Marvel Comics İncelemeleri

Captain America: Sam Wilson #1-21

Secret Empire event’ine kısa bir zaman kalmışken bu hikayenin en çok besleneceğini tahmin ettiğimiz iki seriyi masaya yatıralım dedik. Yine Secret Empire’ın yazarı Nick Spencer tarafından kaleme alınan iki Captain America serisinden bugünkü durağımız görece geri planda kalmış olan Captain America: Sam Wilson.

Hatırlayacaksınız, 2014 yılında Steve Rogers’ın kanında dolaşan Süper Asker Serumu’nu kaybetmesiyle kalkanı kırk yılı aşkın süredir Steve’in sidekick’i olarak karşımıza çıkan Sam Wilson devralmıştı. Aynı dönemde Tony Stark’ın AXIS event’inin etkisiyle kötücül bir kimlik kazanması ve sonradan Jane Foster olduğu ortaya çıkacak bir kadın Thor’un ortaya çıkması gibi hadiseler de gerçekleşince muhafazakar okur kitlesinden tepkiler gecikmemişti.

Avengers’ın büyük üçlüsüyle başlayan bu yapay çeşitlilik hamlesi geçtiğimiz üç yılda inanılmaz bir ivme kazanınca bu tepkiler de şimdilerde çığ gibi büyümüş durumda. Ancak, Sam Wilson özeline baktığımızda kendisinin bayrağa bürünmesi bu değişimler içinde en az göze batanlardan biriydi. Sonuçta henüz birkaç yıl önce benzer bir yoldan geçen Bucky Barnes’a kıyasla Steve’in çok daha uzun süre yanında bulunmuş ve okurların kesinlikle daha aşina olduğu bir karakterdi.

Sam Wilson’ın ilk kez bu kimlikle karşımıza çıktığı Rick Remender imzalı All-New Captain America, odağı Marvel içinde gerçekleşen başka meselelere kaymış tepkilerin gölgesinde sessiz sedasız başlamıştı. Bir önceki Captain America serisinin de yazarı olan Remender, Sam’i daha önce Captain America serilerinde görmeye alışık olmadığımız Misty Knight ile yakınlaştırması haricinde yeni bir dinamik ortaya çıkarmadı ve çoğu açıdan hırssız ortalama üzeri aksiyon hikayeleri yazmayı tercih etti. Remender’ın serisi Secret Wars event’inin mevcut tüm Marvel yayınlarını ortadan kaldırmasıyla yalnızca 6 sayı sürdü ve ardından gelen ANAD döneminde karakter, Marvel’ın hızla yükselen yazarlarından Nick Spencer’a teslim edildi.

Demokrat Parti içinde bir politika geçmişi olan Nick Spencer’ın siyahi bir Captain America’yı yazacak olması elbette seri boyunca ufak dokundurmalar görebileceğimizi düşündürtüyordu, fakat Spencer henüz ilk sayıdan bombayı koydu. Mevzubahis sayıda SHIELD ile arayı açan Sam, halkın sorunlarından direkt haberdar olabilmek adına bir yardım hattı kuruyor Burada kendisine video mesaj ile ulaşan yaşlı bir kadın, torununun düzenli olarak gerçekleştirdiği Meksika sınırını geçerek ABD’ye ulaşmaya çalışan insanlara erzak bırakma eylemi sırasında Sons of the Serpent tarafından kaçırıldığını iddia ediyor. Bunun üzerine kahramanımızın yolu ne olup bittiğini görmek adına Arizona sınırına düşüyor. Sons of the Serpent’ın burada hakikaten faaliyet gösterdiğini öğrendikten sonra sınırı geçmeye çalışan insanları silahla tehdit ettikleri bir manzarayla karşılaşınca haliyle aksiyona giriliyor. Ancak, bu eylemin sonuçlanması “Kötü adamlar paketlendi, kahraman günü kurtardı” basitliğinde olmuyor.

