Özel Dosyalar - Seçtiklerimiz

Secret Wars: Bir Reed Richards, Dr. Doom ve Fantastic Four Finali

Secret Wars’u incelediğim Secret Wars #1-9 yazısının sonunda, bu çizgi romanın tek yazıyla incelenebilecek bir eser olmadığını ve ikinci bir yazıyla Marvel’ın bu büyük hikayesini okumanın alternatif bir yoluna yoğunlaşacağımı söylemiştim.

Bunu, daha önce sitede yayınladığım bir yazıyla daha iyi açıklayabileceğimi düşünüyorum.

2012 yılında yayınlanan bir başka büyük macera, Avengers vs. X-Men, inişli – çıkışlı bir hikaye olmakla beraber büyük ölçüde Marvel’ın “büyük hikaye” şemasına sadık kalan bir hikayeydi. Doğrudan ilgi çekici, popüler bir konu, basit bir hikaye kurgusu, ışıltılı – patlamalı savaş sahneleri ve haber sitelerinde yeteri kadar ilgi uyandıracak önemli gelişmeler, seriyi büyük ölçüde sıradan bir “event” haline getiriyordu.

Hikayenin tamamlanmasından sonra Avengers vs. X-Men’i incelerken, seri hakkında en dikkat çekici noktalardan birinin, Cyclops karakterinin yıllardır devam etmekte olan karakter gelişimine bir final olarak okunabilmesi olduğunu söylemiştim. Hatta, 2000’li yıllarda git gide karanlık bir figür haline gelen Cyclops’un, bir zamanlar “altın çocuğu” olduğu X-Men ekibinin kurucusu Profesör Xavier’ı öldürmesine kadar varan bu süreci, şöyle bir yazıyla uzun uzadıya değerlendirmiştim.

https://www.altevren.net/oezel-dosyalar/414-cyclops

Lafı fazla uzatmadan doğrudan bahsettiğim konuyu açıklayayım.

Tıpkı Avengers vs. X-Men – Cyclops durumunda olduğu gibi, Secret Wars da aslında her şeyden önce Marvel’ın iki önemli karakterini merkeze koyan, ve bunların bir süredir devam etmekte olan önemli karakter gelişimlerini finale ulaştıran bir seri olarak okunabilir. Jonathan Hickman’ın önce Fantastic Four, daha sonra da ağırlıklı olarak New Avengers serisinde ele aldığı bu iki karakter, Reed Richards ve Dr. Doom, doğrudan bir uzantısı oldukları aileye, Fantastic Four’a da bağlanarak, bana göre Secret Wars’un en ilgi çekici yanlarından bir tanesine konu olmuş durumdalar.

Bu yazıda, hem Hickman’ın Fantastic Four ve New Avengers sürecini merkeze alarak bu karakterlerin nasıl bir değişim ve gelişim gösterdiklerini açıklamaya, hem bunun süper kahraman literatürü içinde neden önemli yer tuttuğunu değerlendirmeye, hem de, Hickman’ın yazdığı finalin Marvel için neden oldukça uygun bir fikir olduğunu göstermeye çalışacağım.

Yazarlar ve Karakterler

Başlamadan, günümüz çizgi roman sektörü ile ilgili basit bir gerçeği hatırlatmanın faydalı olacağını düşünüyorum.

Her ne kadar süper kahramanların ilk ortaya çıktığı yıllarda çizgi roman yazarlığı – çizerliği büyük ölçüde para kazanmak için yapılan bir iş olsa da, günümüzde bu durum önemli oranda değişmiş durumda. Çizgi roman yazıp çizen insanlar, mesleklerini sadece para kazanmak için değil, bu yıllar boyunca hayallerini süsleyen bir iş olduğu için de yapıyorlar. Bir çizgi roman yazmanın veya çizmenin, bu mecrayı takip etmekle başlayan, ve başarılı olmak için yıllarca uğraşılan “ütopik bir meslek”, İngilizce deyişle, “dream job” haline geldiği bile söylenebilir.

Demanding Respect kitabının yazarı sosyolog Paul Lopes’in “fan artists”, “hayran sanatçılar” olarak tanımladığı bu kişilerin çizgi roman üretiyor olmasının, ilginç bir alt metni var elbette. Her ne kadar bu insanlar bu işten para kazanan, profesyonel kişiler olsalar da, çizgi romana ilgilerinin altında her şeyden önce bunları hayranlık derecesinde okumuş olmaları; karakterleri, evrenleri, hikayelerde kullanan öğeleri son derece iyi bilmeleri, bunları çok seviyor olmaları yatıyor. Hatta bir anlamda, bu işi hayatlarının merkezi haline getirecek kadar özümsedikleri için, süper kahraman ekolünün belki de en büyük hayranlarının, bu eserleri üretenler olduğu iddia edilebilir. 

