Farklı Tatlar

The Nobody

Evet, Avengers vs. X-Men’in bitiminden sonra, ağırlığı alternatif yayınlara vermeye başlayacağımdan söz etmiştim. Aradan çıkartmak istediğim bir Spider-Man yazısını da ekledikten sonra, bu sözümü tutmaya başlamanın vakti geldi sanırım. “Farklı Tatlar” bölümümüzün yaşayacağı bu “patlama” içinde bahsetmek istediğim ilk çizgi roman, Jeff Lemire’ın The Nobody adlı grafik romanı.

Jeff Lemire, Amerikan çizgi romanları ile haşır neşir olan arkadaşlar için tanıdık bir isim olacaktır. Kendisi DC’nin meşhur Vertigo etiketiyle yayınlanmakta olan Sweeth Tooth adlı popüler bir çizgi romanı yazıp çiziyor şu sıralarda. Aynı zamanda, New 52’nun bana göre en başarılı eserlerinden biri olan Animal Man’in, ve dokuzuncu sayıdan itibaren Justice League Dark’ın da yazarlığını yapıyor.

The Nobody, Lemire’ın 2009 yılında yayınladığı, erken dönem grafik romanlarından birisi. Konu temel olarak H.G Wells’ın “The Invisible Man” romanından esinlenmiş: Tamamen kendi halinde, sıkıcı, ve enteresan olaylardan son derece uzak olan bir Amerikan kasabası olan Large Mouth, çizgi romanın hemen başında üzeri baştan aşağı sargılarla kaplanmış bir adam tarafından ziyaret ediliyor.

Kendisi hakkında hiç konuşmayan ve her şey normalmiş gibi davranmaya çalışan John Griffen isimli bu adam, kasabanın ufak motelinde kalmaya başlıyor ve yemek gibi hayati meseleler haricinde, odasından hiç çıkmamaya ve kimseyle iletişime geçmemeye özen gösteriyor. Bu da, temel özelliği “normallik ve monotonluk” olan Large Mouth kasabasında, ciddi bir merak ve korkuya yol açıyor. Kasaba halkının yer yer dedikodular üretmesi, yer yer Griffen’in yaptıklarının yanlış anlaşılması, yer yer de insanların birbirini – deyim yerindeyse- gaza getirmesi ile, Griffen Large Mouth kasabası için ciddi bir “sorun” haline geliyor.

Kasabadaki ilk günlerinde bilinçli olarak herkesten uzak duran Griffen’in, kasabada günler geçtikçe Vicke adlı on altı yaşında bir genç kızla yakınlık kurmaya başlaması da, hem karakterin üzerindeki şüpheleri arttırıyor, hem de grafik romana enteresan bir boyut ekliyor. Olayların Vickie’nin gözünden anlatılması da, kasabanın Griffen’in karşısındaki tutumunu daha enteresan hale getiriyor.

Grafik romanın kurgusu ve olay akışı konusunda daha fazla bilgi vermek istemiyorum, çünkü bu ne sizlerin okuma zevkini kaçırmak için yazılan bir yazı, ne de tam olarak bir özet. Yazının geri kalanını, The Nobody hakkında birkaç eleştrime ayırmak istiyorum.

Öncelikle şunu söyleyeyim; eleştrilerim temel olarak The Nobody’de gördüğüm iki negatif özellik ile alakalı. Dolayısıyla sanki çizgi romanı beğenmemişim, kötü bulmuşum ve tavsiye etmiyormuşum gibi gözükebilir. Ama durum tam olarak böyle değil. Aksine The Nobody’nin okumaya değer bir çizgi roman olduğunu düşünüyorum, bunlar benim, çizgi romanı biraz daha derinden analiz etmek için getirdiğim eleştriler. Bir başka deyişle, çizgi romanı oldukça beğendiğim için, belki de değerlendirilmesi gereken standartların biraz üzerinde değerlendiriyorum.

Bahsetmek istediğim iki problemi, şu iki cümleyle özetleyebilirim:

1- Bir eserden esinlenmek, hatta onu farklı bir çerçeve içinde yeniden yaratmak edebiyatta genelde kabul gören bir süreçtir. Fakat, The Nobody “The Invisible Man”den esinlenmeyi biraz fazla ileriye götürüyor, ve bana kalırsa, grafik roman formatında olmak dışında, fazla bir özgünlüğü yok.

2- The Nobody, oldukça güçlü bir atmosferi ve altyapısı olmasına karşın, yarattığı “build up”u tatmin edici bir sona ulaştıramıyor.

Önce birinci sorundan başlayalım. Bir edebi eseri, aynı kurguyu koruyarak yeniden yorumlamak dediğim gibi aslında oldukça enteresan olabilecek bir fikir. Ama bana kalırsa, yine de belli bir seviyede özgünlük, yaratıcılık gerekiyor. Şöyle örnekler vereyim. Bir grubun sevdiğiniz bir parçasını alıp, kendi müzik grubunuzla yorumlarsanız, ve buna kendi yorumunuzu katarak, kendi tarzınızla harmanlayarak yeni bir boyut kazandırırsanız, bu çoğunlukla, “başarılı bir cover” olarak düşünülecektir. Elbette tarzınızı sevmeyenler şarkının içine ettiğinizi düşünebilir, fakat en azından belli bir kitleyi tatmin etmiş olursunuz.

