Marvel Comics İncelemeleri

Age of Ultron # 2

Age of Ultron’un son derece hızlı bir programla yayınlanacağını daha önceden söylemiştik. Serinin ikinci sayısı da, geçen hafta satışa sunulan ilk sayının ardından, raflardaki yerini aldı.

Kurgu ve mantık olarak, Age of Ultron ikinci sayıda da ilk sayıda verdiğinden çok fazla bir şey vermiyor. Tıpkı açılışta olduğu gibi, bu sayıda da “iki farklı hikaye” olarak tanımlayabileceğimiz olaylar görüyoruz, ve bu sayede Bendis bu korkunç Age of Ultron geleceğini inşa etmeye devam ediyor.

 

Marvel çizgi romanlarının büyük çoğunluğunun aksine, Age of Ultron # 2 geçen sayının başladığı New York’ta değil, Amerika’nın batısında, San Francisco’da başlıyor. San Francisco’da da durum New York’takinden pek farklı değil, her şey yerle bir olmuş, insanlar Ultron’un yardımcıları tarafından “avlanarak” öldürülüyorlar, hatta hayatta kalanlar kendi aralarında bile yaşam mücadelesi vermek zorunda kalıyorlar.

Bu durumlardan birinde, Black Widow’un hayatta kalmayı başarmış bir vatandaşla başa çıkmasını izliyoruz. Widow bir an için zor durumda kalsa da, uzaktan işaret diliyle anlaştığı Moon Knight tarafından kurtarılıyor, ve daha sonra gizli bir geçit yardımıyla onun saklandığı yere, Nick Fury’nin Secret Invasion sırasında kullandığı karargaha gitmeyi başarıyor. Eski kafalı bir adam olan Nick Fury’nin, fazla teknolojiyle donatmadığı bu karargah, oldukça güvenli bir yer gibi gözükse de, Natasha ve Marc Spector orada uzun süre kalmayacaklarının farkındalar – artık öyle dünyayı kurtarma falan gibi bir amaçları da kalmamış, öleceklerini bilen, fakat en azından ölürken Ultron’u da kendileriyle birlikte götürmek isteyen iki Avengers üyesi durumundalar.

Güzelliği ile bilinen Black Widow’un şu halini de paylaşalım, sanırım durumun ciddiyeti hakkında daha fazla bilgi verecektir:

Bu sahnelerden sonra, tekrar olayın başladığı yere, New York’a dönüyoruz. Burada geçen sayının bıraktığı yerden devam ettiğimizi söylemek sanırım yanlış olmaz. Birinci sayıda Hawkeye tarafından kurtarılan Spider-Man, bu sayıda başından geçenleri anlatıyor: Bir gün kestirirken dışarıdan gelen sesleri duymuş, şehrin yok olmakta olduğunu görünce dışarı çıkıp bir şeyler yapmaya çalışmış, fakat bir anda bembeyaz bir ışığın parlamasıyla kendinden geçmiş ve tutsak olarak uyanmış.

Bu anıları anlattıktan sonra, kendisini esir tutanların ona sürekli ilaçlar verdiklerini ve onu Ultron’a satmaktan bahsettiklerini söylüyor, ve bu da kahramanlar arasında bir tartışma konusu oluyor. Ultron’un bazı “super-villian”larla birlikte iş yapma ihtimaliyle, Spider-Man’ı elinde tutan The Owl’un Ultron konusunda çok iyimser olma ihtimalini karşılaştıran süper kahramanlarımız, Spider-Man’ın en sonunda sorduğu “Ne Yapıyoruz?” sorusuna ise, “Hayatta kalıyoruz.” diye cevap veriyor.

Fakat, Tony Stark’ın verdiği bu cevaba, katılmayan birisi var. Kim olduğunu muhtemelen tahmin etmişsinizdir, ama eğer “Bir sayıda çaresizlik içinde düşünen Captain America sahnesi varsa, o Captain America bir sonraki sayıda yerinden her şeyi çözmüş olarak kalkar” düşüncesine aşina olmayan bir okuyucuysanız, cevap çizgi romanın son sahnesinde gizli:

Yorumlar

Avengers vs. X-Men sırasında, Marvel’ın şöyle bir sorunu vardı: Yayın sürecinin dandikliği, çıkan sayıların kalitesini negatif yönde etkiliyor, normalde iyi (hatta çok iyi) olabilecek sayılar, sadece yanlış zamanda çıktıkları için anlamsız hale gelebiliyordu. Örneğin, New Avengers # 29 aslında serinin kahramanları gibi gözüken Avengers takımına çok ciddi sorular soran, “Siz X-Men Phoenix’i kontrol edemeyeceğinden emin olduğunuz için mi, yoksa kontrol edip dünyayı kusursuz bir yer haline getirdiklerinde, bu dünyada size yer olmayacağı için mi savaşıyorsunuz?” şeklinde mantıklı bir açıklama talep eden, kaliteli bir sayıydı.