Bu bağlamda, tıpkı çizgi roman okurları gibi, günümüzde çizgi roman yazan – çizen insanların da bu karakterler arasında favorileri olduğunu, belli karakterleri hayranlık düzeyinde sevdiklerini tahmin etmek zor değil. Tabi ki, profesyonel olarak bu durumu çok belli etmemeleri gerekiyor: bir yazar, sadece Captain America’yı çok sevdiği için bütün çizgi romanlarda Captain America’yı yenilmez ve kusursuz biri olarak gösterse bunun ne kadar sıkıcı hikayelere yol açacağını tahmin edebilirsiniz. Ama yine de, çeşitli noktalarda, zaman zaman kurgusal olarak, zaman zaman da kariyer tercihleri olarak, bu durum tespit edilebiliyor.

Dan Slott’un oldukça uzun bir süredir aralıksız Spider-Man yazması bunun güzel bir örneği. Hem Slott’un, hem de kendisini tanıyan diğer yazar çizerlerin röportajlarından anladığımız gibi, Dan Slott Spider-Man karakterine bayılıyor, ve bu karakterin hikayelerini yazmak kendisinin hayallerini süsleyen bir iş. Bu doğrultuda, pek çok yazar – çizer farklı farklı serilerde, farklı farklı karakterlerde karşımıza çıkarken, Dan Slott bir kere eline geçirdiği bu fırsatı, kullanabildiği kadar kullanmayı amaçlıyor.

secretwarsreedrichards1

Kurgusal anlamda daha bariz bir örnek olarak benim en sık başvurduğum seri Geoff Johns’un Rebirth ile başlayan Green Lantern yazarlık süreci. Özellikle çizgi roman okumaya yeni başlayan okurlar, süper kahraman evrenlerinin şaşalı dünyasına, renkli sahnelerine, kendi içlerinde karmaşık gerçeklikler yaratan kozmik mantıklarına kapılıp, bunların da tıpkı bizler gibi kanlı canlı insanlar tarafından yazılan eserler olduğunu unutabiliyor.

Oysa örneğin bu Green Lantern serisini, çok büyük bir Hal Jordan hayranının yazdığını kendinize hatırlatarak okuduğunuzda, pek çok sahnede bu gerçeği rahatlıkla tespit edebiliyorsunuz. Geri dönüş sürecinde geçmişiyle hesaplaşmasından DC Comics’in en “dokunulmaz” karakteri Batman’e attığı yumruğa kadar, bütün seride Hal Jordan’ın ne kadar karizmatik,  ne kadar “cool” bir adam olarak resmedildiğine dikkat etmemek neredeyse imkansız. Hatta, Green Lantern Rebirth incelemesinde değindiğim gibi, bu (ben de dahil) pek çok çizgi roman okurunun son derece beğendiği bir çizgi roman olmasına karşın, aynı zamanda bahsettiğim konu nedeniyle eleştirilmiş bir eser.

Tahmin edebileceğiniz gibi, bu konudan bu kadar uzun bahsetmemin sebebi, benzer bir durumun Jonathan Hickman – Reed Richards – Dr. Doom üçgeninde de karşımıza çıkmasından kaynaklanıyor. Epik hikayelerin ve çok spesifik bir bilim kurgu alt-türünün hayranı olmasının yanı sıra, Jonathan Hickman kendisini uzun süredir takip edenlerin rahatlıkla tespit edebileceği gibi, oldukça büyük bir Reed Richards ve Dr. Doom hayranı.

Kendi açıklamalarına baktığımızda, aslında Hickman’ın bu “hayran sanatçı” duruma bir istisna olduğunu da görüyoruz. Çocukluğu sırasında fazla Fantastic Four çizgi romanı okumadığını itiraf eden, ve F4 külliyatının tamamını ancak bu seride yazarlık yapacağı belli olduktan sonra sonra okuyan Hickman, bu okumalarını “sıkıştırılmış bir araştırma süreci” olarak tanımlıyor. Fakat bu eserleri okuyarak büyümüş olmasa bile, belli bir noktada Reed Richards – Dr. Doom karakterlerinin, ve bu iki karakter arasındaki benzersiz ilişkinin ilgisini çektiğini görmemek mümkün değil.

Aşağıdaki gibi son derece kayda değer sahneler, bu kendisinin bu karakterlere yaklaşımını da daha iyi ortaya koyuyor:

secretwarsreedrichards2

Daha önceden Hickman’ın Fantastic Four’u adlı yazıda belirttiğim gibi, Reed Richards hayranlığı Hickman’ın F4  yazarlığını almasında son derece önemli bir rol oyuyor. Çizgi romanların geleneksel unsurlarından mektup sayfasında açıkladıkları gibi, yazar adayı Hickman ve editör Tom Breevort bir nevi iş görüşmesi yaparken, Breevort “Fantastic Four’un en büyük sıkıntısının ne olduğunu,” “derginin neden başarısız hale geldiğini” soruyor. Hickman ise cevap olarak çizgi romanın “Reed Richards’a fazla yoğunlaştığını, çok Reed-odaklı bir eser haline geldiğini” ifade ediyor. Bir çözüm önerisi istendiğinde ise, “Reed’i ön plana çıkaran bir hikaye değil, sadece Reed ile ilgili bir hikaye anlatacağını” söylüyor.

