. I used to write the stories just like I always did.

Groth (Soruyu soran kişi, Gary Groth): İkiniz bu canavar hikayelerinde de birlikte çalıştınız, değil mi?

Jack Kirby: Stan ve ben hiçbir şeyde birlikte çalışmadık! Stan Lee’nin hiçbir şey yazdığını görmedim, bu hikayeleri, her zaman yaptığım gibi, ben tek başıma yazardım.

GROTH: On all the monster stories it says “Stan Lee and Jack Kirby.” What did he do to warrant his name being on them?

KIRBY: Nothing! OK?

GROTH: Did he dialogue them?

KIRBY: No, I dialogued them. If Stan Lee ever got a thing dialogued, he would get it from someone working in the office. I would write out the whole story on the back of every page. I would write the dialogue on the back or a description of what was going on. Then Stan Lee would hand them to some guy and he would write in the dialogue. In this way Stan Lee made more pay than he did as an editor. This is the way Stan Lee became the writer. Besides collecting the editor’s pay, he collected writer’s pay. I’m not saying Stan Lee had a bad business head on. I think he took advantage of whoever was working for him.

Groth: Bütün canavar hikayelerinin başında “Stan Lee ve Jack Kirby” yazıyor. Peki Stan Lee bu hikayelerin başında isminin yazması için ne yaptı?

Kirby: Hiçbir şey! Tamam mı?

Groth: Diyalogları mı o yazardı?

Kirby: Hayır, diyalogları ben yazardım. Eğer Stan’in herhangi bir şeye diyalog yazması gerekse, bunu ofiste çalışan bir başkasına yaptırırdı. Ben hikayenin tamamını her sayfanın arkasına yazardım. Diyaloğu veya olmakta olan olayları burada belirtirdim. Daha sonra Stan Lee bunu birine verirdi ve o kişi diyalogları yerlerine yazardı. Bu şekilde Stan Lee editör olarak kazandığından çok daha fazla para kazandı. İşte Stan Lee böyle yazar oldu. Editör maaşı almanın yanı sıra, bir de yazar maaşı alırdı (…)

Tahmin edebileceğiniz gibi, bütün bunlar bu yazıda inceleyebileceğimizden çok daha fazla detay içeriyor. Sadece şunu söylemekle yetineceğim: Jack Kirby’nin Stan Lee hakkında söylediklerinin doğru olduğunu düşünmemizi gerektirecek bazı somut kanıtlar bulunduğu gibi, bunların doğru olmadığını düşünmemizi gerektiren somut kanıtlar da bulunuyor.

stanleeninardindan10.JPG

1980’li yıllardan, Stan Lee ve Jack Kirby arasında dostane bir fotoğraf – fuardaki bu dostça resme karşın, Jack Kirby kısa süre sonra verdiği bir röportajda aralarındaki sorunların çözülmediğini ifade ediyor. 

Bu, çizgi roman tarihinin karmaşık, zor ve çok boyutlu bir meselesi. Tabi işin merkezinde Marvel Evreni ve Marvel karakterleri gibi markalar bulunduğu ve Stan Lee “ortaklarının” çok ötesinde bir popülarite kazandığı için, üzerinde tartışılmaya, yazılıp çizilmeye de devam ediliyor.

Yazının başında linkini verdiğim Stan Lee Özel Dosyası, bu konuya meraklıysanız aradığınız bazı sorulara cevap bulmanızı sağlayabilir.

Stan Lee’nin Mirası

stanleeninardindan1.jpeg

Steve Ditko ve Jack Kirby ile olan bu karmaşık ilişkisi; yarattığı çizgi romanlarda aslında söylediği kadar rol oynamadığı fikri ve belki de daha önemlisi, birlikte çalıştığı çizerlerin “hakkını yediği” düşüncesi çizgi roman okurları arasında yaygın olarak bilinen bir düşünce.

