Fransız Çizgi Romanları

Enki Bilal – “La Foire aux Immortels”

Yavaş yavaş AltEvren Gurme’ye de yeni yazılar eklemek istiyorum, ve bu işe BD’ler ile başlamak sanırım en kolayı olacak. Gurme’deki ilk yazımız, daha doğrusu, ilk yazı serimiz de Fransız ekolünden geliyor: Enki Bilal’in en meşhur eseri, Nikopol Üçlemesi.

Başlık bu yazıda Fransızca, fakat her zaman öyle olmayacak, Soru – Cevap bölümünde de söylediğim gibi buradaki çizgi romanları Türkçe okunacakmış gibi inceleyeceğiz. Bilal bu konuda bir istisna teşkil ediyor.

Bunun birinci sebebi benim Nikopol Üçlemesi’ni henüz Türkçe olarak okumamış olmam. Dolayısıyla, piyasadaki Türkçe baskıya hakim değilim, eserin aslını ve İngilizce çevirisini daha iyi tanıyorum. Ama daha önemli sebep şu, aslında temel olarak bu yazıda (ve gelecek yazılarda) seriyi daha derin bir anlamda incelemeye çalışacağım; yani bu bir okuma önerisi, veya AltEvren’deki inceleme-özet tarzı yazılardan biri değil.

Bu ufak parantezi açtıktan sonra devam edelim.

Nikopol üçlemesi, ilk kitabı 1987’de basılan ve tam on üç yıl sonra tamamlanabilen bir eser. Bu on üç yıllık yaratım sürecini tek bir yazıda ele almak pek mümkün olmayacağından, özellikle Fransa dışında seri gerçekten de “üçü bir arada” formatında basılmış olsa da, ciltleri ayrı ayrı incelemek istiyorum.

İlk cilt, “La Foire aux Immortels” veya “The Carnival of Immortals”, ya da, Türkçe (ve bundan sonra kullanacağım adıyla) “Ölümsüzler Panayırı”, tahmin edebileceğiniz gibi serinin açılış kitabı. Hikaye, 2023 yılının Paris’inde geçiyor, fakat Paris bildiğimiz Paris’ten çok farklı.

Her şeyden önce, şehir faşist bir diktatörlük tarafından yönetiliyor, ve (galibi önceden belli olduğundan, çok da bir anlamı olmayan) seçim günü yaklaştığından şehirde politik bir hareketlilik var. Bu hareketliliğin içinde, Bilal “kurgu ortamını” 2023’ün distopik Paris’inden anlar göstererek resmediyor, ve kadınların ikinci sınıf vatandaş bile olmadığı, hatta yer yer sadece üreme amaçlı kullanıldığı, insanların kendilerini saçma sapan makyajlarla süsledikleri, tamamen yozlaşmış ve “iğrençleşmiş” bir kültür yaratıyor.

Aynı zamanda, karşımıza çıkan en dikkat çekici detaylardan biri, Paris’in üzerinde uçmakta olan dev bir piramit olması. Bir uzay gemisi işlevi gören bu piramit, yaygın “uzaylılar-piramitler” komplo teorilerine gönderme yaparcasına Mısır Tanrılarını taşıyor, ve bu ölümsüz tanrıların da, Paris’deki politik ortamın bir parçası haline gelmelerini izliyoruz. Ölümsüz ve zamansız Tanrıların bu politik keşmekeş içinde ne yaptığını merak edebilirsiniz.

Kendileri aslında piramitlerini “uçurmaya” devam edebilmek için Diktatör Choublanc’tan benzin almaya çalışıyorlar, fakat Choublanc istedikleri miktarda benzini, ancak ve ancak kendisi ölümsüz kılındığı takdirde vereceğini söylüyor. Bu da, Choublanc ile Mısır Tanrıları arasındaki tartışmayı sonuçsuz bırakıyor.

Peki, “Nikopol” Üçlemesi ismi nereden geliyor? Nikopol bu olayların içinde nerede?