Ve kendi yazdığı Fantastic Four, gerçekten de böyle bir dergi halini alıyor  – ama bu süreç, başta New Avengers dergisi olmakla birlikte, Hickman’ın Avengers yazarlığı sürecinde de devam ediyor.

Reed Richards

Peki, nedir bu süreçte yaşananlar? Bu iki hikayeyi birlikte okumaya değer kılan, Reed Richards’ı bu kadar ön plana çıkaran olaylar zinciri nasıl gelişiyor?

Elbette, toplamda iki yüz sayıyı aşkın bir hikaye kurgusunu özetlemeye imkan yok. Yukarıdaki Hickman’ın Fantastic Four’u yazısı, oldukça kapsamlı bir şekilde fikir verebilir, fakat Reed Richards bakış açısından yaklaştığımızda, belli başlı unsurları tekrar etmek aslında oldukça basit.

Hickman’ın Fantastic Four yazarlık süreci, Reed Richards’ın diğer paralel evrenleri gözlemlemesine yarayan The Bridge adlı bir cihaz icat etmesiyle başlıyor. The Bridge sayesinde Reed, farklı paralel evrenlerde de böyle bir cihazın (yine o evrenlerdeki Reed Richards’lar tarafından) icat edildiğini, ve bu karakterlerin birbirleriyle etkileşime geçerek, süper kahramanlığı bir üst boyuta taşıdığını, her şeyi kurtarabilecek potansiyelde insanlara dönüştüğünü görüyor.

Koca galaksilerin açlık sorunlarını bitiren, ölen yıldızları hayatta tutan, evren çapında büyük işler başaran bu Reed Richardslar, Marvel Evreni’ndeki Reed Richards’ı da kendilerine katılmaya davet ediyor. Fakat Reed, “her şeyi kurtarabilmek” için bu teklifi kabul etmeye hazırlanırken, konseydeki diğer karakterlerle ilgili bir gerçeğin farkına varıyor: Hepsi, hayatlarının bir noktasında, bu kutsal görevi sürdürebilmek için, ailelerinden, arkadaşlarından, çocuklarından feragat ediyorlar. Sue Storm, Franklin ve Valeria Richards, Johny Storm ve Ben Grimm, hepsi, bir noktada bu Reed’lerin hayatından ayrılıyor.

secretwarsreedrichards11

Fakat hikayenin devamında, Marvel’ın Celestials adlı, uzay tanrıları olarak tanımlanabilecek son derece güçlü ırkı, bu Reed Konseyi’ni keşfediyor. Bütün zihinsel kapasitelerine ve güçlerine rağmen, Reed Richards grubu Celestials’a karşı koyamıyor, ve sonuç olarak, tüm başarılarına rağmen, başarısız oluyorlar. “Her şeyi” kurtaramıyorlar.

Serinin ilerleyen noktalarında ise, “her şeyi kurtarmanın” aslında mümkün olduğu ortaya çıkıyor. Zira Reed Richards’ın, neredeyse sınırsız bir güce sahip olan oğlu Franklin Richards büyüdüğünde, Celestials ile savaşıp onları alt edebilecek güçte bir karakter haline geliyor. Fakat Marvel Evreni dışında hiçbir yerde, Reed Richards’lar – deyim yerindeyse – “aile babası” olmayı tercih etmediği için, bu evren dışında hiçbir yerde kahramanlık yapabilecek bir Franklin yetişmemiş oluyor.

Yukarıda bahsettiğim Hickman’ın Fantastic Four’u yazımdan kısa bir alıntı yapmak gerekirse, serinin bizi götürdüğü mantık akışı şu: Reed Richards, kendi ailesini terk edemediği için, aslında bencil ve zayıf bir karar alarak konseyi terk ediyor. Kendi kişisel mutluluğunu ve ailesinin mutluluğunu, bir kahramanın yapması gerekenin aksine, belki de trilyonlarca hayatı kurtarmaya tercih ediyor. Fakat, serinin sonunda ortaya çıkıyor ki, her şeyi çözmenin sırrı, güneşleri düzeltmekte ve galaksileri beslemekte değil, Franklin’i doğru bir şekilde yetiştirmekte. Çünkü her şeyi çözmesi gereken kişi, her şeyi çözmeye yetecek kadar kapasitesi olan kişi Reed değil. Her şeyi çözecek kişi, Franklin Richards.

Ve dolayısıyla, Reed ailesini terk etmediği için, ailesini trilyonlarca hayata tercih ettiği için, aslında diğer Reedlerin yarattığı ve yaptığı onlarca iyiliğin hiçbirini yaratamasa da, gerçekten önemli olan tek şeyi, Franklini yaratıyor. Ki bu da, asıl doğru tercihi Reedin yaptığı, Reedin etik olarak yanlış olan kararının, dönüp dolaşıp doğru karar haline geldiği anlamına geliyor.

