Fransız Çizgi Romanları

The Lab (Le Labo) – Hervé Bourhois & Lucas Varela

Bilgisayar, akıllı telefon ve internet gibi teknolojileri, çoğu zaman global, dünyayı küçülten, evrensel teknolojiler olarak görüyoruz. Tüm ülkeleri birbirine bağlayan, pek çok coğrafi kısıtlamayı ortadan kaldıran bu kavramlar, bazen tüm dünyaya ait kavramlarmış gibi geliyor.

Fakat düşündüğünüz zaman, teknolojilerin çıkış noktası da fark yaratıyor: Tüm bunların Amerika Birleşik Devletleri’nden çıkmadığını, bu sistem içindeki en güçlü şirketlerin Amerikalı olmadığını hayal ettiğinizde, aslında çok farklı bir dünya hayal etmeye başlıyorsunuz.

2021 yılında yayımlanan The Lab veya Fransızca orijinal adıyla Le Labo, kişisel bilgisayar ve internet gibi kavramların Amerika’dan değil, Fransa’dan çıkmaya çok yaklaştığı bir senaryoyu ele alıyor.

spoiler
AltEvren’de çizgi romanları bazen spoiler vererek, bazen ise spoiler vermeden inceliyoruz. Şu anda okumakta olduğunuz yazı spoiler içeriyor. Bu noktadan sonra yazıyı okumaya devam ederseniz, bu eserin finali de dahil olmak üzere pek çok boyutu hakkında okuma zevkinizi kaçıracak bilgilerle karşılaşabilirsiniz.

Le Labo’nun kurgusu ve görsel anlatı üslubu, kitap boyunca büyük ölçüde alışılmış kalıplar üzerinden ilerliyor – ancak çizgi romanın başında, hikaye açısından oldukça önemli iki “giriş” bölümü ile başlıyoruz.

İlk giriş bölümünde, çizgi romanın geçtiği Fransa’dan çok uzakta, California’da bir bilgisayar dükkanını görüyoruz. 70’li yıllarda bilgisayar malzemeleri ve kitapları satan bu dükkanın sahipleri, gördüğümüz kadarıyla biraz daha “yasadışı” yan gelir kaynakları ile de ilgileniyorlar ve ani bir baskın sırasında, Fransa’dan sipariş edilmiş bir grup kitapla birlikte, bir miktar uyuşturucuyu da kolilere saklayıp Fransa’ya gönderiyorlar.

Günümüzde geçen ikinci giriş bölümü ise bizi hikayemizin ana mekanına, Fransa’ya götürüyor. Bahçesinde retro-fütürist bir harabenin yer aldığı evini satan bir kadın, evi gezmeye gelenlere bu tuhaf evin ve “Labo” tabelalı harabenin hikayesini anlatmaya başlıyor; böylece çizgi romanın yaratıcı ekibi de bizi tekrar yetmişlere, çizgi romanın ana hikayesine götürüyor.

Le Labo’nun merkezinde, Bercop isimli bir Fransız şirketi yer alıyor. 70’li yıllara gelindiğinde başarılı bir fotokopi makinesi üreticisi olan bu şirket, kurucusu Jacques-Marie Bertrand’ın oğlunun şirkete katılması ile önemli değişiklikler yaşamaya başlıyor. Daha doğrusu, Jacques-Marie, oğlunu şirketin AR-GE departmanının başına geçirdiğinde, mühendislik diplomasını yeni almış olan Jean-Yves, babasının beklediğinden biraz daha farklı AR-GE projelerine yoğunlaşmaya başlıyor.

Çok net ifadelerle açıklamak gerekirse, şirketini ABD’den ithal ettiği fotokopi makineleriyle başlatan, daha sonra “yüzde yüz” Fransız yapımı makineler satmaya başlayan Jacques-Marie, işin AR-GE tarafında çok da fazla bir yenilik olmasını istemiyor.