Bu yüzden, Stan Lee’nin gelecekteki imajının bahsettiğim  “herkes tarafından sevilen adam” imajına uyacağını zannetmiyorum. Ölüm haberinin üzerinden biraz daha süre geçtikten sonra, çizgi roman ve benzeri konularla ilgilenen sitelerde ve sosyal medya hesaplarında muhtemelen Stan Lee ile ilgili yazılan her olumlu şeyin altında bu konulardan bahsederek cevap verecek birileri de olacak.

Bununla birlikte, Stan Lee’nin birlikte çalıştığı çizerlerin “hakkını yiyen” birisi olarak da hatırlanacağını düşünmüyorum. Jack Kirby ve Steve Ditko’nun belli açılardan hakkının yendiği kesin olsa da, bunların sorumlusu Stan Lee mi, veya Stan Lee bilinçli olarak böyle bir durum için mi çalışıyor, bu apayrı bir soru — ve bu apayrı sorunun en muhtemel cevabı hayır; Stan Lee’nin birlikte çalıştığı çizerlere göre en büyük farkı, Marvel ile arasını daha uzun süre iyi tutmayı başarmış olması, ama bilinçli olarak onların önüne geçmek, onları “kazıklamak” için çabaladığını iddia etmek daha ciddi bir önerme.

stanleeninardindan1.jpg

Stan Lee gelmiş geçmiş en büyük çizgi roman yazarı olarak mı hatırlanacak? Bu da başka bir ihtimal. Benim buradaki düşüncem, Stan Lee’nin mirasının bu da olmaması gerektiği yönünde. Dürüst konuşmak gerekirse, bunun bir “şahsi düşünce” olmanın da ötesinde olduğunu söyleyebilirim.

Stan Lee hakkında yazılıp çizilen bunca şeye rağmen, bana göre Stan Lee’yi gerçekten anlamak ve gerçekten değerlendirmek için bilinmesi gereken ilk şey,  Marvel Metodu gibi kötü bir isim verilen “çizgi roman üretme” yöntemi. Stan Lee tarafından yaratılan ve Marvel’ın 1960 – 70 yılları arasındaki “patlama” döneminde yaygın olarak kullanılan Marvel metodu, Lee’nin çizgi roman yazarlığını düşünürken mutlaka dikkate alınması gereken bir kavram. Tam olarak ne olduğunu yukarıdaki linkten daha iyi okuyabileceğiniz bu yöntem,  Stan Lee’nin kariyerinin en başarılı döneminde bir çizgi roman yazarının yapması gereken temel şeyi – çizgi roman senaryosu yazmayı – yapmadığını gösteriyor.

Yazının bu noktasına kadar bahsettiğim “tartışmalı” noktaların aksine, Marvel Metodu kullanıldığını kesin olarak bildiğimiz, somut olarak iddia edebileceğimiz bir kavram. Bu şekilde düşündüğünüz zaman, belli bir bilgi birikimine sahip olduktan sonra insanların Stan Lee’yi gelmiş geçmiş en büyük çizgi roman yazarı olarak görmemesi gerekiyor, ama tabi internette – özellikle de ölümünden sonra yapılan yorumlarda – gelmiş geçmiş en büyük “çizeri” kaybettiğimizi söyleyenler bile var, o yüzden bu konuda da gerçekçi bir tavrın nasıl olması gerektiğini pek bilmiyorum.

Benim bu konudaki şahsi düşüncem, bütün bahsettiklerime rağmen Stan Lee’nin her şeye rağmen Marvel Evreni’nin yaratıcısı olarak hatırlanması gerektiği yönünde. Marvel Metodu’nun yazarlık ve üretim konusunda ortaya koyduğu sıkıntılar bariz, ama bunların arkasında yarattığı çok büyük avantajlar da var.

1960’lı yıllarda Fantastic Four’dan başlayarak Marvel Evreni’nin yaratılması, bu başarıya yeni (ve Captain America ile Namor’un durumunda, eski) karakterlerin eklenmesi, bu hikayelerin belli bir devamlılık içinde anlatılması, bütün bunların çok sınırlı bir ekip tarafından yönlendirilebilmesi ve okuyucuların farklı serileri tanıyarak ilerlemesine imkan tanınması, bunlar herkesten önce Stan Lee’nin başarıları.

