Marvel Comics İncelemeleri

Avengers vs. X-Men # 3

İlk iki sayının incelemesinde, Avengers vs. X-Men serisinin standarda göre çok hızlı başladığından, hatta serinin temel noktası olmasını beklediğimiz büyük savaş sahnelerini neredeyse tükettiğinden bahsetmiştim. Dolayısıyla, ilk iki sayısı itibariyle Civil War’un son iki sayısına benzeyen crossover’ımızın, üçüncü sayıda bize farklı bir şeyler sunması kaçınılmazdı.

İlk iki sayıyı, yukarıdaki örnek üzerinden giderek Civil War’a benzetirsek, üçüncü sayıdan itibaren başlayan olay örgüsünü de, bu sefer X-Men tarafından bir hikayeye, Messiah Complex’e benzetebiliriz.  Çünkü, üçüncü sayı, temel olarak Avengers ve X-Men takımlarının akitf savaş halinden çıkmalarını, ve ayrı ayrı Hope Summers’a ulaşma çabalarını anlatmaya başlıyor.

Avengers vs. X-Men # 3’e, Spider-Man ve Wolverine ikilisiyle başlıyoruz. Bir önceki sayıda – henüz Phoenix ile birleşmemiş olmasına rağmen – Phoenix Force’un Dünyaya yaklaşmasıyla git gide güçlenen Hope Summers’ı cayır cayır yakmış olduğu Wolverine, “healing factor”u sayesinde yavaş yavaş iyileşiyor ve bilincinin kazandığı anda yaptığı ilk şey, Spider-Man’e diğerlerinin nerede olduğunu sormak oluyor.

Bu noktada, Cyclops’un teslim olduğunu, Captain America ve diğer önde gelen Avengers üyelerinin de X-Men takımını nasıl kontrol altında tutacaklarını tartışmakta olduklarını öğreniyoruz. Bu noktada, Captain America ve Iron Man X-Men üyelerini nasıl kontrol altında tutacaklarını tartışıyorlar. Cap, onları bir şekilde gözaltına almayı planlarken, Iron Man bunun zorbalık olacağını söyleyerek karşı çıkıyor – örnek olarak da kendisinin Civil War’da yaptıklarını göstererek, Cap’in o zamanlar böyle hareketlere karşı olduğunu hatırlatıyor.

Wolverine ise, asıl tartışılması gerekenin başka bir konu olduğunu düşünmekte. Logan, Cyclops’un bu kadar çabuk pes etmeyeceğini, ve bu işin içinde bir bit yeniği olabileceğini düşünerek olay yerine gidiyor – ve gerçekten de, Magik’in kendisini Dr. Strange, Dr. Strange’i de kendisi olarak göstererek Avengers’ı şaşırtmayı başardığını ve X-Men üyelerinin kaçmasını sağlayacak kadar zaman kazandığını görüyoruz.

Bundan hemen sonra, X-Men üyeleri ışınlanarak Utopia’dan ayrılıyorlar. İşte seriyi Messiah Complex’e benzetme sebebim de bu noktada ortaya çıkıyor: X-Men’in teleportlanmasının ardından, herkes, tıpkı birkaç sene öncenin büyük X-Men hikayesinde olduğu gibi, “mutant mesihi diğerlerinden önce bulma yarışı”na giriyor.

Sayının Avengers vs. X-Men hikayesi açısından etkili olabilecek iki olayı da bundan sonra gerçekleşiyor. Wolverine, okulda beklemekte olan Rachel Summers’a, Cerebra’yı kullanarak Hope’u bulma emri veriyor, fakat şaşırtıcı bir şekilde, Rachel’ın Hope’un yeri konusunda Wolverine’e yalan söylediğini, ve asıl bilgiyi Cyclops’a ulaştırdığını görüyoruz.

Rachel’ın – her ne kadar Phoenix ile ilgili bir hikayede ana rolde olması gereken bir karakter olsa da (burada ne demek istediğimi anlamak için Wolverina and the X-Men # 11 incelememize göz atabilirsiniz)  – böylesine kritik bir rol oynaması bile güzel aslında.

Tabi sayının bir numaralı olayı, Rachel’ın Wolverine’e ihanet etmesi değil.

Avengers takımının üyelerini, Hope’u aramak için Dünya’nın farklı yerlerine gönderen Cap, Wolverine’i de kendisiyle birlikte alarak onu Utopia’da aceleci davranmakla suçluyor ve bu görevde yer almayacağını söylüyor. Wolverine’in bu laf üstüne pençeleri çekmesi ve Cap’in ilk yumruğu savurmasıyla, iki sayı süren Wlolverine – Captain America ortaklığı da sona ermiş oluyor.

Diğer Avengers üyelerinin de yardımıyla Wolverine’i etkisiz hale getirmeyi başaran Captain America, onu buzulların üstünde uçaktan atarak, Wolverine’i savaş dışı bırakmış oluyor. İkilinin kavga etme sebebi temel olarak Logan’ın Hope’u en kısa sürede öldürerek Phoenix tehlikesini ortadan kaldırmakken, Captain America’nın bir şekilde Hope’u da kurtarmayı amaçlaması. Bu durum aklınızda bulunsun, yorumlar bölümünde daha detaylı olarak açacağım.

