İtalyan Çizgi Romanları

Nathan Never – Cilt 3 (# 17, # 18, # 19)

AltEvren son günlerde biraz durgun olmasına rağmen, AltEvren Gurme’deki, ya da aynı ölçüde doğru bir adlandırmayla,  “Lone Wolf – Nathan El Ele Derneği”ndeki incelemelerimiz, tüm hızıyla devam ediyor.

Tıpkı Lal Kitap’tan çıkan diğer iki kitapta olduğu gibi, Never’ın bu cildi de, biri tek sayılık, biri iki sayılık iki hikayeden oluşuyor. Son iki sayıda anlatılan trajik hikaye, her şeyden önce, Nathan Never karakterine kattığı arka plan nedeniyle kayda değer.

İlk hikaye, bir şirket tarafından manipüle edilen, öldürücü bir salgın hastalık etrafında gelişiyor, ve ucunun “yarı açık” bırakılması dışında, açıkçası bu cildin daha sonraki hikayesinin gerisinde kalan bir hikaye olmuş. Yine de, bu hikayenin sıkıcı veya kötü olduğu anlamına gelmemeli, sanırım artık kullanabileceğim bir deyimle, “klasik bir Nathan hikayesi”.

Bu ciltte asıl önemli olan ve asıl bahsetmek istediğim hikaye ise, on sekizinci ve on dokuzuncu sayılarda devam eden ve merkeze Nathan Never’ın kızı Ann’i getiren karışık hikaye. “Bıçak Sırtı” ve “On Birinci Emir” hikayeleri, adeta bu sayıya kadar karşımıza sert, yenilmez ve klasik bir anti kahraman figürü olarak çıkan Nathan Never’ı derinleştirmeye adanmış. Geçmiş ve şimdiki zamanın birlikte işlendiği bu iki hikayede, hem Nathan Never’ın karısını ve kızını nasıl “kaybettiğini”, hem de, bu kayıpların temel sorumlusu olan Ned Mace ile nasıl tekrar karşı karşıya geldiğini görüyoruz.

Daha önceki hikayelerde, fazla bir detay görmesek de, Nathan’ın bir karısı olduğunu ve öldüğünü biliyorduk. Bu durum, sadece işini yapan, sağlam karakterli bir adam olan Nathan Never’in kişiliği için önemli bir boyuttu – zira eşini kaybetmiş olması, ona trajik bir boyut katıyor, başına buyruk, insanlara güvenmeyen, sert tavırları için ciddi bir arka plan oluşturuyordu.

Bu sayıda, birincisi, Nathan Never’ın aynı zamanda bir de kızı olduğunu, ve Ned Mace’in kendisini kaçırıp uzun bir süre esir tutması sonucunda “otistik olduğunu” öğreniyoruz. Burada benim bir cahilliğim mi var, yazarlar mı bir hata yapmış, yoksa olay çeviride mi kaybolmuş bunu tam olarak bilmiyorum; fakat kız aslında doğuştan otistik değil – bir şekilde sonradan otistik oluyor. Bu benim bildiğim kadarıyla tıbben mümkün olan bir şey değil, ama yanılıyor olabilirim, ki çok önemli bir mesele de değil, çünkü Ann çevresine karşı neredeyse tamamen ilgisiz olmak gibi, babasını bile tanımamak, ya da tanısa da, ona karşı herhangi bir ilgi göstermemek gibi, çeşitli otizm belirtileri gösteriyor.

Sayı ilerledikçe, Nathan’ın ara ara kızını ziyarete geldiğini, kızın yıllar boyunca Ned Mace’in kontrolü altında kaldıktan sonra Alfa Ajansı’nın liderleri tarafından bulunduğunu, hatta Nathan’ın ajansa katılması için neredeyse bir şantaj olarak kullanıldığını öğreniyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz “trajik boyutu”, Nathan’ın karakterine asıl katan unsur bu.

Fakat, bu sayıya kadar bu işlevi taşıyan “karısının ölümü” konusu,bu sayıda Nathan’ın eşi Laura ile olan ilişkisinden bazı sahneler gördükçe netleşiyor. Birincisi, Nathan’ın öyle kendisine duygusal bir boyut katacak kadar eşiyle ve ailesiyle ilgilenmediğini görüyoruz. Alfa Ajansı’ndan önce çalıştığı işi, polislik, hayatının büyük bölümünü kapsıyor, ve kendisinin karısıyla ve çocuğuyla çok az ilgilendiği gösteriliyor.

Üstelik, işleri daha da kötüleştirmek için, Nathan’ın karısını aldattığını, hatta, karısını aldattığı kişinin, karısının ölümünde pay sahibi olduğunu öğreniyoruz. O yüzden, hayır, karısını kaybetmesi Nathan için düşündüğümüz gibi öyle muazzam bir trajedi falan değil, ya da öyleyse bile, işin “vicdan azabı” boyutu, trajedi boyutunun çok üzerinde. Açıkçası karısının ölmüş olması gerçeği ile duygusal bir boyut kazandırılan bir karakterin karısını aldatıyor oluşu, Nathan Never serisinde beni çok şaşırtan, ve açıkçası beğendiğim ilk ciddi “twist” oldu.

Birkaç şey de Ned Mace karakteri üzerine söylemek gerekiyor. Flashback döneminde neredeyse bir süper suçlu, “supervillain” olarak resmedilen Ned Mace, günümzüde çılgın bir profesör tarafından bir denek olarak kullanılan zayıf bir karaktere indirgenmiş durumda, fakat kendisinin “süper” güçleri ortadan kalkmış değil. Nathan’ın kızı Ann gibi, kendisinin de telepatik güçleri var, ve karakter her gündeme geldiğinde, “Dünya’nın ilk süper suçlusu olmak istiyordu.” gibi cümleler kuruluyor.

İtalyan çizgi romanlarının Amerikan kültüründe ve Amerikan çizgi romanlarından çok ciddi miktarda esinlendiği bir gerçek, Nathan Never serisi de başlı başına bunun bir örneği. Fakat, Supervillain konseptinin bu kadar açık seçik seriye dahil ediliyor olması da, insanların vücudunu ele geçirerek onlarla simbiyotik ilişkiler kuran uzaylılardan sonra, “comics”e yapılan çok ciddi bir “atıf.”

Üçüncü cilt de, tüm bu unsurlar nedeniyle, Nathan Never külliyatına başlayacak biri için olmazsa olmaz bir eser. Tüm derinliğine ve kompleksliğine rağmen, hikayelerde hala olağanüstü bir şey yok, her şey fazlasıyla sıradan ilerliyor, ama serinin altyapısı, karakterleri ve diğer unsurları, gelecekte olağanüstü hikayeleri mümkün kılacak şekilde ilerliyor.

Ben de, bu yüzden Nathan Never okumaya devam ediyorum.