Türk Çizgi Romanları

Tuş – Orhan Umut Gökçek

Son yıllarda, Türkiye’de üretilen kaliteli çizgi romanların sayısında bir artış var. Özellikle çizgi roman okurları için oldukça keyifli olan bu durumun son örneklerinden bir tanesi, Orhan Umut Gökçek tarafından yazılıp çizilen ve Karakarga Yayınları tarafından basılan Tuş isimli çizgi roman.

Eserin oldukça kısa ve öz ismi nedeniyle, buradan çok fazla bir şey anlamanın zor olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat başlığı, 2019’un son günlerinde yayımlanan bu çizgi romala ilgili pek çok şeyi özetliyor.

Orhan Umut Gökçek, çizgi romanının merkezine yaratıcı ve ilgi geçici bir konu yerleştirmiş: Bir gün, durup dururken, hiçbir açıklama ve arka plan olmadan, dünyanın çeşitli yerlerinde tuhaf tuşlar belirmeye başlıyor. Havada süzülen ve nereden geldiğine dair en ufak bir bilgi olmayan bu tuşlar, tahmin edebileceğiniz gibi, insanların ilgisini cezbediyor ve merakına yenik düşen ilk kişi, korkunç bir süreci başlatmış oluyor:

Çizgi romanın sayfaları ilerledikçe, bu tuşların tek yaptığı şeyin patlamak olmadığını anlamaya başlıyorsunuz. İlerleyen noktalarda, metnin anlatısı bize bir istatistik de sunuyor. Patlama eylemini gerçekleştiren tuşlar “yalnızca” %27 seviyelerinde – fakat tabi bir tuş patladığında, hem etrafındaki insanlara, hem çevredeki yapılara, hem de insanlığın toplu psikolojisine ciddi bir zarar vermiş oluyor. Bu yıkımla birlikte düşündüğünüzde, %27 bile çok yüksek bir orana dönüşüyor.

Üstelik, tuşların patlamak dışında verdiği farklı zararlar da var: Merakına yenilip tuşlara basan insanların bir bölümü sakat kalıyor, bir bölümü ise herhangi bir patlama olmadan, çevrelerini etkilemeden oldukları yerde hayatını kaybediyor. Fakat, ironik bir şekilde, insanlık için asıl felaket, çok daha farklı bir şekilde ortaya çıkıyor.

Havada süzülen bu komik görünümlü tuşların ilk ortaya çıkmasından elli altı gün sonra, “Ne olacaksa olsun!” yaklaşımıyla tuşa basan yaşlı bir adam, hiçbir olumsuz etkiyle karşılaşmıyor. Hatta, olumsuz etkiyle karşılaşmadığı gibi, tuşun altından epey yüklü bir miktar altın düşüyor.

Bu sayede, çizgi romanın merkezinde yer alan tuşlar insanlığın iki büyük duygusuna hitap etmeye başlıyor: Birincisi, ilk günden beri patlamalara, sakat kalmalara ve daha fazlasına yol açan merak. İkincisi — belki çok daha tehlikelisi– tuşları riskli, ama kolay bir kazanç kapısı haline getiren hırs ve açgözlülük.

Yaratıcı bir fikir, yaratıcı bir dünya

Tuş ile ilgili beğendiğim temel noktalardan bir tanesi, bu ilginç konunun sadece sembolik olarak ele alınmaması. Bu tuşları, “merak” ve “açgözlülüğün”, hatta belli noktalarda aptallık ve paranoyanın bir sembolü olarak ele alıp, hikayeyi bunlar üzerine kurmak da bir tercih. Ancak biraz daha geleneksel ve ciddi olabilecek bu anlatı yerine, çizgi romanda daha ironik, daha “rahat” bir ton var.

Bu sayede, tuşlar yalnızca sembolik bir hikaye ögesi olmanın ötesine geçip, bu tuhaf dünyanın gerçek bir parçası, fiziksel bir boyutu haline geliyor. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesi, bu dünyada hayvanların değişen rolüyle ilgili.

Ortaya çıkan tuşlar her yerde olabildiği için, bunlar yalnızca insanların belli bir amaçla basması ile aktif hale gelmiyor. Bir tuşa basılabilmesi için birkaç yüz gramlık ağırlık yeterli olduğundan; köpekler, kediler, hatta martılar, ne yaptıklarını bilmeden bu tuşlara basabiliyor. Bu da, anlık ve bilinçsiz bir şekilde harekete geçirilen tuşların, etraflarında ciddi bir yıkıma yol açması anlamına geliyor.

Çizgi romanın en büyük başarılarından bir tanesi, hayvanlar konusunda da olduğu gibi, tuşların varlığının toplumsal hayatı nasıl etkilediğini oldukça kapsamlı bir şekilde aktarması. İlk ortaya çıktıklarında teröre, dış güçlere, Amerika’nın oyunlarına bağlanan tuşlar – sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada ortaya çıktıkları anlaşılınca – global çapta toplumsal düzeni alt üst eden, insanları farklı bir yaşam tarzına zorlayan unsurlar haline geliyor.

