Farklı Tatlar

Pride of Baghdad

Brian K. Vaughan, çizgi roman okurları için elbette son derece tanıdık bir isim. Transmetropolitan, Sandman ve Preacher üçlüsünün dışında Vertigo denince akla gelen en meşhur eserlerden Y: The Last Man ve Ex Machina gibi iki seriye imza atmış olan Vaughan, Pride of Baghdad’da kendisiyle özdeşleşmiş tarzın biraz dışına çıkıyor.

“Pride” kelimesi İngilizce’de “Gurur” anlamına geldiği gibi, aynı zamanda “birkaç üyeden oluşan aslan grubu” anlamını taşıyor – Vaughan da kelimenin bu çift anlamlılığını zekice kullanmış: “Pride” of Baghdad, Irak Savaşı sırasında bombalanan bir hayvanat bahçesinden kaçan dört aslanın hikayesini anlatıyor.

Dört aslanın hikayesi, tahmin edebileceğiniz gibi, Irak Savaşı’nın zalimliklerini göstermek için bir alegori olarak kullanılmış – aslanlar, hayvanat bahçesini terk ediyor ve kendi dünyaları içinde ne yapmaları gerektiğini sorgulamaya başlıyorlar, fakat bu özgürlük yolculukları, fazla uzun sürmüyor. Ne yapacaklarını bulmaya çalıştıkları ve çeşitli zorluklarla savaştıkları bir günün ardından, Amerikan askerleri tarafından, ani, neredeyse anlamsız bir şekilde öldürülüyorlar, ve eser de trajik bir sonla bitmiş oluyor.

Pride of Baghdad savaşın anlamsızlığı ve zülmü hakkında yazılmış, duygusal olarak etkileyici bir çizgi roman. Çıktığı 2006 yılında da, IGN’in “Yılın En İyi Grafik Romanı” ödülünü almasının yanı sıra, çeşitli ödüller kazanmış ve ciddi anlamda övgü toplamış bir eser – internette kısa bir araştırmayla, Pride of Baghdad hakkında yazılmış ciddi miktarda yorum ve eleştiri yazısı görebilirsiniz.

Bu eleştiri yazıları; muhtemelen beş yaşında bir çocuk tarafından yazılmış, “Bence Pride of Baghdad savaşların sadece insanları etkilemediğini göstermek için yazılmış, hayvan dostu bir eser” gibi şaşırtıcı derecede sığ görüşlerden, çizgi romanı Maus, Watchmen ve the Dark Knight Rises gibi çizgi roman türünün kabul edilmiş klasiklerinin yanında değerlendiren yorumlara kadar uzanan geniş bir yelpazeye sahip.

Başka hiçbir şeyden dolayı olmasa da, aldığı bu geniş ilgi Vaughan’ın eserini ciddi bir analize tabi tutmayı gerekli kılıyor.

Pride of Baghdad’ı incelerken, başlanması gereken doğal nokta, kullanılan karakterlerin seçimi. Vaughan, neden Irak Savaşı’nın masum insanlar üzerindeki etkilerini, hiçbir suçları olmadığı halde savaşla hayatları alt üst olan Iraklı insanlar üzerinden değil de, dört aslan üzerinden inceleme gereği duyuyor?

Bunun birinci sebebi, Vaughan’ın kendisinin de söylediği gibi, insanların, hayvanlarla empati kurmasının, hayvanlara “acımasının”, diğer insanlara bu şekilde yaklaşmasına göre çok daha kolay olduğu gerçeği. İkincisi ise, yine Vaughan’ın kabul ettiği bir gerekçe olarak, bu çizgi romanı okuyacak Amerikalı kesim üzerindeki “Orta Doğu önyargısını” kırma yönünde bir çaba.