Olası bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için şunu ekleyeyim: Bu süreçte yaratılan farklı farklı karakterlerde, yazılıp – çizilen çizgi romanlarda Steve Ditko ve Jack Kirby’nin daha fazla rolü olabilir. Ama bunların koordinasyonunu sağlamakta, bunları tanıtmakta, bunların insanlara hitap etmesini sağlayacak fikirleri bulmakta Stan Lee’nin büyük bir rolü olduğu kesin.

Stan Lee: Bir Karşılaştırma

stanleeninardindan11.jpg

Stan Lee’nin ölümü beklenmeyen veya şok edici bir olay değildi. Günün sonunda kendisi doksan beş yaşındaydı ve sağlığının bozulduğu az çok biliniyordu.

İnsanların yapmayı sevdiği karşılaştırmalardan bir tanesi, Stan Lee’yi modern dönemin Walt Disney’i olarak göstermek. Yarattıkları karakterlere ve içinde bulundukları sektörlere bakıldığında, bu karşılaştırma aslında gayet makul gözüküyor.

Tabi bu karşılaştırmaların herhangi bir anlamı olup olmadığını uzun süre tartışabiliriz. Ama özellikle Stan Lee’yi çizgi romanlarla ilgilenmeyen birisine anlatırken, ben tamamen farklı bir karşılaştırma kullanmayı tercih ediyorum.

Bana göre, Apple ve teknoloji için Steve Jobs neyse, Marvel ve belki bütün çizgi roman dünyası için, Stan Lee de az çok buydu. Bu karşılaştırma, özellikle ikisinin “hayranlar” arasında sahip olduğu konumu da biraz düşününce daha mantıklı hale geliyor.

Steve Jobs yaşamış en önemli bilgisayar programcısı, en iyi ürün tasarımcısı veya döneminin en büyük vizyoneri miydi? Muhtemelen hayır. Bu alanların hepsinde ondan daha ön plana çıkan kişiler bulabilirsiniz. Ama şu bir gerçek – Steve Jobs’un iyi fikirleri vardı ve bunları dünyayla paylaşmak konusunda ciddi bir yeteneğe sahipti. iPhone’un başarısında kim daha fazla pay sahibi? Dokunmatik ekran kullanma tecrübesini bambaşka bir seviyeye taşıyan mühendis ve tasarımcılar mı? Yoksa “stylus” kullanmayı her koşulda reddeden, bu teknolojiyi talep eden ve bu fikri o meşhur konuşmasında dakikalar içinde herkese “satan” Steve Jobs mu?

Herkesin bu soruya verdiği cevap farklı olabilir. Ama Stan Lee – Jack Kirby – Steve Ditko üçlüsü arasındaki iş bölümü ve Stan Lee’nin asıl “başarılı” olduğu nokta da benzerdi.

Stan Lee’nin birkaç sene önce verdiği bir röportajdan, Marvel içindeki konumunu anlattığı birkaç cümle:

I have no standing at Marvel where I decide what projects get made or who gets hired, and certainly none at Disney, which now owns Marvel.  I’m a guy they hire as a writer or producer and also to go to conventions and do things like that.  Mostly I’m just a pretty face they keep for the public.

Marvel’da hangi projenin yapılıp yapılmadığını veya kimin işe alındığını belirlemek gibi bir yetkim yok; şu anda Marvel’ın sahibi olan Disney’de ise hiç yok. Ben bir yazar veya yapımcı olarak iş verdikleri, veya fuarlara ve benzeri şeylere gönderdikleri birisiyim. Aslında sadece halk için el altında tuttukları güzel bir suratım.

Eh, “pretty face” ifadesini çevirmek pek kolay değil.