Spencer, son dönemde kutuplaştırılmış Birleşik Devletler halkının ve bu yangına odun taşıyan medyanın olası tepkisini gerçekçi bir dille sayfalara dökmüş. Muhtemelen öngöremediği şey ise hikayede işlediği medya elementini gerçek hayatta bu kez kendi karşısında bulacağıydı. Çizgi romanda işlenen konunun yanı sıra FOX sabah kuşağında meseleyi yorumlayan programcıların Marvel Evreni’nde uzun yıllardır faşist ve nefret suçu işleyen bir terör örgütü olan Sons of the Serpent’ın söylemlerini makul bulmaları ve “Eskiden Captain America Hitler’i yumrukluyordu, şimdi ise tehdit sıradan Amerikan vatandaşlarından geliyor. Bizi evlerinden izleyenler, muhtemelen Captain America bazılarınızın tehlikeli olduğunuzu düşünüyor.” gibi ifadeleri alevli tartışmalara yol açtı.

Spencer’ın en başından beri planı bu yönde miydi yoksa bu tartışmaların ardından ekstra bir motivasyon mu buldu bilemiyorum, ama aslına bakarsanız ilk sayının ardından da serinin ekseni hep bu şekilde devam etti. Şimdi bu noktada bahsettiğim FOX yayınında da geçen “Çizgi romanlar siyasete girmesin.” argümanı ortaya çıkıyor. Bunun tümüyle temelsiz olduğunu iddia etmek mümkün değil. Sonuçta bu sularda yüzmeye başladığınızda bazı kesimleri incitmek kaçınılmaz oluyor.

Ancak unutmamak gerekiyor ki Captain America 1941 yılında propaganda aracı olarak yaratılmış bir karakter. İlk sayısının kapağında Hitler’i yumruklayan bir kahramandan söz ediyoruz. O zamandan günümüze dek de çizgi romanlarında bu ögeler çoğu zaman vardı. ABD’yi sallayan Watergate Skandalı yaşandığında buna kayıtsız kalmadı mesela. Dönemin yazarı Englehart Marvel Evreni’nde bu olayı bir adım öteye taşıyıp kurgusunda Richard Nixon’ı ülkeyi derinden avcuna alan bir terör örgütü lideri olarak göstermiş, ardından da Steve Rogers’ı devletine karşı güvenini kaybettiğinden dolayı görevinden istifa ettirmişti. Tabii bundan yine okurlar arasında yaygınlaşan “Beğenmiyorsan okumazsın, bu kadar basit.” şeklindeki saçma düşünce yapısını paylaştığım da çıkarılmasın. Bunu diyip çizgi roman incelemesi yapıyor olmak büyük tezat olurdu herhalde.

“Captain America vatan hainliğine devam ediyor hala.”
Bir New York gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla…

Bu nedenle Spencer’ın elindeki politika materyallerini ne denli başarılı kullanabildiğini de değerlendirmeye almak gerekiyor. Örneğin 2000’li yılların büyük bir bölümünde Captain America serielerini yazan Ed Brubaker da birkaç kez bu mevzulara adımını atmaya niyetlenmişti. Ancak, kendisinin bu konudaki vizyonu gerek Tea Party tarafından, gerekse de Occupy Wall Street tarafından yapılan protesto eylemlerini villain’larca düzenlenmiş şekilde işlemekle sınırlı olduğundan bu sayıları son derece başarısız bulurum. Aynı şekilde geçtiğimiz aylarda Donald Trump’ın seçimi kazanmasının ardından Marvel bünyesinde çalışan Mark Waid ve Al Ewing gibi yazarların kendi serileri içinde yaptıkları ufak serzenişler de ağzımda iyi tat bırakmamıştı. Nick Spencer’ın ise bu isimlerle benzer dünya görüşüne sahip olmasına rağmen Captain America: Sam Wilson serisinde bu işi 21 sayıdır genellikle başarılı bir şekilde götürdüğünü söyleyebilirim.

Yukarıdaki örneklerin de belli ölçülerde dahil olduğu şekilde Türk dizileri gibi güncel olaylara değinip geçmiyor Spencer, işleyeceği politik ve toplumsal olaylar için Marvel Evreni’ne uygun düşecek iyi düşünülmüş kurgusal zeminler hazırlayıp bunları bir süper kahraman çizgi romanından beklemeyeceğimiz bir realistlikte sunuyor. Örneğin 60’lardaki Afroamerikan Sivil Hakları Hareketi’ne paralel düşecek bir hikaye örgüsü hazırladığında okurun direkt olarak bağlantı kurmasını bekleyip giriş bölümünü geçiştirmiyor. Dönemin polis kuvvetlerini yansıtan Americops adında kurgusal bir güvenlik gücü sistemi devreye sokuyor. Karşılarına da New Warriors’ın unutulmaya yüz tutmuş isimlerinden Rage karakterini yine dönemin Kara Panter Partisi hareketlerini simgleyecek bir şekilde yerleştiriyor. İşin realizm yönü ise iki tarafın çatışması sırasında Sam’i alabildiğine kararsız ve pasif görmek.