Hickman Avengers serisine geçiş yaptığında da, Reed Richards karakteri önemini kaybetmiyor. Tam aksine, birkaç sene önce yaratılan Illuminati konsepti sayesinde, Hickman Richards’ı doğrudan hikayenin içinde kullanabiliyor, ve böylece bu karakterin üzerindeki etkisini birkaç yıl daha devam ettirme fırsatı buluyor.

secretwarsreedrichards6

Reed Richards’ın “Everything Dies.” temalı konuşması, Avengers – New Avengers serisinin ve Secret Wars’un en temel öğelerinden bir tanesi ve seri boyunca sık sık ziyaret edilen bir unsur.

Bu noktada, hem Fantastic Four’da, hem de New Avengers’ta bulunan önemli bir konuyu tespit etmek çok önemli. Her ne kadar Reed Richards kendine has süper güçleri olan bir karakter olsa da, vücudunu esnetebilme özelliği bu serilerde oldukça arka planda kalıyor. Nasıl ki Cyclops’un karakter gelişiminde önemli olan, gözlerinden atabildiği ışınlar değil de, mutant ırkını korumak uğruna yaptıkları ise, Reed Richards konusunda da, kolunun aşırı uzayabilmesi gibi basit bir olgu üzerine değil, Reed Richards’ın akılalmaz zekası üzerine yoğunlaşılıyor.

Hickman’ın bir Marvel.Com röportajında verdiği şu cevap da bu durumu ortaya koyar nitelikte:

Reed is a father and a friend and a husband and then a scientist and probably then a super hero.

Reed öncelikle bir baba, bir arkadaş ve koca, daha sonra bir bilim adamı ve muhtemelen daha sonra bir süper kahraman.

The Bridge gibi dahiyane bir buluşun ardından, Reed Richards New Avengers serisinde keşfedilen Incursion olayları hakkında da önemli bir otorite haline geliyor. Üstelik, git gide modernleşen ve kompleks hale gelen süper kahraman kurgularına örnek olarak gösterebileceğimiz “Incursion”lar, karakterlerin “savaşarak” alt edemeyeceği bir engel olarak sunuluyor. Bu, kimsenin döner tekme atarak veya ışın yollayarak altedebileceği basit bir düşman değil – bu sorunun çözülmesi için, sayılarca devam edecek bir araştırma, anlama ve planlama süreci geçmesi, karakterlerin (kendi dünyalarını korumak için, başka dünyaları yok etmek gibi) son derece ciddi etik sorularla yüzleşmesi gerekiyor.

Incursion konusu hakkında daha fazla bilgi almak için buraya tıklayın!

İşte böyle bir ortamda, Reed Richards, Marvel Evreni’nin belki de en zeki karakteri olarak, son derece farklı bir boyut kazanıyor. Seri boyunca kendisinin süper esneme özelliğini gördüğümüz yalnızca birkaç durum var – oysa karşı karşıya kaldıkları sorunu çözme yönündeki fikir yürütme süreci, New Avengers serisinin neredeyse tamamını kapsıyor.

Üstelik, Hickman bunu yaparken, basit karşılaştırmalar yapmak gibi, Reed Richards’ı yüceltmek için, diğer karakterleri aşağılamak gibi basit yollara gitmiyor. İnternet bugün (büyük ölçüde anlamsız olduğunu söyleyebileceğimiz) “Reed Richards mı daha akıllı, Tony Stark mı? / Bruce Banner mı daha zeki, Tony Stark mı?” gibi tartışmalarla dolu. Hickman böyle bir karşılaştırmaya gitmektense, Fantastic Four yazarlığı sırasında da başarıyla yaptığı gibi, bütün aktörleri ön plana çıkarmayı seçiyor.

New Avengers’ın ilk sayılarından şu sahne hoş bir örnek. Tony Stark, Incursion olaylarını durdurmak için güneşin enerjisini ciddi bir potansiyelle depolayan bir cihaz inşa ettiğinde, amiyane bir tabirle, Reed Richards’ın aklını başından alıyor:

secretwarsreedrichards3

Serinin ortalarına doğru ise roller değişiyor. Esrarengiz Black Swan karakteri, paralel evrenleri gözlemlemeye yarayan The Mirror adlı bir cihazdan bahsettiğinde, Reed onu anladığını, anlamak bir yana, bu cihazı inşa edebileceğini söylüyor. Tony Stark, kendine has iğneleyici üslupla, böyle bir şeyin mümkün olmadığını ima ediyor; ama elbette, Reed Richards Black Swan’ın Mirror olarak adlandırdığı, Tony Stark’ın inşa edilebilme ihtimaline bile gülüp geçtiği cihazı, daha “The Bridge” adıyla kullanmış durumda.

secretwarsreedrichards7

Avengers ve New Avengers serileri Secret Wars’a doğru ilerlerken, Reed Richards ve Illuminati, Steve Rogers önderliğindeki Avengers ekibi ile ciddi fikir ayrılıkları yaşayarak saklanmaya gidiyorlar. Gezegenin en parlak zihinleri olarak, Avengers takımının diğer üyelerinden uzun süre kaçmayı başarsalar da, sonuç olarak “Incursion”ları durduracak bir alternatif bulamıyorlar, ve Secret Wars hikayesinin temel taşlarından birini oluşturan, Life Raft’i inşa ediyorlar.