Yani ortada, sadece insanların merakına ve açgözlülüğüne hitap eden, “sembolik” tuşlar değil, gerçekten içinde bulundukları dünyayı değiştiren, farklı tedbirlerin ortaya çıkmasına sebep olan ve farklı bir dünya yaratan unsurlar var. Bu da, Tuş’un yarattığı dünyayı okumayı, takip etmeyi son derece keyifli bir hale getiriyor.

 Ester ve Ester’in “Tuşu”

Burada aktarış şeklim biraz öyle göstermiş olabilir, ama çizgi romanın tuşların ortaya çıkışından sonra yaşananları sadece “toplumsal” bir bakış açısıyla anlatması gibi bir durum yok.

Tuş’un merkezinde Ester Boyalıkuş isimli bir gazeteci var. Hikayede gördüklerimiz, bize onun son bir gazetecilik çabası olarak, tüm yaşananları bir bloga yazmaya başlamasıyla aktarılıyor. Bu sayede, aslında bir taşla iki kuş vurulmuş oluyor: Ortada hem toplumsal gelişmeleri aktarmak için gayet iyi bir sebep, hem de bu yapıya rağmen kişisel, merkezdeki karaktere odaklı bir hikaye var.

Hatta, üçüncü bir kuş olduğu bile söylenebilir.

Merkezde bir “ana karakter” olduğu için, onun çevresindeki insanlarla etkileşimleri de hikayeye ayrı bir derinlik katıyor. Ester’in telefon konuşmalarından, arkadaşlarıyla buluşmalarından, babasıyla sohbetlerinden, karşı komşusuyla iletişiminden, bu dünyada yaşanan olaylara farklı kişilerin nasıl tepkiler verdiğini de takip edebiliyoruz.

Çizgi roman ilerledikçe, Ester’in psikolojisi, hayatı, hatta ailesi hakkında pek çok şey öğreniyoruz. Tuş’un geri kalanında olduğu gibi, bunlar da bize rahat, basit bir şekilde sunuluyor. Karakterin geçmişte ve şu anda yaşadığı sorunlar, çok ön plana çıkartılarak değil, daha günlük ve doğal bir yolla aktarılıyor. Bana göre, burada kullandığım iki anahtar kelime Tuş’un anlatıdaki başarısını da ortaya koyuyor – çizgi romanda sunulan hikayenin tamamında, rahat ve doğal bir hava var.

Elbette, tuşlarla dolu bir dünyada ana karakterimizin de bunlarla etkileşime geçmemesi pek mümkün değil.

Bizim çizgi romanı okumaya başladığımız noktada, bu tuşlar bir süredir ortaya çıkmaya başlamış, hayatı ciddi anlamda etkilemiş durumda. Okuyucu olarak, biz hikayeye bu tuşlar Ester’i kişisel olarak etkilemeye başladığında, Ester’in evinin içinde de bir düğme ortaya çıktığında dahil oluyoruz.

Ester’in evindeki düğme ile ne yapacağı meselesi, tahmin edebileceğiniz gibi, hikayeye bir başka boyut, bir başka merak unsuru katıyor.

Ana karakterimizin, bu konuda bilinçlenmiş pek çok insanın aksine, bu tuşu yetkililere bildirip gerekli prosedürleri takip etmemesi de, onun konuya farklı bir yaklaşımı olduğunu gösteriyor. “Ester evinin ortasında beliren tuş ile ne yapacak?” sorusu da, size sayfaları çevirten bir başka soru haline geliyor.

Bundan sonra paylaşacağım her türlü detay okuma zevkinizi berbat edebileceği için, Ester ve düğmesi hakkında daha fazla şey söylemiyorum.

 Keyifli ve Yaratıcı Bir Çizgi Roman

Çizgi roman ve edebi eserlerle ilgili çoğu zaman katılmadığım bir düşünce, tüm eserlerin merkezinde çok yaratıcı, çok farklı, çok olağanüstü bir konu olması gerektiği düşüncesi. Literatürde son derece günlük olayları, son derece “sıradan” hikayeleri konu alıp, bunları ele almaktaki başarısıyla çekici hale gelen binlerce eser var.

Tabi, hikayenin kendisi farklı ve ilgi çekici olabilirse, bu da hiç sorun değil. Tuş, hem merkezdeki konu açısından, hem de merkezdeki konunun ele alınışı açısından yaratıcı bir çizgi roman.

Böyle bir çizgi roman okurken, ön plana çıkanın okuma deneyimi olması gerekiyor. Yazar / çizer bariz bir şekilde farklı bir şey yapmaya çalıştığında, oluşturulan anlatıyı basit bir giriş – gelişme – sonuç yapısında ele alıp, çizgi romanın finalindeki sonu merak ederek okumanın pek bir anlamı kalmıyor.

Şahsi düşüncem, belki böyle bir beklentiyle, bir “son” / net bir final beklentisiyle okuyanların Tuş’tan keyif almayabileceği yönünde.

Ama özellikle bu yaklaşımla okumayacak olanlar için, Tuş bence hem hikayesi, hem de yarattığı görsel anlatıyla son derece keyifli bir çizgi roman.