Avengers vs. X-Men’in üçüncü sayısı, temel olarak bu sahneyle sona eriyor. Captain America’nın uçaktan fırlattığı Wolverine, buzulların arasından çıkarak, artık ipleri kendi eline almasının vaktinin geldiğini söylerken – bize de kurgusu artık iyice tamamlanmış olan bu serinin devamını beklemek kalıyor.

Yorumlar

Üçüncü sayı, tam anlamıyla bir geçiş sayısı olmuş. Dediğim gibi, ilk iki sayının teması tam bir “Avengers vs. X-Men” savaşıyken, bu sayıyla birlikte bu temayı arkamızda bırakıyoruz ve savaş hala devam etmesine rağmen, Hope Summers’ı yakalama çalışmalarına konsantre olmaya başlıyoruz.

Hope bu sayıda çok az gözüküyor, fakat kendisi anladığımız kadarıyla kimsenin, en azından Phoneix Force Dünya’ya ulaşana kadar, kimseyle haşır neşir olmamak konusunda dikkatli davranmaya çalışıyor. Bu sayıda da, “Umarım Cable’ın öğrettiklerini hatırlayabilirim” düşünceleriyle bir takım teknolojik cihazlar üzerinde çalıştığını görüyoruz kendisinin –Cable’ın bu seride rol oynayıp oynamayacağını çok merak ediyorum, çünkü mantıklı bir hikaye akışı içinde Hope üzerindeki etkisi nedeniyle son derece kritik bir karakter olabilir Cable.

Tabi Marvel ve Mantık kelimelerinin çoğu zaman birbirinden ayrı ilerleyen kavramlar olduğunu da unutmamak lazım.

Tony Stark ve Steve Rogers arasındaki Civil War muhabbetleri, Avengers # 25’de de karşımıza çıkmıştı – bunun eleştirisini o sayının incelemesinde de yazmıştım – Tony’nin teknik olarak bu olayların hiçbirisini kişisel olarak hatırlamaması gerekiyor – yani hepsini tıpkı bir yabancı gibi ikincil kaynaklardan elde etmiş olması lazım. Daha detaylı olarak Avengers # 25’de de okuyabileceğiniz bu “hafıza kaybı” durumunu da anladığım kadarıyla tamamen göz ardı edecek artık Marvel.

Gelelim üçüncü sayının temel hikayesi; Cap ile Logan’ın ayrı taraflara geçmesine. Açıkçası ben bu hikayenin işlenişini pek beğenmedim. Öncelikle iyi yanından bahsedeyim: Ben seri çıkmaya başladığından beri Wolverine’in Avengers’da kalmayacağını, bir şekilde mutlaka X-Men tarafına geçeceğini söylemiştim. Henüz haklı çıkmadım – çünkü şu ana kadar anladığımız kadarıyla, Logan Avengers takımından ayrılmasına rağmen, X-Men’e de katılmıyor.

Yani, ortada bir Avengers tarafı, bir X-Men tarafı, bir de biraz bireysel olmakla beraber, bir Wolverine tarafı var. Bana sorarsanız, Wolverine’in X-Men’e dönüşü kaçınılmaz – bir noktada Cyclops ve Logan’ın farklılıklarını – bu Phoenix tehdidi bitene kadar – bir yana bırakmaları gerekecek muhtemelen.

Gelelim neden Wolverine – Captain America hikayesini beğenmediğime. Öncelikle, her şey çok hızlı olup bitiyor. Wolverine bir anlamda bu serinin en önemli karakteri – koskoca Logan’ın Avengers takımından ayrılması, “Bu göreve katılmıyorsun!” “Katılacağım!” “Yumruk!Tekme! Pençe!”den mi ibaret yani? Bana kalırsa Wolverine – Cap ayrılığı çok aceleye gelmiş – fakat tabi tie-in’lerde daha detaylı görme ihtimalimiz olabilir olayın derinliğini.

Bir de, olay boyunca ne Captain America’nın Captain America, ne de Wolverine’in Wolverine gibi davrandığı gerçeği var. Yahu iyiliğin, kahramanlığın bir anlamda Marvel içindeki sembolü olan Cap niye olayı tartışmadan ilk yumruğu savuruyor? Nasıl oluyor da her şeye rağmen takım arkadaşı olan bir adamı uçaktan fırlatıveriyor? Peki Wolverine’e ne demeli? Cyclops çocukların hayatını riske etti onunla kavga eden, Utopia’dan ayrılan Logan; nasıl oluyor da Hope’u keseyim de bu olay bitsin diye bir tutum takınıyor?

Muhtemelen cevaplar Cap’in stresten böyle davrandığı, Wolverine’in de Phoenix’in Jean’e yaptıklarını hatırlaması nedeniyle böyle davranmakta olduğu yönünde, ama mantıklı mı?

Eh, Marvel ile Mantık konusundaki görüşlerimi biliyorsunuz.