Fakat, sayı yayın programı içinde (kronolojik olarak Marvel Evreni içinde değil, sayının yayınlanış süreci içinde) X-Men tarafı kontrolünü kaybettikten sonra çıktığı için, normalde çok makul sorular soran bu kaliteli sayı, tamamen anlamsız bir hale gelmişti.

Age of Ultron’un ikinci sayısı da tam tersi bir durumdan faydalanıyor. Açıkçası, bu sayıda ilk sayının bize söylemediği hiçbir şey yok. Spider-Man’in uyanıp Ultron’un saldırısına ilk tanık olduğu anı gözler önüne seren Flashback önemli bir sahne olabilir, fakat sonuçta bize yine konuyla ilgili herhangi bir arka plan, herhangi bir detay vermiyor, sadece bu olayın olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. O yüzden, bu sayı olsa olsa ilk sayının yarattığı atmosferi, güçlendirebilecek bir sayı olarak görülebilir.

Peki öyle mi?

Bence evet. Moon Knight ve Black Widow sahnelerinden, kahramanların durumuna kadar her şey anlatılması faydalı olan şeyler. Bu sayıda öyle büyük bir gelişme, önemli bir bilgi, şok edici bir sahne falan yok, fakat yine de hikayenin gidişatı açısından önemli bir rol oynuyor. Yayın programının sağladığı avantaj ise şurada: Eğer ben, bir okuyucu olarak merak ettiğim bir hikayenin ikinci sayısını, normalde olacağı gibi bir ay, veya iyi ihtimalle iki-üç hafta beklemiş olsam, ve bu uzun bekleme süresi sonunda bana sunulan sayı bu olsa, muhtemelen çok da memnun kalmazdım. Fakat arada sadece bir hafta olduğu için, bu sayı oldukça kabul edilebilir bir hale geliyor, ki bu da hızlı bir yayın politikasının avantajlarından birisi.

Ufak bir parantez de sanırım Spider-Man için açılmalı. Newsarama’ya verdiği röportajda Bendis’in gördüğümüz Spider-Man’ın, Superior Spider-Man, yani Otto Octavius olduğunu teyit ettiğini paylaşmıştım. Ama Bendis üstüne basa basa bunun öyle çok büyük bir Spider-Man çizgi romanı olmadığını, karakterin Peter ya da Otto olmasının çok da bir şey değiştirmeyeceğini de eklemişti – bu sayıda da bunu görmek mümkün. Evet, konuşan karakter Otto da olabilir, Peter da, fakat kesinlikle Otto olarak kurgulanmadığını anlamak mümkün. Bu da Age of Ultron’un bu kadar gecikmesinin bir sonucu elbette, çok büyük ihtimalle, Bendis bu sayıyı yazarken Superior Spider-Man fikri ortada bile yoktu.

Neyse, daha fazla uzatmayalım. İlk incelemenin başında da dediğim gibi, Age of Ultron # 1 klasik bir açılış sayısı değildi, fakat Age of Ultron # 2 klasik bir ikinci sayı olmuş – ama zaten iki sayı birbirinin ardından hızla yayınlandığı için, ikisini tek bir “açılış” olarak görmek mümkün.

Bryan Hitch’in çizimleri konusunda da yine söylenebilecek fazla bir şey yok. Etrafta kendisinin çizimlerini eleştirenler var, ki bunlara karakter çizimlerinin yıkılmış şehir çizimlerinin arkasında kaldığı konusunda katılmak mümkün, fakat Marvel’la artık çalışmak istemediği yönündeki dedikodular ve bu serinin (ki tamamını da değil, ancak yarısını) bu kadar sallana sallana, adeta istemeye istemeye bitirdiği de düşünülürse, yine de ortalamanın çok üstünde.