Savaşın zarar verdiği insanların, sonuç olarak Amerikalıların -bilinçli veya bilinçsiz olarak – ötekileştirdikleri Irak halkı olması gerçeği nedeniyle, Vaughan eserini bu insanlar üzerine kurmuyor. Savaştan etkilenen sivilleri sembolize etmek için antropomorfik aslanlar kullanan yazar, bu sayede hem ilk bakışta rahatlıkla sempatik gelecek ana karakterler yaratmış oluyor, hem de eserin etkileyiciliğini normalde olacağından daha üst bir seviyeye çıkarıyor.

Bundan bahsetmişken, eserdeki aslanların tamamen insanlaştırılmadığına da değinmek lazım. Bu karakterler, her ne kadar insan özellikleri gösterseler de  (konuşmak, özgürlük üzerine düşünmek, vs.), Orwell’in Animal Farm’ında, veya Spiegelman’ın Maus’unda olduğu kadar “insan” değiller. Yani, bu karakterlerin “hayvan”lıkları, farklı sosyal statüleri veya ırkları birbirinden ayırmak için kullanılan mekanizmalardan biraz daha fazlası – tüm gösterdikleri insan karakteristiklerine rağmen, Vaughan eser boyunca bunların aslan olduğunu unutmamıza izin vermiyor.

 Bana sorarsanız, eserin asıl gücü, karakterlerin basit fakat son derece etkili bir şekilde, “özgürlük” konusuna farklı bakış açılarından yaklaşacak şekilde kurgulanmalarında yatıyor. “Pride”ın tek erkek üyesi olan Zill, daha pasif, daha ılımlı, fakat gerektiğinde sürüsünü koruyabilecek, buna rağmen, tartışmalarda arka planda kalmayı tercih eden bir görüntü çiziyor. Yavru aslan Ali, özgürlüğe yaklaşım olarak en naif ve iyimser tavrı gösteren karakter olarak karşımıza çıkıyor – sadece hikayelerden duyduğu vahşi hayatı yaşayacak olmanın verdiği heyecan ile hareketli bir görüntü çizen Ali, aynı zamanda eserin sonunda diğer aslanlarla birlikte öldürüldüğünde, çizgi romanın en trajik ve etkileyici karakteri olma özelliğini de taşıyor.

Sürünün iki dişi aslanından daha genç olanı, Noor, özgürlük konusunda idealist bir yaklaşım gösteriyor. Amerikan uçakları hayvanat bahçesinin duvarlarını yerle bir etmeden önce bile, bir şekilde oradan kaçmanın hesaplarını yapan Noor, aynı zamanda bu özgürlükten ciddi miktarda gurur da duyuyor – hatta, duvarlar yıkılıp “özgür” kaldıklarında, bir an için dışarı çıkmakta tereddüt ediyor. Başından beri istediğinin bu olduğu söylendiğinde ise, “özgürlük verilmez, kazanılır” şeklinde bir cümle kuruyor – ki sağa sola “demokrasi götüren” Amerikan askerlerinin eserin “kötü” karakterleri olduğu düşünüldüğünde, bunun çizgi romandaki en güçlü politik göndermelerden biri olduğunu söylemek mümkün.

Noor’un hemen karşısında, “esaret” hayatının rahatlığını savunan Safa bulunuyor. Noor’dan daha yaşlı olan Safa, Noor’un bahsettiği “özgürlüğü” hiç yaşamadığını, güvenli, rahat ve iyi beslendikleri hayvanat bahçesindeki komforlu hayatın, “vahşi” dış dünyaya göre çok daha huzurlu olduğunu söylüyor. Pride of Baghdad çizgi romanındaki yapısal sorunlar, Safa karakterinin kurgulanmasını biraz daha kurcaladığınızda ortaya çıkmaya başlıyor.

Çizgi romanın “çarpıcı” bölümlerinden birisi, Safa’nın gençliğinde yaşanan bir flashback şeklinde sunulmuş. Safa, ormanda yaşadığı dönemde dört erkek aslanın tecavüzüne uğruyor, ve bu olay sırasında bir gözünü kaybediyor. Bu da, hikayenin anlatısına, Safa’nın dış dünyaya karşı duyduğu antipatinin temelinin, yaşadığı bu deneyim olduğunu ima edecek bir şekilde yerleştirilmiş.

