Marvel Comics İncelemeleri

Age of Ultron # 7

Işık hızıyla hareket eden Age of Ultron serisi, dün çıkan yedinci sayısıyla bitime bir adım daha yaklaştı. İlk altı sayının, biraz yavaş ilerlemesine rağmen, hem sağlam bir arka plan kurması; hem de, hızlı yayın politikasının, hikayenin ağır akışını büyük ölçüde kapatması, Marvel’ın şu ana kadar bu seride okuyucuları fazla kızdıracak bir şey yapmamasını sağladı.

Fakat altı başarılı sayıya rağmen, Age of Ultron’un iyi olduğunu söylemek için henüz erken – çünkü “Marvel’ın her şeyi berbat etme anı” olarak tanımlayabileceğimiz ince çizgiyi, henüz geçmediğimiz bir gerçek. Yedinci sayı, bizi serinin “ölüm – kalım” noktasına bir adım daha yaklaştırıyor, ama kesin bir yargı sağlamak için yeterli kanıt sunmuyor.

Sayıya, geçtiğimiz sayının bizi merakta bıraktığı yerden, geçmişe giderek Hank Pym’i öldüren ve dolayısıyla, Ultron’un hiç olmamasını sağlayan Wolverine ve Sue Storm’un “yarattıkları” yeni geleceğe dönmesibden başlıyoruz. Savage Land’e geri dönen, ve burayı bir serpinti halinde bulan ikili, daha sonra (tabi ki) New York’a doğru hareketleniyor.

Nick Fury’nin uçan arabasıyla New York’a da sağ salim varan kahramanlarımızı, asıl sürpriz burada bekliyor: The Defenders!

Hank Pym’i öldürmeleri sonucu değişen gelecekte, New York’un önemli kahraman grubu, görebildiğimiz kadarıyla Avengers değil, Defenders olmuş durumda. Hulk, Wolverine, Thing ve Dr. Strange gibi, birkaç ufak değişiklik haricinde bildiğimiz hallerine benzer olan karakterlerin yanı sıra, Nick Fury tarzı bir göz bandı takan Colonel America, kendisinden çok Cable’a benzeyen (ve gerçekten de, Cable adını kullanan) Scott Summers ve Captain Marvel olarak karşımıza çıkan Wasp’ten oluşan bu takım, New York’a girer girmez Sue Storm ve Wolverine’e saldırıyor, ve bildiğimiz Wolverine, bu zamanın Wolverine’ini sayının kayda değer bir bölümünü kaplayan bir mücadeleden sonra alt etse de, sonunda onları etkisiz hale getirmeyi başarıyor.

Daha sonra, Defenders takımı içinde kısa süreliğine “O’na haber vermemiz lazım!”, “O’nunla muhatap olmak istemiyorum.” şeklinde konuşmalar yaşanıyor, ve Bendis, okuyucuyu “O”nun kim olduğu konusunda fazla meraka düşürmeden, sayıyı aşağıda gördüğünüz şekilde bitiriyor.

 Yorumlar

Sayının bize fazla ipucu verdiğini, bu geleceğin nasıl mümkün olduğunu söylemek mümkün değil. Bendis sadece Secret Invasion olayının bu gerçeklikte de yaşandığını, fakat çeşitli farklılıklarla atlatıldığını ima ediyor: Sue ve Logan’ın Savage Land’de bir Skrull kafatası bulup bu konuyla ilgili yorum yapması da, Defenders takımının Sue ve Logan’ı Skrull sanmaları da, bu yönde bazı göstergeler.

Bu açıdan, normal şartlarda Secret Invasion sonrasında Marvel’ın lideri olarak konumunu kaybeden Iron Man’in, bu gerçeklikte gücünü korumayı başardığını varsaymak mümkün. Fakat tabi bu ne diğer karakterlerdeki değişimleri tam olarak açıklıyor, ne de kesin bir sonuç anlamına geliyor: Tek bilinen şu ki, Iron Man’in “yönettiği” Dünya, birkaç sayıdır gördüğümüz “Ultron Çağı’ndan” çok da farklı değil. Şehrin üzerinde yine çeşitli robotlar devriye geziyor, Tony kendi yaptığı cihazlarla Defenders’ın karşısına çıkıyor, hatta kendisi bile, (son zamanlarda sık kullanılan bir Iron Man temasına paralel olarak) insandan çok makineye benziyor. Bu açıdan, aslında Age of Tony, pek çok açıdan Age of Ultron’la benzerlikler taşıyor.