Sam Wilson’ı seri boyunca pek çok kez bu durumda görüyoruz ve ilginçtir bu bir süper kahramanın karakterizasyonuna asla gölge düşürmüyor, aksine onu çok daha gerçek ve inandırıcı yapıyor. Çünkü karşısına çıkan sorunlar çoğu zaman kötülere kalkanı yapıştırarak çözebileceği şeyler olmuyor. Serinin altıncı sayısında buna örnek olacak son derece çarpıcı bulduğum bir sahne var: Sam, Serpent Society’yi alt ettikten sonra onları fonlayan Wall Street kodamanlarının karşısına dikiliyor. Biz, onları da paketleyip günü kurtarmasını beklerken Sam’e eğer bunu yaparsa Amerikan ekonomisinin de kendileriyle beraber patlayacağını söylüyorlar. Bunun üzerine Sam insanların evsiz, işsiz ve sigortasız kalacağının bilinciyle içlerindne yalnızca birini tutuklayıp diğerlerine bu şahsın hisselerini paylaşmalarını söylüyor. Yani Captain America suçluların serbestçe dolaşmalarına ve hatta daha da büyük paralar kazanmalarına göz yumuyor!

Captain America: Sam Wilson’ın belki de en güzel yaptığı şey ise bunun gibi birbirinden bağımsız görünen hikayelerin esasında Marvel Evreni’ni belli bir noktaya taşıması. Bu hedef nokta da Marvel Evreni’ndeki Amerikan halkını kutuplaşarak bölünme aşamasına getirmek. Spencer kutuplaştırma dendiğinde işin içine girebilecek ögeler konusunda ortalama bir Türkiye vatandaşı kadar deneyim sahibi olamasa da burada da hiç fena iş çıkarmamış. Özellikle Sam Wilson’ın Captain America olarak verdiği sınavlarda iyi veya kötü yargısı olan kesimlerin bu katılaşmış düşüncelerini desteklemek için Sam’de yalnızca görmek istediklerini görmeleri çok güzel düşünülmüş bir detay. Amerikan toplumu seri boyunca var olan kocaman bir yan karakter gibi ve her olaydan sonra yeni şekiller alması Spencer’ın kimi zaman fazla detaya girip vaiz misyonunu üstlenmekten kendisini alıkoyamadığı bu çizgi romanı okurken sıkılmamanızı sağlayan en büyük kurtarıcı oluyor.

Tüm bu kutuplaşma mevzusunun şimdilerde Hydra’ya hizmet eden Steve Rogers’ın Secret Empire event’inde devreye sokacağı büyük planına şahane bir temel hazırlamasını izlemek, hatta kimi zaman Steve Rogers’ın bizzat kapalı kapılar ardına geçip uçurumun kenarına gelmiş toplumun yavaş yavaş ayağını kaydırdığına şahit olmak seriye ayrı bir keyif kattığı gibi, itiraf etmeliyim ki, son on yılda kaçıncısı olacağını sayamadım bir event’e heyecan beslememe neden oluyor. Bunlardan Captain America: Steve Rogers yazımızda enine boyuna bahsedeceğiz.

Captain America: Sam Wilson serisinin yayında olan 21 sayısı için durum bu. Serinin en azından Secret Empire dönemi boyunca yine Nick Spencer’ın kalemiyle devam edeceği biliniyor, ama bu saatten sonra içeriği radikal değişimler yaşamayacağı için bu yazıyı bir nihai değerlendirme olarak alabilirsiniz. Kısacası Captain America: Sam Wilson ANAD döneminde çıkan en kaliteli işlerden biri, eğer son aylarda her tarafta ABD iç politikasıyla ilgili şeyler görmekten bunalmış bir vaziyette değilseniz gönül rahatlığıyla okumaya başlayabilirsiniz.