Oğlundan tek beklentisi daha iyi bir fotokopi makinesi üretmesi olan, muhtemelen bu görevden sonra da şirketini ona devretmeyi bekleyen başarılı iş adamı, oğlu daha büyük teknolojilerle, bilgisayarlarla ve günün heyecan verici gelişmeleriyle ilgilenince, aslında bu durumu çok da fazla desteklemiyor.

Aynı şekilde, geleceğin video oyunlarında olduğuna inanan ve bu alanda yatırım yapılması gerektiğini savunan ailenin küçük kızı Nicole de tamamen görmezden geliniyor. Aşağıda göreceğiniz panel bunun ilk örneği; video oyunları konusunda tutkulu ve bu alanda oldukça yetenekli olan Nicole, çizgi romanın geneli boyunca benzer bir tavırla karşılaşıyor.

Çizgi romanın ilk sayfalarında Jean-Yves Bertrand’ın da babasına göre çok daha büyük bir vizyoner olduğunu söylemek mümkün değil. AR-GE bölümünün başı olarak geçirdiği ilk günlerde çok somut bir planı olmayan Jean-Yves, bilgisayar sektörünün merkezi Amerika’dan bazı yeni kitaplar sipariş ediyor ve tahmin ettiğiniz gibi, kendisine gelen kolinin içinden bir paket de uyuşturucu madde çıkıyor.

Jean-Yves, kitaplarının içindeki bu beklenmedik paketi Paris’te düzenlenecek bir bilişim konferansına giderken, trende keşfediyor. Bir takım tuhaf olaylar sonrasında, kendisini fazla sevmeyen bir okul arkadaşı Christian’ın eşi Joyce, onu bu uyuşturucuyu kullanmaya ikna ediyor ve Jean-Yves, bu maddeden oldukça farklı bir şekilde etkilenip, hem kendisinin, hem de şirketinin kaderini değiştirecek bir takım “halüsinasyonlar” görüyor.

Bu, hem çizgi romanın olay örgüsü, hem de görsel anlatısı açısından önemli bir nokta. Çizgi romanın yazarı Hervé Bourhois ve Lucas Varela, yaklaşık 110 sayfalık çizgi romanın genelinde oldukça geleneksel bir üslubu, çağdaş bir görsellik anlayışı ile birleştirerek kullanıyorlar. Çizgi romanın neredeyse tamamı, altı panellik bir sayfa yapısını ve bu yapının varyantlarını kullanıyor. Sadece Jean-Yves’in bu halüsinasyonları, iki sayfalık bir “spread” olarak sunuluyor ve bu sayfalar hikayenin akışı ve görsel etkisi açısından büyük önem taşıyor.

Paris’te gördüğü ilk halüsinasyonda, 1970’li yıllarda pek de hayal edilmeyecek kişisel bilgisayar, görsel kullanıcı arayüzü, klavye ve mouse, hatta internet gibi pek çok kavramı kafasında canlandıran Jean-Yves, bu deneyimden sonra Bercop’un AR-GE departmanını tamamen farklı bir yönde düzenlemeye başlıyor. Fotokopi işini tamamen bırakarak, kullanıcılara yönelik bir bilgisayar geliştirmeye başlayan genç iş adamı, işe aldığı yetenekli çalışanlarla teknoloji dünyasında devrim yaratacak buluşlar üzerinde çalışmaya başlıyor.

Bu girişimler, yalnızca Labo’nun ilk çalışan ürünü Compupal isimli bir kişisel bilgisayarı yaratmakla kalmıyor; aynı zamanda hikayenin geçtiği Fransa’nın Charante bölgesinde oldukça farklı bir iş modeli de yaratıyor. Çalışanların birlikte meditasyon yaptığı, sohbet ettiği, yeni fikirler üzerinde sabahlara kadar çalıştığı Labo, açık görüşlü, farklı bir yaşam alanı haline geliyor.