Yazının başında dediğim gibi, bu sayıda kesin bir yargıya varmayacağım. Her seride, okuyucunun tuzağa düşürülmesi, şaşırtılması, işlerin “beklendiği gibi gitmemesi” gereken noktalar vardır. Secret Invasion’da bu Norman’ın Skrull Kraliçe’sini öldürmesi ve bu şekilde gücü eline almasıydı, Avengers vs. X-Men’de Phoenix’in Cyclops ve diğer X-Men üyeleriyle birleşmesiydi – bu seride de, muhtemelen bu gerçeklik olacak. Ama bu sayı, bu gerçekliğin sadece tanıtımı – Sue ve Logan’ın buna verecekleri tepki, muhtemelen gerçekliğin kendisinden daha önemli.

O yüzden, bu sayıda Age of Ultron’un tamamıyla ilgili kesin bir yargıya varmayacağım – “Marvel sonunda harikalar yarattı” veya “Marvel işi yine eline yüzüne bulaştırdı” gibi bir şey söylemek için daha çok erken – ve bu yüzden, bu iki durum da bir ihtimal.

Tekil olarak bu sayıyla ilgili de, sevdiğim ve sevmediğim şeyler var.

Sue ve Logan arasındaki, başta geçen “öldürme” konulu muhabbet bence sayının iyi yanlarından biriydi – Sue her ne kadar olduğundan biraz daha naif bir şekilde resmedilmiş olsa da, Brian Michael Bendis büyük ihtimalle “süper kahramanları birbirleriyle diyaloğa sokma” konusunda gelmiş geçmiş en iyi yazarlardan biri.

Buna paralel olarak, iki Wolverine arasındaki konuşma, ve daha görmüş geçirmiş, daha erdemli bir havayla konuşan “bizim” Wolverine’in söyledikleri de önemliydi. Bu serinin diğer incelemelerine bakacak olursanız, daha önceden de Bendis’in “okuyucuların kafasında canlanabilecek” sorulara cevap verdiğinden bahsettiğimi görebilirsiniz. Burada da, “Bu karakterler o kadar zaman yolculuğu görüp geçiriyorlar, Hank Pym gibi bir adamı öldürmenin bu kadar dramatik sonuçları olacağını tahmin edemiyorlar mı?” gibi bir sorunun cevabı verimiş: Evet, elbette biliyorlar, ve buna rağmen yapıyorlar, çünkü ne kadar değişirse değişsin, o geleceğin Ultron’un hükmünden daha iyi olacağına eminler.

Bu sayıda “beğenmediğimi” söyleyebileceğim önemli unsurlardan biri ne yazık ki çizimler. Siteyi takip ediyorsanız biliyorsunuzdur, ben hikaye ve kurgunun sağlamlığını çizimlerden daha çok önemserim, hatta çizimler aşırı rahatsız edici olmadığı sürece genelde fazla yorum da yapmam. O yüzden, benim “çizimlerde sıkıntı var” diyebilmem için, gerçekten çok ciddi bir sıkıntı olması gerekir. Age of Ultron # 7’de, çizimlerin, “Bu ne lan?” dedirttiği birkaç sahne var. Özellikle Sue Storm çizimleri, ve “close up” denebilecek yakın plan çizimler hiç olmamış.

Örneğin, bu ne lan?

Bunun gibi birkaç örnek daha var.

Çizimler dışında, bu sayıda öyle eleştirilmesinde fazla anlam olan bir konu yok. Age of Ultron # 7, AU serisi için son dönemeç. Bundan sonra, bu seri ya olacak, ya da olmayacak. Bunu muhtemelen sekizinci sayıda net olarak görebileceğiz.