Bu noktaya kadar Reed Richards’ı basitçe özetlersek, karakterin gelmiş olduğu durum şu: Hickman, kendisini bir süper kahraman olarak değil, dehası evrensel, hatta biraz çizgi roman terminolojisi kullanacak olursak, “Multiverse” düzeyinde sonuçları olan bir karakter olarak ele alıyor. Bu zeka seviyesi, Fantastic Four serisinde, Reed Richards’ı “her şeyi çözmek” gibi abartılı bir hedefe yönlendiriyor, fakat bunu başarmak için, aslında hedefinde başarısız olarak, ailesini ön plana koyması gerekiyor.

Avengers ve New Avengers serilerinde, Marvel Multiverse’ünün yok olmakta olduğunun anlaşılması sonucunda, Reed Richards her şeyi kurtarmak için ikinci bir şans elde ediyor, fakat bu sefer doğrudan kendisinin yüzleşmesi gereken bu soruna karşı bir çözüm bulamıyor, ve en azından yok oluştan kurtulup ikinci bir şansa sahip olabilmek için, elinden geleni yaparak, dünyadan kurtarabildiği kadar şey kurtardığı bir “Life Raft” inşa ediyor. “Her şeyi” kurtarmak gibi bir hedefe ulaşamasa da, “her şeyin yok olduğu” bir senaryodan, ufak tefek de olsa, “bir şeyler kurtarmayı” başarıyor.

Bu noktada, Reed Richards’a biraz ara verip, Dr. Doom’a yoğunlaşmamız gerekiyor.

Dr. Doom

Çizgi romanlarda kötü karakterlerin git gide daha karmaşık, daha kompleks hale geldiklerini söylemeye sanırım gerek yok. Pek çok diğer karakterde olduğu gibi, Dr. Doom da yıllar geçtikçe basit, tek boyutlu bir kötü karakter olmanın ötesine geçmiş, etik açıdan son derece tartışılabilir konumlarda yer almış, “iyilik” ve “kötülük” gibi kavramların sınırlarını ciddi ölçüde esnetmiş bir karakter.

Hickman’ın Fantastic Four yazarlığı sırasında kendisinin bir “kötü adam” olarak olduğu kadar, Reed Richards’ın yanında savaşan, hatta Reed ve Sue Storm’un kızları Valeria Richards ile ilginç bağı nedeniyle, neredeyse ailenin istenmeyen bir parçası haline gelen Dr. Doom, bu seride olayların çözüme kavuşmasının ve evrenin Celestial tehdidinden kurtulmasının önemli bir unsuru haline geliyor.

Özellikle Fantastic Four’un devamındaki Future Foundation (FF) serisinde yaşanan olaylarda, kendisinin iki Infinity Gauntlet’i eline geçirmesi ve boş bir evrende bir “tanrı” olarak yer alması Dr. Doom’un Fantastic Four’daki karakter gelişimini önemli hale getiren unsurlar. Zira Secret Wars serisinde, Battleworld’ün tanrısı olarak gördüğümüz Dr. Doom karakterizasyonu, Hickman’ın bu anlamda ilk kullanımı değil. Hatta, yukarıdaki “I was a god (…) I found it beneath me” cümlesi, doğrudan bu hikaye kurgusuna atıfta bulunuyor.

secretwarsreedrichards9

Dr. Doom, kendisinden izinsiz olarak Latveria’ya girilmesini olağan mütevazılığıyla karşılıyor.

Ama elbette, Victor von Doom’un Marvel Evreni üzerinde abartılı bir önem kazanması Avengers – New Avengers serilerinin ortalarına kadar gerçekleşmiyor. Incursion denilen olaylardan, Illuminati’nin kendisinden izinsiz olarak Latveria’ya gelmesi ve bir Incursion durdurması sayesinde haberdar olan Doom; ne Illuminati ile, ne de daha sonra kendisinden yardım isteyen Namor ile çalışmaya sıcak bakıyor. Fakat iş “Incursion”lar gibi son derece önemli bir konuya geldiğinde, elbette bunlara karşı kayıtsız kalamıyor.

Karakterin git gide ilginç hale gelmesi de bu şekilde başlıyor. Molecule Man’in bütün bu senaryo içinde ne kadar önemli olduğunu anlayan ilk karakter olan Doom, onu kullanarak bu devasa yok oluşu tek başına durdurmaya çalışıyor. Seri ilerledikçe, Doom’un git gide daha çok cevabı bulduğunu, ve bir şeyler başarmaya en çok yaklaşan kişi haline geldiğini görüyoruz.

