İtalyan Çizgi Romanları

Corto Maltese – Kayıp Kıta Mu

Corto Maltese, İtalyan çizgi romanları arasında son derece prestijli bir yere sahip. Bunu anlatmak için, sanırım Umberto Eco’nun şu sözleri yeterli olacaktır:

“Rahatlamak için bir şeyler okumak istediğimde Engels’in makalelerini okurum; daha ciddi bir şeyler istediğimde ise Corto Maltese.”

 

 

Western tarzının baskın olduğu İtalyan çizgi romanları içinde, Corto Maltese, Eco’nun bu sözünden de anlayabileceğiniz gibi, özel bir yere sahip. Genelde daha ağır konular işleyen, ve macera anlamında olmasa da, maceraların yaşanışı sırasında her türlü bilim dalına ve edebiyata yaptığı göndermelerle entelektüel olarak tanımlanabilecek bir çizgi roman karakteri olan Corto Maltese’in, son yayınlanan macerası yukarıda resmini görebileceğiniz Kayıp Kıta Mu.

Eğer siteyi takip ediyorsanız tahmin edebileceğiniz gibi, İtalyan çizgi romanları bana görece uzak olan bir ekol. Her ne kadar tam bir çizgi roman okuru olmadığım yıllarda sağda solda bulduğum Tommiks’leri ve Mister No’ları okumuşluğum olsa da, AltEvren açılana kadar bu tür içinde, Amerikan çizgi romanları veya Fransız çizgi romanlarında olduğu kadar geniş bir bilgi birikimim yoktu.

Bunun temel sebebinin, bir dil sorunu olduğunu düşünüyorum. İngilizce biliyorum, dolayısıyla İngilizce çizgi romanları okumak benim için sorun olmuyor. Aynı şekilde, Fransızca da biliyorum, bu yüzden Fransız ekolüyle de bir sorunum yok. Fakat İtalyanca bilmediğimden, bu ekoldeki çizgi romanlara karşı biraz mesafeliyim.

Ülkemizde en fazla çevrilmiş olan ekolün İtalyan ekolü olması bu açıdan sevindirici, fakat Corto Maltese’in Kayıp Kıta Mu macerası gibi çalışmalar, ne yazık ki beni bu türe karşı olan mesafemi korumaya yaklaştırıyor.

Dost Yayınları’nın 2004 yılında yayınladığı bu eser, bir şekilde ulaşmış olduğu kütüphanemde yıllardır okunmayı bekliyordu. Birkaç kez okumaya heves etmiştim, fakat ilk sayfalardaki konuşan balık/tanrıların diyalogları öylesine okunamaz gelmişti ki, sayfaları çevirmeye yönelik en ufak bir istek bile duymamıştım.

Bugün kendimi ne olursa olsun çizgi roman okumam gereken bir ruh hali içinde bulunca, Kayıp Kıta Mu’yu sonunda okumayı başardım.

Kayıp Kıta Mu, adından da anlaşılabileceği gibi, Corto Maltese ve sadık dostu (ve bazen, bir o kadar sadık düşmanı) Rasputin’i, batmış bir kıtanın arayışı için Orta Amerika’ya götürüyor. Burada, yaklaşık elli sayfalık bir prolog boyunca (kitabın kendisi de zaten yüz yetmiş sayfa uzunluğunda) Maltese ve içinde bulunduğu tekneyi, bu tekneyi soymak isteyen bir grup “çakma korsanı” ve Orta Amerikalı yerlileri takip ediyoruz.

Bu yerliler, teknedeki hanımlardan birisi olan Soledad’ı kaçırınca; Maltese, Rasputin ve arkadaşlarının bir bölümü, hem onu kurtarmak, hem de Kayıp Kıta Mu, ya da Atlantis, ya da batıp gitmiş bu gizemli dünya artık her neyse, onu bulmak için karaya çıkmaya karar veriyorlar.

Hikayenin bundan sonraki bölümü, Maltese’in yer altında bu kıtayı ve Soledad’ı bulma amacıyla, farklı kültürlerle, doğaüstü yaratıklarla, kendisini durdurmak isteyen ve kendisine yardımcı olmak isteyen metafiziksel olgularla ve farklı yaratıklarla mücadele ederek, bir labirent içerisinde ilerlemesine, ve sonuç olarak Kayıp Kıta’nın sırlarını keşfedip, aslında kaçırılmadığını, bir yerliye aşık olduğu için gönüllü olarak burada kalacağını öğrendiğimiz Soledad’ı bulmasına ayrılıyor.

İtalyan çizgi romanlarıyla ilgili genel serzenişimden anlamış olabileceğiniz gibi, kitabın çevirisi çok kötü. İtalyanca bilmediğim ve kitabın İngilizce baskısı olmadığı için, çeviriyi sağlıklı olarak değerlendirmem mümkün değil, fakat çizgi roman boyunca o kadar başarısız, o kadar anlaşılmaz bir Türkçe var ki, eserin diyaloglarının en az yüzde ellisi birbirinden tamamen farklı konuşmalarmış gibi hissettiriyor. Bu da, ne yazık ki eserin bütün okunabilirliğini ortadan kaldırıyor.

