Marvel Comics İncelemeleri

Age of Ultron # 6

Bir hafta daha, ve bir Age of Ultron sayısı daha! Marvel’ın hızına şaşırmamak elde değil ama, Age of Ultron serisinin altıncı sayısı da, bugün raflardaki yerini aldı.

Age of Ultron’un beş sayısının, seriyi kurgulamakla, bir zemin hazırlamakla geçtiğini ve bu konuda başarılı olduğunu önceki sayıların incelemelerinde yazmıştık. Bu sayı, aslında herhangi bir sürpriz içermemesi ve her şeyin sayfa sayfa beklendiği gibi devam etmesiyle, aslında “filler” olarak tanımlanabilecek bir sayı – ama yine de önemli gelişmeler yaşanmıyor değil.

Bu sayıda, iki farklı olayı, birbirinin içine geçmiş bir şekilde takip ediyoruz, ama hikayeler oldukça basit olduğundan, ve düz bir şekilde ilerlediğinden, özetlemesi aslında kolay olan bir sayı.

Bir önceki sayıda geleceğe giden takımımız, Nick Fury, Captain America, Iron Man ve diğerleri, Ultron’un zamanımızı kontrol ettiği dönemde, Savage Land’de beliriyor – fakat, Fury’nin seçtiği takımda olan Sue Storm’un onlarla birlikte olmadığını görüyoruz. Kısa bir tartışmadan sonra, Sue’nun görünmezlik güçlerinin kendilerine (termal dedektörler, robotların görüş özellikleri, vs. yüzünden) pek bir şey sağlamayacağı konusunda fikir birliğine varıyorlar ve onsuz devam etmenin çok da bir sıkıntı yaratmayacağı konusunda hemfikir oluyorlar.

Bundan sonra, yine Storm’un güçleriyle Savage Land’den New York’a doğru uçuyorlar. Tamamen çökmüş bir gelecek beklerken, aslında oldukça “güzel” fakat içinde hiç yaşam olmayan bir gelecekle karşılaşan kahramanlarımız, daha sonra New York üzerinde saldırıya uğruyorlar, ve kendilerine saldıran ufak robotlara karşı savaşmaya başlıyorlar. Bir noktada, Tony Stark “Fena gitmiyoruz aslında” şeklinde bir yorum yapıyor, fakat sayının diğer hikayesindeki gelişmeler nedeniyle, buradaki sonucu göremiyoruz.

Diğer tarafta ise, yine Fury ve ekibinin gelecekte belirdiği noktadan başlıyoruz, fakat bu sefer geçmişte Wolverine’i görüyoruz. Hatırlarsanız, Wolverine geçtiğimiz sayıda, geleceğe giden ekibin başarısızlığından emin bir tutumla geçmişe, Ultron’u yaratmadan Hank Pym’i haklamaya gitmişti – ama enteresan bir şekilde, kendisi yalnız değil! Çünkü, bir önceki takımla birlikte olması gereken Sue Storm da, son anda fikir değiştirerek, Wolverine’i takip etmiş, ve onunla birlikte geçmişe gelmiş!

Bu önemli açıklamayı gördükten sonra, Logan ve Sue’nun birlikte Nick Fury’nin uçan arabasını çalmasını ve Hank Pym’i Ultron’u yaratmadan durdurma amacıyla, New York’a uçmasını görüyoruz. Pym’in kokusunu neredeyse New York’a iner inmez alan Logan, hiç vakit kaybetmeden onu öldürmeye gidiyor, ve Pym’in mücadelesine – ve hatta bir an için, yaptıklarının doğru olmadığını, geçmemeleri gereken bir çizgi olduğunu düşünen Sue’nun kendisini durdurmasına rağmen – sonunda Hank Pym’i ölüdrüyor!

Bu da, serinin beklenen bir noktası olmakla birlikte, gelecekte de çok enteresan sonuçlara yol açacak bir hamle olacak gibi.

Yorumlar

Bir önceki sayının sonunda bana gelip, “Berk, sence altıncı sayıda ne olacak?” diye sorsanız, muhtemelen “Eğer bir sürpriz olmazsa, Wolverine Hank Pym’i öldürecek, diğer kahramanlar da gelecekte Ultron’un saldırılarıyla uğraşacaklar” şeklinde bir cevap verirdim.

Evet, bir sürpriz olmamış, ve bu açıdan sayıyı bir “filler” olarak nitelendirmek, hikaye devam ederken yaşanması gereken olayların yaşanacağı kaçınılmaz bir sayı olduğunu söylemek mümkün.

Öte yandan, Hank Pym’in Wolverine tarafından öldürülmesi de elbette bir kırılma noktası. Bunun gelecekte ne gibi sonuçları olacağı, yaratılan geleceğin “Utron geleceğinden” daha kötü olma ihtimali, ve Logan ile Sue’nun bu durumu değiştirmek için ne yapacakları muhtemelen önümüzdeki sayıların konusu olacak.

Enteresan bir detay olarak, serinin altıncı sayısına gelmiş olmamıza rağmen hala Ultron’u görmediğimizi bir kez daha hatırlatalım, açıkçası şu noktadan sonra serinin Ultron’la ne kadar ilgisi kalacak bilmiyorum ama, Bendis’in Ultron’u böyle görünmeyen ve ulaşılamayan bir düşman olarak kullanması bence başarılı bir konsept. Ben yine de bir iki sayı olsa da Ultron’lu sahneler de görmek isterim, orası ayrı konu.

Bunun dışında, hızlı yayın politikası (bize yaramasa da) AU serisine yaramaya devam ediyor. Avengers vs. X-Men’deki hatalardan ders çıkartıldığını görmek de güzel, örneğin bu hafta çıkan Wolverine and the X-Men # 27AU sayısı da tam geçmesi gerektiği zamanda geçiyor – Logan ile Sue’nun New York’a ulaşma çabasını ve yolculuklarını daha detaylı olarak anlatıyor.

(Bu arada, şu New York’a da iki çift lafım var. Star Wars’da galaksiyi kontrol etmek için Coruscant’ı kontrol etmek gerektiği gibi, “Dünya’yı New York’tan yönetmezse ölecek” hastalığı var bu Marvel süper kötülerinde. Savage Land – New York otobüs hattı gibi crossover okuyoruz Secret Invasion’dan beri, bir gün super villain olup gezegeni ele geçirirsem Tuvalu’dan yönetirim dünyayı, New York’a da LMD’leri yığarım, uğraşıp dursun Avenger’lar X-Men’ler…)

Çizimlere bir göz atacak olursak, açıkçası Bryan Hitch’in gitmesiyle çok da dramatik bir düşüş yaşanmıyor. Böyle büyük serilerde çizimler genelde hikayenin arkasında kalırlar, burada da durum o, mümkün olduğunda hikayeyi ön plana çıkaran, hikayenin önüne geçmeyen ve dolayısıyla modern bir süper kahraman çizgi romanından bekleyeceğiniz çizimler var.

Hitch’i özleyeceğimiz kesin, ama çok da bir fark yarattığını düşünmüyorum, özellikle de Wolverine’in Hank Pym’i öldürdüğü sahne dikkatimi çekti bu sayıda, başarılı olmuş gerçekten. Cap’in saldırıya uğradıkları sırada “Incoming!” diye bağırdı sahne dışında da dikkat çekecek kadar “kötü” denebilecek bir sahne yok gibi.