Bu noktada, Avengers – New Avengers ve Secret Wars hikayesi ile ilgili önemli bir noktayı hatırlatmakta fayda var. Serinin abartılı tanıtımları ve internette viral haline gelen açıklamaları nedeniyle, neredeyse herkes evrenin yok oluşundan The Beyonders adlı esrarengiz bir ırkın sorumlu olduğunu biliyor. Fakat bu, aslında Avengers – New Avengers serilerinde çok çok geç bir noktada öğrendiğimiz bir olay. Hikayenin başından beri, Incursion denilen olayların doğasını en iyi bilen karakter, Black Swan, bu evren çarpışmalarına Rabum Alal adlı bir karakterin neden olduğunu söylüyor. Bu bağlamda, bizi Secret Wars’a götüren süreç boyunca, evrenlerin yok olmasını sağlayan kişinin, serinin “büyük düşmanının” Rabum Alal olduğu yönünde çok çok güçlü bir fikir mevcut.

secretwarsreedrichards10

Elbette, sonunda Rabum Alal’ın kendisine Multiverse çapında bir kült yaratmış olan Dr. Doom’dan başkası olmadığı, ve Rabum Alal’in tek amacının, The Beyonders’ı durdurarak her şeyin yok olmasını engellemek olduğu ortaya çıkıyor. Bu büyük sırrın açıklanmasının ardından Doom; Reed Richards’ın, Tony Stark’ın, Bruce Banner’ın ve Illuminati’nin geri kalanının; Thor, Hyperion, Starbrand gibi abartılı karakterlerle dolu Avengers takımının; hatta Namor, Thanos, Maximus gibi karakterleri içeren Cabal’ın yapamadığını yapıyor, ve doğrudan sorunun köklerine inerek, The Beyonders ile savaşmaya gidiyor.

Dr. Doom bu amacında gerçek anlamda başarılı olamıyor, zira Beyonders ırkının “her şeyi yok etme” hedefi büyük ölçüde gerçekleşiyor. Fakat elbette, Doom’un iki büyük başarısı var: birincisi, bir şekilde, Doom Beyonders’ı ortadan kaldırmayı başarıyor, ve ikincisi, Battleworld’ü yaratarak, bir anlamda Beyonders’ın planını da tamamen alt üst etmiş oluyor.

Bu da bizi, Doom’un God Emperor Doom olarak Battleworld’ün başında yer aldığı kurguya getiriyor.

Bu uzun incelemenin son bölümüne giriş yapmadan önce, Dr. Doom ile ilgili temel bir noktayı da aradan çıkartmakta fayda var. Tıpkı Reed’in çeşitli karakter özelliklerinin fazlasıyla ön plana çıkarılması gibi, Dr. Doom da süper güçler dışında belli başlı özellikler ediniyor. Birincisi, Jonathan Hickman, favori kötü karakterinin Marvel Evreni içindeki “en önemli kötü adam” konuma yükseltildiğinden emin oluyor: evet, zaten karakterin geleneksel olarak Marvel’da çok önemli bir rolü olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu seriyle birlikte, Doom’un hırsı, kötülük kapasitesi ve kişisel irade gücünün boyutları o kadar yükseltiliyor ki, Doom kimsenin rahatsız etmek istemediği, asla kızdırılmaması gereken, neredeyse resmi olarak “tüm evrendeki en tehlikeli adam” rolünü üstlenen bir adam haline geliyor.

Bu konudaki ciddi rakiplerinden biri olan Thanos’u alt ettiği şu sahne, bu konunun bir sembolü olarak da okunabilir:

secretwarsreedrichards13

Aynı şekilde bu sahnede, Reed konseyindeki Reed Richards’lardan bir tanesi, Dr. Doom’un neredeyse her evren için ne kadar ciddi bir tehdit olduğunu açıkça ortaya koyuyor:

reedrichardssecretwars12

Tıpkı Reed Richards’da olduğu gibi, Dr. Doom’u da bu kadar önemli bir karakter haline getiren süper güçleri değil. İnanılmaz bilimsel yetenekleri ve sihir güçleri, Dr. Doom’u klasik bir süper kahraman anlatısında bile elbette son derece ciddi bir rakip haline getiriyor. Fakat onu bu kadar ön plana çıkaran unsurlar, Reed’inkine bile kafa tutabilecek oranda bir zeka, hiçbir şeye ve hiç kimseye, hiçbir şekilde teslim olmayan inanılmaz bir irade ve gerçekten akılalmaz boyutlarda bir ego olarak kurgulanıyor.

Bu aslında çok enteresan bir durum. Sıradan bir kötü karakterde olması gereken özelliklerin, gerçekten aşırı boyutlara çekilmesi ile, Jonathan Hickman son derece ilginç ve modern bir karakterizasyon yaratıyor. Bu söyleyeceğim son derece subjektif bir okuma, fakat bana öyle geliyor ki, Reed Richards ve bütün karakterlerin başarısız olduğu bir hedefte, Doom’un başarıya ulaşması da bu amansız irade gücünden ve egodan kaynaklanıyor. Doom’un kendisine olan hayranlığı, kendi hayatına ve yaptıklarına biçtiği değer o kadar yüksek düzeyde ki, Doom’un kendi yok oluşunu engellemek için hissettiği motivasyon, başka hiçbir karakterin ulaşamadığı bir seviyeye çıkıyor.