Çevirinin biraz ötesine bakıp eseri anlamaya çalıştığınızda ise, durum yine çok başarılı değil. Pratt’ın oldukça basit ve düz bir anlatı tarzı var, ve hikayenin tamamı diyaloglar üzerinden ilerliyor. “Caption” dediğimiz anlatı “kutucuk”ları “Birkaç saat sonra…”, “Ertesi gün…” gibi temel zaman değişimleri haricinde neredeyse hiç kullanılmamış. Bu elbette Pratt’ın kendi tarzı ve eleştirilebilecek bir şey değil, fakat diyalogların bu versiyonda büyük ölçüde anlaşılamaz olması, Pratt’ın hikayesinin bu öğe üzerinden ilerlediği düşünülürse, ciddi anlamda sıkıntı yaratıyor.

Hikayenin kendisini de, açıkçası fazla beğendiğimi söyleyemem. Bu dediğim gibi Corto’nun son macerası, fakat her şey ana karakterimiz için biraz fazla kolay gerçekleşiyor. Labirenti geçmeye çalışırken kendi becerisinden çok, doğru yerde ve doğru zamanda doğru şeylerin olması onu hayatta tutuyor, hatta adaya ilk çıktıkları anda düşen bir uçağın içinden kurtardıkları bir kadın dahi, Corto’nun bir tanıdığının arkadaşı çıkıyor. Bu açıdan, hikayenin biraz fazla iyi ilerlediğini ve her şeyin çok fazla “yolunda” gittiğini düşünüyorum. Kişisel bir tercih olarak, “Kayıp Kıta Arayışı” konusunu, bu konu üzerinden yapılan göndermeleri ve bulunan kayıp kıtanın, yer altında doğaüstü canlıların yaşadığı tamamen fantastik bir evren olması fikrini de pek beğenmediğimi söyleyebilirim.

Bunun dışında eserin, en azından Hugo Pratt’in, kalitesini konuşturduğu yerler de elbette var. Okuyabildiğim kadarıyla Corto Maltese ile fazlasıyla özdeşleşmiş olan tarih arkaplanı ve entelektüel göndermeler, bu çizgi romanda da sık sık karşımıza çıkıyor. Bu belki de şu an yer verdiğimden çok daha önemli bir nokta, çünkü Umberto Eco’nun yukarıdaki sözünün ne kadar doğru olduğunun bir kanıtı – görebildiğim kadarıyla, Corto Maltese okumak için Pratt’in ilgi duyduğu alanlarda bilgi sahibi olmak şart.

Aynı şekilde, spesifik olarak Mu ve Atlantis konularında yapılan araştırma ve kullanılan alıntılar / yapılan göndermeler de etkileyici. Çizgi romanın ciddiye alınabilecek bir sanat olduğunu kanıtlama amacıyla hareket eden biri için, bunları görmek tabi ki sevindirici.

Bunun ötesinde, Pratt’in sanatı da – yukarıda değindiğim gibi geleneksel olsa da- büyük ölçüde başarılı ve hikayenin tarzına uyuyor. Ama burada da getirilebilecek ufak bir “eleştiri” var.

Eserin ortalarında, Corto Maltese labirenti geçmek için “sihirli mantarlar” yemeye başlıyor, çünkü karşısına çıkan doğaüstü kişiler bunun kendisine güç vereceğini söylüyorlar. Corto bu mantarlardan ciddi bir miktar tüketiyor, ve sık sık da “etrafta çok mantar ve çok duman” olmasından şikayet ediyor. İlerleyen sayfalarda da, neyin bir düş, neyinse gerçek olduğunu ayırt edemeyecek hale geldiğini söylüyor.

Burada Pratt’in “mantar ve dumanla” ne anlatmak istediğini açık açık söylememe gerek olmadığını düşünüyorum – fakat öyle bir durum var ki, Corto gerçekle düşü ayırt edebilme yeteneğini kaybettiği sıralarda bile, panellerdeki durum aynı “gerçekçilik”te ve aynı geleneksellikte devam ediyor. Bu tabi çizerin tarzı ile çok alakalı bir konu, ama ben Pratt burada daha deneysel bir tarz kullansa, veya en azından, Corto’nun halüsinatif halini, yazıyla olduğu kadar çizimleriyle de göstermeye çalışsa, daha etkileyici bir görsel anlatı ortaya çıkabilirdi diye düşünüyorum.

Yine de, öyle dedim ama, bu tam olarak bir eleştiri veya Pratt’e işini öğretme çabası değil. Sadece okurken “Böyle bir stil kullanılsa nasıl olurdu?” diye aklıma takılan bir notka.

Daha fazla uzatmayayım (daha ne uzatacaksam…). Kayıp Kıta Mu’yu ne yazık ki beğenmedim, fakat “beğenmedim” demekten çok “okuyamadım” demem gerektiğinin bilincindeyim. Corto Maltese okumaya devam etmek istiyorum, o yüzden farklı kitaplara, ve belki, NTV Yayınları’nın yeniden çıkarttığı Corto’lara da bir göz atmam gerekebilir.

Bu arada, ufak bir rica olarak, şans eseri eserin İtalyanca halini okuyan varsa, fikirlerini gerçekten merak ettiğimi de eklemek istiyorum.