Stan Lee’nin Marvel ile ilişkisi yalnızca 2010’lu yıllarda değil, 1970’lerden sonra genel olarak bu şekildeydi. Ve tabi pek çok açıdan, kendisi de bu role çok uygundu.

Aşağıdaki panele bir göz atın:

stanleeninardından.jpg

Jack Kirby, sıkıcı ve klişe kötü adam “False Face”i yaratırken, Stan Lee bunu bayağı buluyor, kendilerinden daha yüksek bir standart bekleyen “hayranlarının” isteklerini savunup, daha “heyecan verici” bir kötü karakter kullanmak istiyor.

Bu panel Fantastic Four serisinin onuncu sayısından – Stan Lee ve Jack Kirby’nin bir Marvel çizgi romanında doğrudan karşımıza çıktığı ilk sahneler…

Eğer yazıda bu noktaya kadar gelip, bir de üzerine Marvel Metodu yazısını incelemiş olan bir kullanıcımızdan biriyseniz (!) buradaki önemli detayı da yakalarsınız: Muhtemelen Jack Kirby bu panelleri çizdiğinde, diyalog kutuları boş şekilde Stan Lee’nin önüne gitmiş, Stan Lee bunları “uygun şekilde” doldurmuştu…

Son Notlar

Marvel çizgi romanları okumayı sevip, Stan Lee’nin hayatını kaybetmesine üzülmeyen birisi olmuş mudur bilmiyorum.

Elbette hayatta başımıza ne geleceğini ve ne gibi beklenmedik olaylarla karşılaşacağımızı bilmemiz mümkün değil. Ama yaşı nedeniyle, çok büyük ihtimalle Stan Lee’nin öldüğü günü göreceğimi tahmin ediyordum. Hatta, dört – beş yıl önce, bu yazıda sık sık bahsettiğim Stan Lee Özel Dosyasını yazarken kelimelerimi çok dikkatli seçtiğimi, o öldükten sonra “hoş karşılanmayacak” bir şeyler yazmamak için uğraştığımı hatırlıyorum.

Bu yazıyı yazarken, geri dönüp oradaki yazıları da okudum. Birkaç dilbilgisi hatası düzeltmek ve yazıları sitenin yeni haline uygun hale getirmek dışında pek bir düzenleme yapmadım. Hem orada, hem de bu yazıda Stan Lee ile ilgili yazdığım şeylerin – eğer böyle bir kelimeyi kullanmak mümkünse – nesnelliğe yakın olduğuna inanıyorum. Herhalde Stan Lee’nin çok büyük hayranı olan birisi yine de bunların yazılmasına öfkelenecektir, ama niyetimi elimden geldiğince açıklayabildiğimi düşünüyorum.

Stan Lee, Marvel Comics için önemi abartılamayacak bir kişiydi. Bu kendisine atfedilen şeylerin bir sonucu mu, yoksa farklı gerekçelerin mi – belki de ölümünden sonra bunu tartışmanın çok bir anlamı yok. Yine de, bu yazıda elimden geldiğince bu konularla ilgili de bir şeyler yazmaya çalıştım.

stanleeardindanson.jpg

Çizgi roman tarihi açısından Jack Kirby – Steve Ditko ve Stan Lee arasındaki “Marvel’ın başarısının en büyük sorumlusu kim?” sorusu hep ana ilgi alanlarımdan bir tanesiydi. Bu kişisel olarak benim için önemli bir konu. Bu yüzden, Stan Lee’yi bu sorulardan bağımsız olarak düşünmem çok kolay değil – konuyla gerçekten ilgilenen kişiler için de olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Buna karşın, Stan Lee’nin öldüğünü öğrendiğimde ilk hissettiğim bunların tamamından bağımsız bir üzüntü oldu.