Fakat, gidip sadece “cover” yapmak için bir şarkıyı seçerseniz, o zaman yaptığınız lise müzik yarışmasına döner. Orijinal sanatçıları birebir kopyaladığınız takdirde, zaten o şarkıyı seven insanlar gidip orijinalini dinlemeye devam edecektir, dolayısıyla sizin yaptığınız cover’ın pek bir anlamı olmayacaktır.

The Nobody biraz böyle. Kesinlikle kötü değil, anlatı dili ve hikaye üslubu oldukça iyi, fakat The Invisible Man’i okumuş biri için herhangi bir ekstra boyut sunmuyor.

Uzak bir fikir olsa da, bu görüşümü bir arkadaşımla paylaştığımda, Lemire’ın yaptığının bir “adaptasyon” olabileceğini, yani Lemire’ın İngiltere’de geçen Invisible Man’i, hem günümüz dünyasına, hem de ABD’ye adapte etmiş olmasının da mümkün olabileceği yönünde bir fikir aldım.

İlk söylediğinde Anglo-Sakson kültür içerisinde bir adaptasyon fikrini çok kavrayamasam da, sanırım böyle bir şeyin mümkün olduğunu kabul edebiliriz. Fakat, bir de şöyle bir durum var ki, The Nobody’nin kurgusunda Large Mouth kasabası çok büyük bir rol oynasa da, bu rol “bir Amerikan kasabası rolü” değil.

The Nobody bir adaptasyon örneği olsa, Large Mouth’un Amerikan kültürünü daha fazla yansıtmasını, Amerikalıların The Invisible Man’de geçen duruma nasıl tepki vereceklerini incelemesini, yani kısacası, “The Invisible Man Modern Amerika’da geçse ne olurdu?” sorusuna cevap aramasını bekleyebilirdik. Bana kalırsa, çizgi romanın böyle bir amacı yok. Çünkü Large Mouth, bir Amerikan Kasabasından çok, uzak, ıssız, sessiz, monoton ve küçük bir kasaba portresi çiziyor. Aynı kasaba Japonya’da da olsa, İzlanda’da da olsa, muhtemelen ön plana çıkarılan şeyler yine aynı şeyler olacak. Dolayısıyla, Large Mouth’un asıl olayı Amerika’da olması değil, fazlasıyla sıradan olması.

Tabi buna bir karşı argüman olarak da, “küçük, ıssız, monoton kasaba” fikrinin Amerikan Kültürü’nde, özellikle korku ve gerilim türlerinde, ciddi bir yeri olduğu argümanı kullanılabilir, fakat ben yine de durumun böyle olduğunu düşünmüyorum, okuyan olursa onların da fikrini yorumlar bölümünden duymayı çok isterim.

Fazla uzatmadan devam edelim.

The Nobody ile ilgili hayal kırıklığı yaratan ikinci notka ise, benim hem edebiyatta, hem çizgi romanlarda, hem filmlerde, kısacası her türlü kültürel eserde en çok üzüldüğüm durumu yaşatıyor olması: Çok güçlü bir atmosfer, iyi yükselen bir hikaye, heyecan verici bir “climax”, fakat hayal kırıklığı yaratan bir son.

Çizgi roman boyunca, hikaye son derece başarılı bir “build up” sunuyor, fakat iş finale geldiğinde, Lemire aynı başarıyı gösteremiyor, okuyucuyu “Bu muydu yani?” demeye itiyor.

Bu duyguyu biraz daha anlaşılabilir hale getimek için edebiyattan örenkler verecek olursam, Haruki Murakami’nin – başta “Kafka on the Shore” olmak üzere, romanlarında yaşayabileceğiniz “beklenti – tatmin etmeyen son” döngüsünü, veya Mikhail Bulgakov’un “The Master and Margarita” romanının, “birinci kitap”tan sonra git gide düşen temposunu örnek verebilirim.

Dizi kültürüne daha yakın olanlar için ise, beş sezon fenomen haline gelen bir merak uyandırma süreci yaratan Lost’un, pek de tatmin edici olmayan bir sona ulaşması, sanırım benzer bir örnek olacaktır.

Bu noktada, bu birinci ve ikinci sorunların belki de birbirinden o kadar da “ayrı” olmayabileceğini belirtmeliyim. Özellikle benim gibi, grafik romanın bir noktadan sonra Invisible Man’den ayrılmasını, kendi çizgisini çizmeye başlamasını bekleyen bir okurun gözünden bakıldığında, The Nobody’nin tatmin etmeyen bir sona ulaşıyor olmasının ana sebebi, aslında The Invisibile Man’i okumuş bir okuyucu için fazladan bir boyut sunmaması da olabilir.

 Eleştrilerimi başladığım gibi bitiriyorum: Bunlara rağmen, The Nobody kötü bir grafik roman değil. Kötü bir grafik roman olmadığı gibi, Jeff Lemire’ın çizimleri ve renklendirmeyi de kendisinin yapmış olması nedeniyle, “çizgi roman sanatını”, aktarmak istediği duyguları doğru ve isabetli bir şekilde aktarabilmek için başarıyla kullandığını söylemek mümkün. Üstelik, The Invisible Man’i okumamış okuyucular için daha da sürprizlerle dolu ve enteresan bir çizgi roman olma ihtimali de bulunuyor.

 Bu yüzden, The Nobody’ye not kriterlerimize göre on üzeirnden yedi veriyorum, ve imkanınız varsa mutlaka bir göz atmanızı tavsiye ediyorum. Bu yazıdaki eleştriler sizi yanıltmasın, bunlar belki de eseri okuduktan sonra tartışılması gereken şeyler.

AltEvren’in Notu : 7 / 10