DC Comics Yazıları

Bu Hafta Ne Okudum II – İşte Öyle Bir Şey

Çizgi roman acemisinden çizgi roman görüşleri.

Bu hafta Action Comics #5, Magneto: Not A Hero #2, Animal Man #5 ve Detective Comics #5 mercek altında.

Magneto: Not A Hero #2
Magneto: Not A Hero 4 sayılık bir mini-seri. Kısaca hikâyeden bahsetmek gerekirse hikâye, yüce hedefine kirli yollardan ulaşmayı bir kenara bırakan Erik’in (aka Magneto) mutant karşıtı bir konferansı basıp 40 kadar kişiyi öldürmesiyle başlıyor. E hani bırakmıştı kirli işleri hıyar insan seni diye bir çıkışta bulunmayın, anlatılası bir hikâye olmazdı çünkü öbür türlüsü. Sonra anlaşılıyor ki o 40 küsür kişiyi öldüren kişi Erik’in klonu Joseph’mış.

“Cool story bro!”

Bu sayısıda da Joseph’ın nasıl tekrar hayata döndüğünün hikâyesini dinliyoruz. Erik ve Joseph’ın bu olaylar sonucunda karşı karşıya gelmemesi de şaşırtıcı olurdu zaten, bu sayıda büyük oranda buna da yer verilmiş. Bu durumun güzel yanı ise, Erik-Joseph-Astra arasındaki ilişkiyi gözlemleme şansı doğması bizlere. Hoşuma giden başka bir unsur da Magneto seven/sevmeyen, karakterlerin geçmişlerini detaylı bir şekilde bilen/bilmeyeni aynı derecede sayının tadını çıkarabilmesi oldu. Astra kim, yenir mi içilir mi bilmeyenler için de gerekli açıklamalar mevcut bu sayıda, bu sayede konuya Fransız kalmamanız sağlanmış oluyor. Aklıma gelen tek kötü şey, bitişle ilgiliydi. Zart diye bitti sayı, ne şok edici bir sondu, ne biteceğini tahmin ediyorduk. Olmamış. Ciddi ciddi okumayı bitirince önce soluma, sonra sağıma, sonra soluma baktım tıpkı karşıdan karşıya geçerken yaptığım gibi, ne olup ne bittiğini anlayabilmek için…

7/10

+Karakterleri daha yakından inceleme şansı yakalamamız
+Bilgili veya cahil herkese hitap etmesi
İnsanı kendinde şüphe ettiren son
Kötü denebilecek çok az şey olmasına rağmen harika denebilecek unsurlara da sahip olmaması

Action Comics #5: So It Begins… Again.
Nereden başlasam bilemiyorum, anlatacak çok fazla şey var. Muhtemelen bitirdiğimde de hiçbirini anlatmamış olacağım. Başlıktan da anlamış olduğunuz üzere Superman’in doğuş hikâyesi anlatılıyor bu sayıda, ama birkaç farklı detay değişmiş durumda. Öncelikle serinin ilk 4 sayısını okumuş olanlar Metropolis’in başına gelenlerden az çok haberdardırlar. Metropolis kendine Collector of the Worlds diyen bir zat-ı muhteremin tehdidi ile karşı karşıyaydı. Bu seferki hikâyeye göre Krypton’un yok olmasından da aynı şahıs sorumlu. El ailesinin pederi Jor-El tehlikenin farkında ve hayatta kalmak için bazı planları mevcut. O ana kadar Krypton’daki suçlular için bir hapishane olarak kullandığı Phantom Zone’a kaçmayı düşünüyor. Bu kendi içinde bile çok riskli olmasına rağmen türlü sebeplerle işe yaramaz hale geliyor ve Krypto(aka El-Köpek) Phantom Zone’a geçiş yapıyor. Aslında Krypto Phantom Zone’a geçiş yapabildi mi, yapabildiyse hayatta kaldı mı soruları henüz cevaplanmış değil. Ama Krypto ile ilgili bir hikâye yazmak istenmediği sürece cevaplanacağını da zannetmiyorum.


“Krypto to the rescue!”

Olan her şeyi anlatmak istemiyorum, ama kesinlikle bahsetmek istediğim 1-2 şey var. Geçtiğimiz sayılara yapılan birçok atıf mevcut. İkinci sayıda, Kal-El’in içinde geldiği uzay gemisinin Luthor’un eline geçtiğini görmüştük ve Luthor Superman’e bir ölü ceset gösterip “Aslında insanların gerçekte böyle görünüyorlar, değil mi?” sorusunu soruyor ve karşılığında kahkaha alıyordu. Bu sayıda bu cesedin aslında Jonathan Kent’in orduya “Alın size uzaylı.” Diye verdiğini görüyoruz ki burada benim sinirlerimi bozan nokta şu. Bu ceset bariz bir şekilde alüminyum folyoya sarılmış bir keçiye benziyor ki çok büyük bir ihtimalle böyle. Hadi ilk etapta askerler bunu fark edemedi, koskoca Lex Luthor bilmemkaç sene boyunca şu ceset üzerinde bir kez olsun otopsi yapmadı mı? Önceki sayılara atıflarda bulunulması hoşuma giden bir özellik, ama bunu yapabilmek için de biraz zekice bir yöntem düşünmek gerek.