Vaughan’ın bu sahneyle dikkatsiz bir okuyucuyu etkilemesi kolay – fakat bu, son derece detaylı ve görece uzun tecavüz sahnesinin, neden hikayede kullanıldığını anlamak, aslında pek de mümkün değil.

Kişisel olarak benim kafama takılan bir nokta, Vaughan’ın bu sahneyle tam olarak neyi eleştirmeye, veya neyi gündeme getirmeye çalıştığının tamamen belirsiz olması. Vaughan, böyle bir tecavüz sahnesiyle bize ne anlatmaya çalışıyor? Eğer mesele savaş sırasında yaşanan tecavüz olaylarıysa, neden bunu bariz bir şekilde savaşın çıkmasından önce yaşanmış bir anıyla aktarıyor? Aslanlar, savaşın siviller üzerindeki olumsuz etkilerini gösteren semboller ise, neden aslanlar aslanlara tecavüz ediyor? Amaç, Amerikan askerleri gelmeden önce buranın insanların birbirine tecavüz ettiği, birbirini özgürlükten soğuttuğu bir yer olduğunu iddia etmek mi? Öyle olamaz, çünkü sonuç olarak hikaye işgali ve savaşı eleştirmek için yazılmış.

Acaba mesele, başlı başına, işlenen ana konudan bağımsız olarak, bir de tecavüz vakalarına gönderme yapmak mı? Öyleyse, savaşla ilgili bir çizgi romanın içinde bu nereden çıkıyor? Hiçbir şekilde savaşa bağlanmıyorsa, tecavüz konusunu ayrıca gündeme getirmenin ne alemi var?

Bunlar, bu sahnenin sadece “varlığını” anlamsız çıkaran yorumlar. Sahnenin işlenişi ise apayrı bir konu. Safa’ya tecavüz eden aslanlardan ilki, işinin “altı saniye” süreceği yönünde bir yorum yapıyor – bu, Vaughan tarafından aslan doğasına yapılan bir gönderme. Kısa bir araştırmayla öğrenmek mümkün bunu, aslanların çiftleşmesi altı saniyelik periyotlar halinde gerçekleşiyormuş.

Burada sorulması gereken soru ise şu: Madem ki bu karakterler, çiftleşmeleri altı saniye sürecek kadar “aslan”, madem Vaughan “aslan doğası”nı, çiftleşmenin altı saniye sürdüğünü gündeme getirecek kadar önemsiyor, o halde bizlerden nasıl “aslan doğası”nda “tecavüz”, hatta “grup tecavüzü” gibi vakaların bulunmadığını görmezden gelmemizi bekliyor? Bu tabi ki bu panellerin konusu değil, laf da sonuç olarak çirkin bir espri olarak planlanmış, fakat temel olarak bu sahnelerle ilgili mantıklı olan hiçbir şey yok.

Burada iki ihtimal var. Birincisi, Vaughan’ın durumun içinden çıkılmazlığını böyle bir ikilemle göstermiş olması – yani, “Irak’ın eski hali kötüydü, ama biz gelince de kötü oldu, ben de bilmiyorum” şeklinde, oldukça dürüst bir kafa karışıklılığı ile olayın üstüne gitmiş olmaya çalışması. Vaughan’ın röportajlarını okuduğunuzda da, kendi kararsızlıklarını esere uyarladığını itiraf ediyor.

Ama bana sorarsanız, böyle bir eleştri varsa bile, bu da çok iyi kurgulanmamış, ikilem bile çok havada kalıyor. Bence,  Vaughan da burada ne yapmak istediğini çok iyi düşünmemiş. Eseri iki kez, bu sahneleri de üç dört kez okuduktan sonra, benim görebildiğim tek açıklama, Vaughan’ın zaten ciddi ve trajik olan bir eseri, daha da trajik hale getirmek için böyle bir yöntem kullandığı yönünde. Fakat, bu çabalar eserin gücünü arttırmıyor, aksine, eseri daha karikatürize hale getiriyor, komikleştiriyor, ciddiye alınmasını engelliyor.