Bercop’un hissedarları ve baba Jacques-Marie’nin eksi kafalı tanıdıkları, Compupal projesini başta pek desteklemiyor, hatta bu bilgisayarın tanıtım etkinliği yuhalamalar ile başlıyor.

Ancak Jean-Yves zekice bir gösteri düzenleyerek, Compupal’ın fotokopi makinelerine bağlanabildiğini ve ekrandaki verileri doğrudan kağıda basabildiğini gösterince, herkes bu durumu fotokopinin geleceği olarak görüp, projeyi desteklemeye başlıyor – tabi bunun, pek çok sorunu olan prototip bilgisayarın yapamayacağı bir şey olduğu daha sonradan anlaşılıyor: Jean-Yves, ekranda (zar zor) bir resim gösterirken, sadece aynı resmin fotokopisini çekiyor – ancak bu ufak hile, Compupal’ın Bercop içindeki konumunu güçlendiriyor ve Labo neredeyse sınırsız bütçe elde ediyor.

Çizgi romandaki komik durumlardan bir başkası da, Jean-Yves’in kendine kazandırdığı “vizyon” nedeniyle California’dan aynı siparişi tekrar tekrar vermesi oluyor. Ancak kullandığı uyuşturucu madde, Paris’teki konferanstan sonra bir daha asla aynı etkiyi yapmıyor. Neden sonra ki, Jean-Yves o gece sadece uyuşturucu kullanmadığını, aynı zamanda keçi peyniri de yediğini hatırlıyor ve bu kombinasyonu bir kez daha denediğinde, 2010’lu yılların teknolojilerini ve trendlerini, çok daha gerçekçi olarak gözleri önünde görüyor.

Bundan sonra, Labo kişisel bilgisayar projesinin de ötesine geçip, artık düpedüz internet, sosyal medya, hatta görüntülü konuşma gibi projeler üzerinde çalışmaya başlıyor. Network konusunda uzman Gérard Zermati’nin de ekibe katılması ile, Labo ekibi bu alanda da büyük başarılar elde ediyor ve bugün bildiğimiz anlamıyla sosyal medyayı 1970’li yılların ortasında icat etmeye oldukça yaklaşıyor.

Bazı sitelerdeki tanıtım ve incelemelerde Labo bir “alternatif tarih” hikayesi olarak tanıtılmış. Fazla gerçek dışı olmayan bir kurgu içinde kurmaca bir şirketin hikayesini anlattığı için bu doğru – ancak Labo’nun dünyasında, bizimkinden çok farklı bir tarih yok – çünkü tüm bunların sonunda, Labo başarılı olamıyor.

Özellikle videolu konuşma ve sosyal medya gibi konularda çalışmaya başladıktan sonra, Labo’nun liberal görüşleri ve farklı çalışma tarzı giderek daha fazla dikkat çekmeye başlıyor. Jean-Yves’i uyuşturucuyu denemeye ikna eden Joyce’un “Director of Well-Being” olarak çalışmaya başladığı şirket, bölgenin yerel sakinleri tarafından uyuşturucu kullanılan, “garip ayinlerin yapıldığı” bir “kült” olarak görülmeye başlanıyor. Daha da kötüsü, yerel halkın bu görüşü, Labo ile ilgili yayımlanan kısa bir belgesele de ekleniyor.

Bu “kötü reklamın” üstüne bir de başarısız geçen bir fuar deneyimi ve yukarıda adı geçen, Jean-Yves’ten fazla hazetmeyen Christian’ın devlette önemli bir konuma getirilmesi ile, Labo için işler fazlasıyla zor hale geliyor. Önemli çalışanlarını ABD’li büyük şirketlere kaptıran Labo, devletin Networking teknolojileri ile ilgili tüm kaynaklarının Christian’ın inisiyatifi ile başka bir projeye aktarılması ile bütçe yaratmakta zorlanıyor ve hikayenin sonunda Bercop Labo’yu kapatmak durumunda kalıyor.