“Sol tarafta keçinin çürümüş hali, sağda ise fırından yeni çıkmış hali.”

Sayıda Superman’in pelerininin nereden geldiği, hangi özelliklere sahip olduğu gibi birkaç detay daha anlatılmış durumda. Ama onları keşfetmeyi de okuyacak olanlara bırakayım artık. Normal Superman hikâyesi sona erdikten sonra yaklaşık bir 8-9 sayfa boyunca Martha Clark ve Jonathan Kent ikilisinin evlenme ve bebek sahibi olma maceralarını da okuma fırsatı buluyoruz ki burada yapılan benzetmeler çok yerindeydi bence. Yıllarca, türlü yöntemi denemiş olan bir çiftin sonunda Superman ile ödüllendirilmeleri üzerinde duruluyor genellikle. Sanki bu kısımları, Superman’in Krypton’dan kaçışı ile ilgili kısımdan daha çok sevdim. Origin hikâyesini tam olarak sindirebilmek için 2-3 kez okumam gerekti benim, bu da hikâyeden daha az etkilenmeme sebep oldu gibi.

Superman’in nasıl doğduğunu öğrendik, sırada güçlerine nasıl kavuştuğunu öğrenmek var ki bu beni göreceli olarak daha fazla heyecanlandıran bir konu. Superman hayranlarının kaçırmaması gereken bir seri Yeni Action Comics. Hayranlık konusunda kararsız olanların da 5 sayı sonunda bir karara varmış olacaklarını düşünüyorum.

7/10,

Aslında 8 vermiştim de sonra bir düşündüm, bu sayıyı okurken Magneto: Not A Hero #2’ye göre daha mı fazla zevk aldım diye, cevabım hayırdı.

+Meraklıları için detaylı bir origin hikâyesi sunması.
+Sonda şanslı ve Dünyalı çiftimizin hikâyesine de yer verilmiş olması.
+-Önce sayılara yapılan göndermelerle kurulan köprünün bazı saçma detaylar üzerine inşa edilmiş olması.
Hikâyenin takibi zor bir şekilde anlatılmış olması. (İkinci Görüş: Detective Comics’in son sayısından sonra çok anlaşılır anlatıldığını düşünmeye başladım Action Comics. Ehe.)

Animal Man #5
Jeff Lemire, Travel Foreman. İsme bak, Travel Foreman. Bunun önceki nesilleri, kendi neslimizin daha cool olmasını nasıl sağlarız diye çok düşünmüş olsalar gerek, sonunda böyle bir ürün çıkmış ortaya. Hiç de fena olmamış hani.

Animal kaldığı yerden tam gaz devam ediyor. Yazarımız Jeff Lemire, çizerimiz Travel Foreman önceki sayılarda da olduğu gibi. The Red ve The Rot arasındaki savaş yavaş yavaş daha çetin daha somut bir hale gelmeye devam ediyor. Çok bilindik karakterlerden sıkılanlar için bir alternatif hissi uyandırıyor Animal Man önce. Hani bazı müzik grupları vardır, bazı diziler vardır. Hiç kimse sevmeden önce sevip bağrınıza basarsınız. Bir yandan herkesin bilsin diye yanıp tutuşursunuz, bir yandan da kimse bilmesin, sadece size kalsın istersiniz ya hani? Animal Man tam anlamıyla öyle bir seri.

“Shit just got real!”

 

Hikâye geçen sayıda kaldığı yerden devam ediyor, hayvan adamımız Buddy Baker ailesini bir arada tutmak için yırtınıyor. Dışarıdan göründüğü kadar sıradan olmayan bir kıza sahip olmak da bu işi kolaylaştırmıyor tabii. Kısaca önceki sayılardan bahsetmek gerekirse; Buddy Baker, The Red ismi verilen bir ağa bağlı olan bütün hayvanların güçlerini kullanabiliyor. Bir kuş gibi uçmak, bir balık gibi yüzmek gibi. Ama aslında kendisi eşsiz birisi değil bu konuda. Bu güçlere sahip olmasının tek sebebi, kızının The Red için çok büyük bir önem teşkil etmesi ki sonradan gün yüzüne çıkan detaylar, kızının babasından bile daha güçlü olduğunu gösteriyor. Yani aslında Buddy Baker, bir bekçiden daha fazlası değil. The Rot ise bir nevi anti-Red gibi bir şey denebilir. Red ve Rot sürekli olarak bir savaş içerisindeler, Buddy ve kızı da önemli birer piyon rolü üstleniyorlar.