Doom’u, Beyonders karşısında muzaffer hale getiren iki faktör, kendi hayatının ortadan kaldırılmasına yol açacak hiçbir şeye izin vermeme dürtüsü olduğu kadar, hiç kimsenin kendisi kaderi üstünde söz hakkı sahibi olmasına dayanamadığı gerçeği ile de açıklanabilecek hale geliyor.

Bu ilginç bir durum, ama – tıpkı Reed’in asıl süper gücünün zekası haline gelmesi gibi – Doom’un asıl süper gücü de bu inanılmaz ego halini alıyor. Reed Richards kendi benliğini dünyanın, ailesinin, arkadaşlarının, çocuklarının bile arkasına koyarken, Doom kendi varlığını evrenlerin, multi-evrenlerin, trilyonlarca yaşamın üzerinde değerlendiriyor; ve son derece ironik bir şekilde bu, bir şeyler kurtarmak konusunda, Doom’un daha başarılı olmasını sağlıyor.

Reed – Doom, Fantastic Four – Marvel ve süper kahramanların doğası hakkında son birkaç söz

Bu noktada Dr. Doom’un karakteri ile ilgili enteresan bir nokta nedeniyle, yazının başında değindiğim Green Lantern Rebirth serisine, ve bu serinin eleştirilerine ufak bir geri dönüş yapmak istiyorum. Green Lantern Rebirth incelememde, Geoff Johns’un Hal Jordan’a sevgisini eleştiren bir okurun, Amazon’da yazdığı çok sağlam bir incelemeden bahsedmiştim. Şuradan okuyabileceğiniz incelemenin finali şu şekilde:

And while it’s undeniably well-written, Johns is so focused on making Hal look cool that he forgets to make him look human. 

Ve kesinlikle iyi yazılmış olmasına karşın, Johns Hal’ı “cool” göstermeye o kadar yoğunlaşıyor ki, bir insan olarak göstermeyi unutuyor. 

Bu yazıda yazdıklarımı okuyanlar ve özellikle paylaştığımı görselleri inceleyenler, Dr. Doom konusunda Hickman’ın da benzer bir şey yaptığını düşünmüş olabilir. Hatta, bir adım daha ileriye götüreyim, Doom’un New Avengers serisindeki tavırlarını, Secret Wars’daki tanrısal güçlerle donatılmış halini okuyanlar, Dr. Doom’da insanlık namına herhangi bir şey bulamayabilir.

Oysa, Secret Wars’un finalindeki Reed Richards – Dr. Doom karşılaşmasında karşımıza çok daha farklı, çok daha insani bir profil çıkıyor. İlk bakışta fark edilmese bile, Dr. Doom’un sınırsız güç kazandığında yaptığı ilk şeyin ne olduğu ciddi bir sembolik değer taşıyor. Zira Doom, yepyeni bir dünya yaratabilecek, bu dünyanın tanrısı olabilecek, her şeyi istediği gibi şekillendirebilecek bir “tanrı imparator” haline geldiğinde, ilk yaptığı şey, kendisini Reed Richards’ın yerine koymak oluyor.

Arkadaşlığa önem vermeyen biri olarak, The Thing ve Johny Storm’u (yaratıcı şekillerde kullanarak) başından savan Doom, Susan Storm’u eşi olarak, Franklin ve Valeria’yı da kendi çocukları olarak yeniden yaratıyor. Reed’in başını çektiği Future Foundation da, Doom’un hizmetindeki bir grup olarak yeniden kurgulanıyor.

Süper kahramanlar, kozmik savaşlar, bilim kurgu ve benzeri kurguların hepsi çok çok önemli şeyler. Fakat tüm hikayelerin insanlar tarafından yazıldığını, ve yine insanlar tarafından okunacağını düşündüğünüzde, hikayede böyle bir boyutun olması, Secret Wars finalini son derece etkili bir hale getiriyor. Zira tüm egosuna, gücüne, iradesine ve (inkar edilemeyecek) karizmasına karşın, Dr. Doom’un Reed Richards’a karşı duyduğu kıskançlık, karakterinin en temel özelliği haline gelmiş durumda.

Secret Wars’un finalindeki şu paneller, aslında her şeyi açıklar nitelikte.

Secretwarsreedrichards14

secretwarsreedrichards15

Yine de, bütün bunların serinin gidişatıyla ilgili çok önemli bir noktayı gölgelememesi gerekiyor. Dr. Doom, bütün bu tutku, kıskançlık ve egoya rağmen, hala New Avengers, Avengers ve Secret Wars serilerinin “asıl” kahramanı. Doom olmadan, Beyonder’ın yenilmesi de, Battleworld’ün yaratılması da, Marvel Evreni’nin yeniden inşa edilmesi de imkansız. Bu bağlamda, Avengers serilerinin sonunda, tek yaptığı bir cankurtaran salına binip “kaçmak” olan Reed Richards’a göre, kendisinin son derece asil bir şekilde mücadele ettiğini söylemek gerekiyor. Serinin finalinde, belki de karakterinin temelinde yatan en önemlli negatif unsurlardan bir başkasının, yaralı yüzünün iyileşmesi de, bir anlamda buna karşılık olarak aldığı bir ödül haline geliyor.