Üzüntü derken yine internetin farklı yerlerinde karşınıza çıkmış olabilecek aşırı trajik şeylerden bahsetmiyorum. Stan Lee’nin ölümünden sonra, kısa bir süre önce babasını kaybetmiş bir gencin yazdığı bir mesajı okudum. Yirmi yaşındaki kız arkadaşı, babasının ölümüne fazla aldırmamış, bir iki destek sözcüğü dışında çok bir üzüntü belirtisi göstermemiş. Stan Lee öldükten sonra ise yaklaşık altı saatlik bir ağlama nöbetine girmiş. Mesajı yazan kişi, kız arkadaşıyla bununla ilgili kavga ettikleri için kötü adamın kendisi olup olmadığı yönünde fikir almaya çalışıyordu…

Çok duygusal bir insan olduğumu iddia etmiyorum, ama tanımadığınız birinin ölümüne saatlerce ağlayarak tepki vermek bana biraz tuhaf geliyor. Bununla birlikte, ünlü birinin ölümüne üzülmeyi anlayabiliyorum. Burada belki de bizi asıl üzen tanımadığımız birinin ölümü değil, kendi geçmişimizde o kişiyle özdeşleştirdiğimiz anılar ve geride bıraktığımız zamana duyulan bir özlem oluyor. Gerçek bir yas duygusundan ziyade, ani ve şiddetli bir nostalji hissi.

Stan Lee’nin çizgi roman yazdığı döneme nostalji hissedebilecek kadar yaşlı değilim. Lee, Ditko ve Kirby ortaklığında üretilen çizgi romanları “çocukluk”tan çok sonra, çizgi romanla ciddi şekilde ilgilenmeye başladıktan sonra, ayrı bir merak olarak okudum.

Ama Stan Lee’nin öldüğünü ilk duyduğumda; ne onunla Kirby arasındaki çekişmeyi, ne yazdığı çizgi romanları, ne de Marvel için önemini düşündüm. İlk anda aklıma gelen, bunların hepsinden çok daha farklı bir şeydi.

Bundan epey bir yıl önce, tatil döneminde iki – üç ay kalmak için yazlığa giderdik. Bu tatillerde geceleri en önemli eğlencem, bavula sığdırabildiğim kadar çizgi romanı sırayla okumak olurdu.

Bir sene, sanıyorum yine bu yazlık sürecinden hemen önce, deli gibi para biriktirip 90’ların sonunda, 2000’lerin başında yayımlanan oldukça kalabalık bir fasikül seti almıştım. Haftalar boyunca evde yere düşen madeni paraları bile toplamayı içeren, uzun bir para biriktirme serüveniydi – tabi hal böyle olunca, yazlığa giden çizgi romanlar da bunlar olmuştu.

Bu seriyle ilgili, iki büyük hayal kırıklığı yaşadım. Birincisi, setin içinden iki sayı eksik çıkmış, hikayenin en keyifli yerlerinden ikisi gitmişti. İkincisi, serinin ilk birkaç sayısından sonra başlayan Stan’s Soapbox, kısa süre sonra yayından kalkmıştı. Sebebi sanırım Stan Lee’nin filmlerden elde edilen gelirler konusunda Marvel ile davalık olmasıydı, ama kronoloji tam uyuyor mu, bundan emin değilim.

Stan Lee’nin öldüğünü öğrendiğimde, bu seride Stan’s Soapbox’un olmadığını fark ettiğim ilk sayıyı okurken hissettiklerimi hatırladım. Uzun yaşamı nedeniyle, Stan Lee 60’larda, 70’lerde, 80’lerde, 90’larda, hatta 2000’lerde ve 2010’larda çocuk olan pek çok çizgi roman okurunun asla unutmayacağı bir isim, onların çocukluğunun bir parçası olacak. Belki evrensel olarak hep iyi hatırlanmayacak, ama zannediyorum kendisinden sonra kimsenin de pek erişemeyeceği bu özelliğe her zaman sahip olacak.

Stan Lee’nin hayatını, yaptıklarını, yazdıklarını ve yarattıklarını düşünürken, onu bir çizgi roman yazarından çok daha fazlası haline getiren bu detayları da hatırlamak gerekiyor.