 

Serinin çizimlerinden bir gerçekçilik beklemek gereksiz gibi duruyor şu aşamada. Gerçek dışı çizimlere ve biraz absürd çizgilere sahip olmasına rağmen hiç sırıtmıyor. Çünkü daha önce de bahsettiğim gibi, Animal Man kendine has bir seri. Bir Superman veya Batman’de karşılaştığınıza bir ihtimal yadırgayacağınız şeyler bu seride altından daha değerli.
Resmen o kadar kelime yazdım, ama hiçbir şeyden bahsetmedim. Bu serinin ne olduğunu bilmediği için uzak duran zavallılara acıyorum, neler kaçırdığınızı bilmiyorum. (Ters psikoloji denedim, bakalım ne olacak. Gerçi stratejimi açıklayarak stratejiyi işe yaramaz hale getirdim muhtemelen. Yoksa bu da mı bir ters psikoloji denemesi?)
Beşinci sayının sonunda Swamp Thing’i de takip etmek isteyeceksiniz, kesinlikle isteyin zaten.

9/10

+-Artı/eksi yazarak serinin kendine haslığına gölge düşürmeyeceğim. Kesinlikle okuyun bunu zaten, bu yazının gerisini okumakla kaybettiğiniz zamana değmez. Yazıyı burada bırakın, gidip Animal Man’ı okuyun.

Detective Comics #5
Dürüst olmak gerekirse Detective Comics, sadece ve sadece tarihinden dolayı takip ettiğim bir seri. Ve şu ana kadar pek hoşuma gitmedi, ama nefret de etmedim. Tony Salvador Daniel yazıp çiziyor ki kendisini tanımam etmem. Çizimler konusunda bir sıkıntı yok bence. Hatta yazarlığı konusunda da bir sıkıntı yok. Tek sorun, henüz ne yazmak istediğine karar verememiş olması. Bir Bruce Wayne’i bir aşk hikâyesine sokuyor, oradan çıkıp Commissioner Gordonlı bir şeyler yazayım diyor, arada Joker da olsun tatlı olur diyor. Serinin şu ana kadarki kötü adamı The Dollmaker denen bir eleman, ama henüz onda bile tam karar kılmamış olabilir, bilemiyorum. Sayının Batman’i içeren yarısı da Penguin ile sona eriyor zaten, tam bir mindfuck durumu söz konusu.

Bu son sayıda, Daniel’ın bu kararsızlığı yarım sayı boyunca Batman, yarım sayı boyunca Catwoman yazmasıyla sonuçlanmış. Aslında tam olarak Catwomanla da alakalı değil. Catwoman, Hugo Strange ve onun oğlu Eli Strange diyelim. Eli Strange’in de bu seride yaratılan yeni bir karakter olduğu hatırlatayım, tıpkı The Dollmaker gibi. Bu kadar dağınık yazdıktan sonra güzel bir şekilde toparlayabilmesi zor bence, ne yapacak göreceğiz. Detective Comics’i Batman için değil de Tony Daniel sıçtıktan sonra sıvayabilecek mi diye okumak da bir garip aslında. (Word şu an beni, sıçmak kelimesinin argo veya kaba olduğunu söyleyerek uyarıyor. Kaka yapmak. Bunu uyarmadı, nasıl yani abi? Kim büyüttü seni? Hangi dünyada sıçmak ayıp da kaka yapmak ayıp değil, bana bunlarla gel Word!)

“Joker’dan bahsediyor. Joker nereden çıktı demeyin, okuyun.”

Ama başarılı olan şeyler de yok değil. Örneğin Batman’i kendi kendisiyle konuşturduğu anlarda düzgün bir iş çıkarıyor Daniel. Aslında Batman kendi içinde o kadar sağlam ve o kadar karanlık bir karakter ki, bunu başaramamak bir başarı olurdu herhalde. Her neyse, bunun için okumaya devam edebilirsiniz seriyi. Bir hikâye romanı değil de durum romanı diye bakmak gerekirdi derdim, eğer hikaye yaratmak için çabalamıyor olsaydı Daniel.

6/10

+Batman hâlâ çok sağlam bir karakter.
Daniel’ın anlatımı bir kadının hikâye anlatımına benziyor. Bir anlatmaya başladı mı yolda yüz farklı yola saptığı için süreç içerisinde kim olduğunuzu bile unutuyorsunuz.
Şu ana kadar üzerine hikâye yazılabilecek Jim Gordon, Batman, The Dollmaker, Penguin, Catwoman, Hugo Strange, Eli Strange… Bu liste uzar gider. Pick a thing dude!