Ama elbette, Reed Richards ikinci şansını alıyor, ve Hickman, bu süreç boyunca detayla işlediği karakterine, süper kahraman literatürünün en cömert finallerinden birini hazırlıyor.

Bir süper kahramanı, basit bir eğlence unsuru olarak ele almanın ötesine götürüp, ciddi anlamda düşündüğünüzde, aslında oldukça çaresiz ve karamsar bir tablo ile karşılaşıyorsunuz. Varlık amacı bir şeyler kurtarmak olan bir figürün, herhangi bir şeyin kurtulmasına izin vermeyen bir evren içinde değerlendirilmesi, süper kahramanları okurken kendimizi unutmaya zorladığımız bir paradoks aslında.

Zira, hayal edildiği şekilde Marvel Evreni’nde masum bir vatandaşı bir hırsızdan kurtardığınızda, dünyanın geri kalan yerlerinde sayısız hırsız masum vatandaşları başarıyla gasp etmiş oluyor. Olur da tüm şehri kurtarırsanız, dünyanın öteki ucunda başka bir şehir ateşler içinde yanabiliyor. Tüm gezegeni kurtarsanız, evrenin öteki ucunda uzaylı bir ırk soykırıma uğrayabiliyor. Abartılı birkaç örnekte evreni kurtarsanız, Mutliverse çapında katliamlar oluyor; ve olağanüstü bir macera yaşayıp, bunun hepsini kurtarsanız bile, önümüzdeki ay yeni maceralara girmeniz gerektiğinden, tüm çember yeniden dönmeye başlıyor.

Süper kahramanın paradoksu da burada yatıyor. Varlığı gereği, süper kahramanın maksadına ulaşması için, “her şeyi” kurtarması gerekiyor. Ancak her şeyi kurtardığında da, hem hikaye olarak, hem de fonksiyonel olarak, süper kahramana hiçbir ihtiyaç kalmıyor.

secretwarsreedrichards17

Jonathan Hickman, Reed Richards’a bu “süper kahraman samsara”sından, bu bitmek tükenmek bilmeyen çemberden kaçışı, onu düzenin dışına çıkararak sunuyor. Reed, yok olan her şeyi geri getirerek, yalnızca Hickman’ın iki seri boyunca kovalamasını sağladığı “her şeyi kurtarmak” idealini gerçekleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda süper kahramanlığın epey üzerinde bir konuma getirilerek, evrenin, Multi-evrenin ve bütün o hiyerarşinin dışına çıkarılıyor.

Bunu yaparken, ailesini kaybetmiyor olması da yukarıda bahsettiğim Fantastic Four ve aile temasına uygun bir sonuç teşkil ediyor. The Thing ve Johnny Storm, süper kahramanlık kariyerlerine devam etseler de, Susan Storm, Valeria, Franklin ve Future Foundation Reed ile birlikte, yeni Marvel Multiverse’ünün kurucuları ve gözlemcileri olarak kalıyor.

Bu noktada, bir final olarak, bunun da Fantastic Four açısından epey uygun bir son olduğunu söylemekte yarar görüyorum. Marvel Evreni teknik olarak 1939’da, Namor the Sub-Mariner ve Human Torch karakterlerinin yaratılması ile ortaya çıkmış olsa da, ilerleyen yıllarda Avengers, X-Men, Spider-Man gibi pek çok karakter Fantastic Four’u popülarite anlamında geride bırakmış olsa da, bugün bildiğimiz anlamıyla Marvel Evreni’ni gerçekten yaratan, Stan Lee – Jack Kirby ortaklığında Marvel’a ilk kazandırılan konseptlerin bu dört karakter (ve tabi, Dr. Doom) olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu da bir anlamda, son derece üst-kurgusal bir düşünce tarzıyla, Marvel Evreni’ni yaratan ailenin, yeni Marvel Multiverse’ünü inşa etme sürecinde de bir numaralı görevi üstlendiklerini, Marvel’ın en eski çekişmelerinden biri olan Reed Richards – Dr. Doom mücadelesinin, bu evrenin yokoluş ve yeniden doğuş sürecinde de son derece kayda değer olduğu anlamına geliyor.

secretwarsreedrichards16

Bütün bunlar nedeniyle, Jonathan Hickman’ın Fantastic Four, Avengers, New Avengers ve Secret Wars serilerinde işlediği kurgunun, bu karakterler açısından çok uygun bir final, ve elbette, süper kahraman çizgi romanlarının kaçınılmaz mantığı, örneğin Dr. Doom’un All New, All Different Marvel sürecinde şimdiden oynamaya başladığı rol düşünüldüğünde, ideal bir yeniden başlangıç olduğunu düşünüyorum.