Seriye ismini veren Nikopol, serinin ana karakterlerinden birisi olan Alcide Nikopol’den başkası değil. Bundan tam otuz yıl önce askerdeyken uzaya sürgüne gönderilen, ve otuz yıl boyunca uzayda donmuş bir şekilde sürüklenen Nikopol, bu sürenin dolmasıyla Dünya’ya geri dönüyor ve tamamen yabancı olduğu bir Paris ile karşılaşıyor. Ne yapacağını bilmediği bu dünyada ona yol gösteren ise, Mısır Tanrıları içinden ayrılmış olan, ve Tanrılar tarafından bir hain olara görülen Horus oluyor.

Horus, Nikopol’ü iyileştirdikten ve – onun da rızasıyla – onun bedeninin içine girdikten sonra, hikaye gerçek anlamda şekil almaya başlıyor. Nikopol ve Horus, 2023 Paris’in kontrolünü ellerine almak için bin bir türlü politik oyuna dahil oluyorlar, ve Horus’un insanüstü güçleri sayesinde, Nikopol Paris’in yeni diktatörü olmayı başarıyor.

Bu süre içinde, serinin adının “Nikopol Üçlemesi” olmasında önemli olan bir faktör daha ortaya çıkıyor: Nikopol’ün oğlu. Kendisi uzaya gitmeden önce karısının hamile olduğunu ve bir çocuk sahibi olduğunu öğrenen Nikopol, bu olayı şaşkınlıkla karşılıyor, fakat asıl şaşırtıcı olan şey şu: Alcide Nikopol Jr. babasıyla aynı ismi taşımakla kalmıyor, aynı zamanda ona inanılmaz derecede benziyor. Nikopol’ün uzayda donmuş haldeyken yaşlanmaması nedeniyle, ikisini ayırt etmek neredeyse imkansız hale geliyor.

İki Nikopol’ü ayırt etmekteki bu imkansızlık da, zaten birinci cildin “sonucu” oluyor: Alcide Nikopol, Horus’un kendi bedenini kullanması nedeniyle akli dengesini büyük ölçüde kaybedince, kendisinin elde ettiği politik konuma, ona fiziksel olarak çok benzediği için oğlu getiriliyor. Böylece, baba Nikopol bir akıl hastanesine yatırılırken, oğlu Nikopol gibi davranarak daha ılıman bir politik düzen kurmaya devam ediyor.

Nikopol üçlemesinin genel yorumlarını son biryazıyla paylaşacağım. Fakat ilk cilt hakkında şunları bilmek önemli: Birincisi, bu kesinlikle bireyselden çok, kollektif duruma ağırlık veren bir eser. Çizgi roman kültüründe örneklerini sık gördüğümüz “atmosferin hikayedeki diğer unsurlardan daha üstün olması, hikayeyi domine etmesi” durumu – Batman’in Gotham’ında, Frank Miller’ın Sin City’sinde, Warren Ellis’in Transmetropolitan’ında ve daha pek çok çizgi romanda olduğu gibi – Bilal’in “Ölümsüzler Panayırı”nda da geçerli.

Hikayenin yazımında elbette bir takım boşluklar ve anlamsızlıklar var, hatta zaman zaman Bilal bunlara kendisi de gönderme yapıyor (Mısır tanrılarının benzin peşinde koşması gibi), fakat yaptığı göndermeler durumu kurtarmak için çoğu zaman yetersiz kalıyor. Fakat, bu belki de biraz mazur görülebilir, çünkü Enki Bilal her şeyden önce muazzam bir ressam ve eserin ön plana çıkan yanı da bu.

Yine de, yazımın tamamen kötü olduğunu söylemek de mümkün değil. En azından, kaliteli çizgilerin önünde tamamen ezilmiyor, ki çizgi Bilal’inki kadar kaliteli olduğunda, bu aslında bir başarı bile sayılabilir. Kısacası, Bilal’in çizgi roman tarzı, eserini hem yazan-hem de çizen sanatçıların avantajlarını yansıtıyor. Ama bir yazar, bir çizerin getirdiği bazı avantajları yansıtamadığı da bir gerçek.

Fazla yorumlamak istemiyorum, çünkü dediğim gibi yorumlara başlı başına bir yazı ayıracağım, fakat Ölümsüzler Panayırı ilginç bir eser. Üçleme içinde en başarılısı ya da en ilgi çekicisi, hatta en tanınmışı bile değil, fakat serinin geri kalanı için çok fazla olasılık yarattığını söylemek mümkün.