Farklı Tatlar

Irredeemable

alt“Superman, daha birkaç hafta önce yerle bir etmiş olduğu Metropolis’in molozları arasında dolaşırken kendisine çok uzak olan bir yerden bir konuşma duydu. Akşam yemeğini hazırlayan kadın, kocasına Superman’in neden delirdiğini soruyordu. Bir zamanların Çelik Adam’ı dudağının kıvrımıyla gülümsedi. Ama şimdi, kadınla uğraşmanın vakti değildi. Batman’in yerini tespit etmişti. Gotham’ın pelerinli yarasasını kızartmanın vakti gelmişti ve geçiyordu bile. Sinirle havalandı.”

İyi günler efendim. Okumuş olduğunuz satırlar tabi ki canımız ciğerimiz Superman’in yemiş olduğu bir haltın anlatımı değil. Ama ya öyle olsaydı? Yani, insanların sorgusuz sualsiz güvenip sırtlarını dayadıkları Superman, bir gün çıldırıp Metropolis’i yerle bir etse ve Dünya’nın canına okumaya kalksa ne olurdu? Ya da Lex Luthor’luğa girişse? İşte Irredeemable bunun hikâyesidir.

 

 

Boom! Studios’un çıkardığı ve yazarlığını, daha önce birçok kaliteli işlere imza atan Mark Waid’in yaptığı Irredeemable, Supermanvari bir adamın, Plütonian’ın, delirmesiyle Dünya’yı yerle yeksan edip, eski dostları olan süper kahramanları yakalayarak öldürmeye çalışmasıdır serinin genel konusu. Ve Plütonian’ın güçlerine karşı koyabilecek kimsenin olmaması da hikâyeye ayrı bir heyecan katmakta.

Plütonian’dan bahsetmek gerekirse, kendisi bir gazetede Dan Hartigan gizli kimliği altında çalışan süper güçlere sahip bir adamdır. Tıpkı Clark Kent adının ardına saklanan Superman gibi. Görebileceğiniz gibi, Mark Waid konsepti kopyalamaktan çok, Superman’in kötü tarafa geçişini merak edenlere bir cevap vermek istemiş. Nedeni bilinmeksizin kafayı sıyıran Plütonlu, yaşadığı şehir Sky City’yi yerle bir edip mahveder. Eskiden beraber düşman avına çıktığı süper kahraman ekibi Paradigm ise, sağ kalan üyeleriyle Plütonian’dan kaçmaktadır.

Yüzyıllar boyu yaşayan, dev kanatlara sahip Gılgamos, özel bir kurşunla –ki kendisi yaratıyor sanırım kurşunu- istediği şekilde atış yapabilen Gılgamos’un karısı Bette Noir, eski efsaneleri ve hikayeleri yüksek sesle okuyunca canlandırabilen Kaidan, elektriksel güçlere sahip Volt,  Plütonlununkilere benzer ama çok daha düşük seviyede güçlere sahip Scylla ve Charybdis kardeşler ve son olarak makinelerle ve elektronik cihazlarla iletişime geçip onları kontrol edebilen Qubit’ten oluşmaktadır Paradigm.

Eski dönemlerden kalan düşmanları Modeus ise uzun bir zamandır kayıptır. Ve Plütonlu’yu ancak onun durdurabileceğini düşünmektedir ekip. Fakat, en ufak bir iz bile yoktur. Flashbackler aracılığıyla her sayıda, geçmişini biraz daha deştiğimiz Plütonlu’nun tabiri caizse bir tanrının, neden Dünya’nın en büyük süper-kötüsüne dönüştüğünü öğrenmekteyiz.

Dengeler elbette sağlanmalıdır. Bu sebeple eskiden Paradigm’in en tehlikeli düşmanlarından Max Damage de taraf değiştirip  iyiler kervanına katılarak Dünya’yı kurtarmaya karar verir. Böylelikle bir Max Damage spin-off’u olan Incorruptible’ı da yazmaya başladı Mark Waid.

Çizimlerden bahsetmek gerekirse, Peter Krause ve daha az yerlerde çizimi ele alan Diego Barreto, gerçekten hakkını vermiş. Şu ana kadar çıkan 35 sayısında da temposunu düşürmeden, her sayıdaki sıkmayan yüksek dozdaki aksiyonunu çizimlere o kadar güzel yedirmişler ki Plütonian gazaba gelince heyecanlanıp heveslenmeniz işten bile değil.

Son olarak konuşmak gerekirse, Irredeemable her çizgi roman severin alıp zevkle okuyacağı bir seri. Incorruptible ile beraber sürekli genişlemekte olan evreni, her sayısında ortaya çıkan ilginç sırlar, içine alıp sarmalayan aksiyon sahneleriyle –şu noktada tavsiye veriyorum sanırım- arşivlerde, kitaplıkta bulunması gereken bir eser.

Not: 9/10