Eserin başında gördüğümüz şu sahne de aynı absürtlükte:

 Evet, verilmek istenen mesaj güzel, fakat Amerikan uçakları nasıl bomba atıyorsa artık, koskoca hayvanat bahçesinde incecik zürafa boynunu tutturmayı başarıyorlar, hatta bombaları da spesifik olarak zürafa boynu yok etmek için tasarlanmış olmalı, çünkü etrafta başka hiçbir şeye zarar gelmiyor!

 Böyle örnekleri çoğaltmak mümkün. Eserin sonunda, aslanlarımız öldürüldükten sonra, bir grup Amerikalı asker öldürdükleri aslanlara yaklaşıp, “Those things aren’t wild out there, are they?” şeklinde, “Bunlar vahşi mi?” mealinde bir soru soruyor. Askerlerin üstleri de, şöyle bir cevap veriyor:

“No, not wild… They’re free.”

Hayır, vahşi değiller, özgürler.

Yine, belli ki okunduğunda çok anlamlı, çok trajik, çok kült bir lafmış gibi gözüksün diye konulmuş, ama üzerinde biraz düşünüldüğünde, hiçbir şey ifade etmeyen cümleler. Bu Amerikan askerleri nasıl oluyor da aslanların “özgürlüğü” ile ilgili böyle bir yorum yapabiliyorlar? Madem o kadar “özgür”ler, ne diye onları öldürüyorsunuz? Madem ki öldürdünüz, ne diye, “özgürler” diye karizmatik laf ediyorsunuz? Bunların hepsi, bana kalırsa,  Vaughan’ın ciddi bir konuyla ilgilenirken, kendini biraz fazla büyüklük hezeyanına kaptırmasından, “etkileyici bir şeyler yapmalıyım” düşüncesinden kaynaklanıyor; oysa tek yaptığı, zaten yeteri kadar etkili olan bir eserin değerini azaltmak oluyor.

Uzun uzun eleştirdim – Pride of Baghdad gerçekten kötü bir eser mi?

öyle bir şeyi kimseye empoze etmek istemem – fakat benim, “tarz” olarak hoşuma gitmeyen bir çizgi roman / sanat tarzını yansıtıyor. Hem edebiyatta, hem çizgi romanda, bu tarz konuları, yaşanan acıları ve savaşların, soykırımların yarattığı zorlukları ele alan eserlerin, “sanat” açısından bize bir şey bırakmadığını düşünüyorum. Bunlar, genel olarak “insani acıları” ve “ayıpları” konu aldıkları için, içerikleri zaten bizi etkilemek için çoğu zaman yeterli oluyor. Bunun arkasında edebi, sanatsal değer aramak, bu değerleri ön plana çıkarmak da zorlaşıyor. Persepolis, Maus, Cuba My Revolution Anne Frank’in Günlüğü, Piyanist, Schindler’in Listesi… Bunların ele aldıkları, aktardıkları “gerçek olaylar” zaten o kadar dehşet verici ki, başlı başına eserlerin arkasında bir kalite aramak, sanatsal nitelikten bahsetmek anlamsız kalıyor.

Söylediklerim sizi aldatmasın, Pride of Baghdad etkileyici bir çizgi roman. Özellikle yukarıda saydığım eserler hoşunuza giden çalışmalarsa, muhtemelen Pride of Baghdad da hoşunuza gidecektir- eseri, ciddi bir konuyla güçlendirilmiş, daha trajik, daha güçlü bir Lion King anlatısı olarak tanımlamak mümkün, fakat Watchmen’le, Dark Knight Returns’le, ve türün diğer gerçek “başyapıtlarıyla” yan yana anmak, hem üslup, hem ele alınan konu, hem de kalite açısından, abesle iştigal.

AltEvren’in Notu: 6 / 10