Bu tuhaf teknolojik hikaye, bazen bariz, bazen de biraz daha panellerin arasında gizlenen toplumsal eleştiriler içeriyor. Çizgi roman için kritik olan halüsinasyonlarının sonuncusunu Labo’yu ateşe verdiği sırada gören Jean-Yves, burada sosyal medyanın, internetin (yani bugüne kadar hayalini kurduğu şeylerin), bu kez de olumsuz bir vizyonunu görüyor.

Labo, belli açılardan çok yabancı, ama belli açılardan da tanıdık gelecek bir hikaye – kendi içinde bir şeyler üretmeye çalışan ve başarılı olmaya yaklaşan insanların, bürokratik sıkıntılar, kişisel çekişmeler ve hatalı resmi kararlar nedeniyle başarısızlığa mahkum edilmesi; çizgi romanın spesifik konuları içinde biraz daha evrensel kalıyor. Hatta bütün bu temaları okurken, Fransa’da çıkan bu çizgi romanda — bilgisayar ve internet teknolojileriyle ilgili — ABD’ye karşı bir “Neden biz değil de onlar?” sorusunun izlerini hissetmek mümkün. Bu da aslında daha çok Doğu – Batı ekseninde görmeye alışık olduğumuz bir sorgulama yapısı: Böyle bir sorgulamayı Batı – Batı ekseninde görmek, hem toplumsal olarak ilgi çekici, hem de bana sorarsanız Fransız çizgi romanının bazı önemli temaları açısından tartışılabilecek bir konu.

Belki ilginç gelecek, ama Labo’nun en göz önünde olan toplumsal eleştirisi ise kesinlikle kadınlarla ilgili. Çizgi romanı okurken (manidar şekilde) sık sık lafı kesilse de, hikayenin en aklı başında karakteri, gelecekle ilgili en doğru tespitleri yapan karakteri Nicole’dan başkası değil – çünkü Labo’nun en başarılı olduğu günlerde bile, bu teknolojilerin halen çok uzakta olduğuna yönelik ipuçları var.

Oyun sektörü ve genel olarak bilişim teknolojilerinin ilerleyişi hakkında neredeyse tüm öngörüleri tutan tek karakter ise Nicole, oluyor. Kendisine hiçbir fırsat verilmese de geceleri gizli gizli Labo’da çalışarak program yazma konusunda da bilgilenen genç kadın, hikayenin sonunda çalışmaya yurt dışına giden karakterlerden de bir tanesi oluyor. Zaten çizgi romanın finalinde, evi satan yaşlı kadının da Nicole olduğunu, Nicole’un Japonya’da çok başarılı bir oyun geliştirici olduğunu anlıyoruz.

The Lab kesinlikle zor okunan bir çizgi roman değil. Ele aldığı konular bakımından çeşitli toplumsal eleştiriler içerse de, bunlar bir iki nokta dışında okuma deneyiminin çok önüne geçmiyor – ve sayfa sayısı da çok fazla olmadığı için, Bourhois ve Varela’nın bu çizgi romanı hızla ve keyifle okunacak, başarılı bir çizgi roman olarak dikkat çekiyor.

Özetle…

Kısa, Keyifli ve Eğlenceli

Bilim kurgu, alternatif tarih, retro fütürizm gibi kavramlar ilginizi çekiyorsa hoşunuza gidebilir!

Sevebilirsiniz…
  • Farklı alternatif tarih hikayelerinden hoşlanıyorsanız
  • Hızlı okunabilecek, sizi fazla yormayacak keyifli bir çizgi roman arıyorsanız
  • Görsel açıdan güçlü, özellikle renklendirmesi iyi yapılmış çizgi romanlar size özellikle keyif veriyorsa

Sevmeyebilirsiniz…
  • Bilgisayar, teknoloji ve bunlar etrafında ilerleyen iş dünyası kurguları hiç ilginizi çekmiyorsa
  • Uzun süre okuyabileceğiniz, dünyası içinde kaybolabileceğiniz daha yoğun bir deneyim arıyorsanız