DC Comics Yazıları

Ters Lale Stormwatch

Bundan 3 ay önce DC Comics, DC Evreni içerisinde geçen bütün dergilerinin yayınını sayı 1’den tekrar başlattı.  Amaç ‘sözde’ DC evreni içerisindeki süreklilik hatalarını yok edip daha oturaklı bir kurgu dünya oluşturmaktı. Bu, gayet zekice düşünülmüş ticari bir hareket için bir kılıf olsa dahi yine de birçok okurun işine geldi diyebiliriz. Buna ben de dahilim.

Yeni 52 bünyesinde yayınlanan dergiler arasında diğerlerine oranla daha bir ‘heyecanla’ beklediğim dergiler vardı ve ben de doğal olarak bu dergilere öncelik verdim; İlk sırayı tabii ki Batman aldı. Batman ailesine ait bütün dergileri okumadım ancak aile reisinin başlığını taşıyan birçok çizgi romandan memnun kaldım. Bana göre Batman, Dark Knight ya da Detective Comics arasında dağlar kadar fark yok. Hepsi belli bir kaliteyi tuttumuş standart ve iyi çizgi romanlar.  Supo ailesinde Action Comics epey bir farkla aradan sıyrılıyor. JLA tam olması gerektiği gibi. JLA Dark değişik. Vertigo ve DC birbirlerine sarılmaya ve kaynaşmaya çalışıyorlar. Deathstroke’ta tatmin edici düzeyde bir aksiyon, hızlı ilerleyen bir senaryo var. Red Lantern bana oldukça potansiyel vaat edici gözüktü. Ancak sadece ‘gözüktü’ yoksa  her an ‘normal bir çizgi roman’a dönüşebilir. Diğerleri ise şöyle böyle derken Yeni 52 için “ehhhhh işte” diyecektim ki bir de şunu okudum:

altStormwatch 1993 yılında Jim Lee tarafından yaratılmış ve o zamanlar Image Comics’in Imprint’lerinden biri olan Wildstrom tarafından yayınlanmış. Daha sonra ise Wildstrom’un DC tarafından satın alınmasıyla beraber yine kendi kurgu dünyasında yayın hayatına devam etmiş bir seri. Ta ki Yeni 52’ye kadar. Yeni 52 ile beraber Stormwatch da DC sürekliliği içersine dahil edilmiş ve şu an 3. sayısında.

 

Bugüne kadar hiç Stormwatch okumadım ve DC’ nin sıfırlanması buna vesile oldu. O yüzden Stormwatch eskiden nasıldı neydi, ne yaparlardı, nasıl bir dergiydi, karakterler kimdi bilmiyorum ve pek de umursamıyorum.

Yeni 52’de ise Stormwatch hükümet destekli meta-human’lardan (ve birkaç da uzaylıdan) oluşan bir grubu konu alıyor. Hikayeye göre bu grup binlerce yıldır varlığını sürdüyor ve bu süreç boyunca dünyayı birçok tehdide karşı savunmuş. Grubun seviyesi öyle bir düzeyde  ki Justice League’i amatör olarak görüyor ve herşeye burunlarını sokup ortalığı karıştıran bir ayak takımını olarak tanımlıyor.

Hikaye direk olarak aksiyonun ortasında başlıyor. Ekip ikiye dağılmış vaziyette: Harry ay yüzeyindeki bir anomoliyi araştırırken, dünyaya yaklaşan bir tehdite karşı dünyalıları bir nevi mücadeleye sokarak daha da güçlendireceğini söyleyen “acayip bir varlıkla” karşılaşıyor. Görünen o ki bu varlık zaten yeterince güçlü ve okuyucu bu varlığın dünyalıları savaşa hazırladığı `o diğer varlık da neymiş?” dedirtiyor.

Diğer yanda ise ekibin diğer üyeleri Moskova’da, gücü Superman ile eşit düzeyde (hatta belki daha fazla) olan Apollo’yu ekibe dahil etmeye çalışıyorlar.

Hikaye bu şekilde başlıyor ve gayet randımanlı bir tempo ile devam ediyor. Bu noktada artık lafı fazla uzatmadan kişisel düşüncelerime geçmek istiyorum:

Bence Yeni 52 içerisinde  Stormwatch’ın  yanına yaklaşacak tek bir çizgi roman bile yok.

Herşeyden önce Stormwatch çok iyi yazılmış bir süper kahraman çizgi romanı. Hatta o kadar iyi ki şaşırdığımı bile söyleyebilirim. Sözde bu kadar ciddi tehditlere karşı savaşan bir grubun maceralarının konu edildiği bir derginin de ciddiyet düzeyinin yüksek olmasını beklersiniz. Ancak tam tersine SW’deki espiri düzeyi işi laubaliliğe ya da Spider-Man veyahut Deadpool gibi çocukcu bir seviyeye indirmeden korunmuş. Ekip içerisindeki diyaloglar derginin mizah yönünün gösterildiği taraf olsa bile bu; o ekip ruhu kaybedilmeden, hiyerarşik düzen korunarak betimlenmiş:Yani demek istedidiğim şu ki: gerçekten komik birşeyler okuyorsunuz ancak okuduğunuz şeyin bir yandan da olması gerektiği kadar bir ciddiyeti var. X-Men, Avengers gibi “sözde ekip”olup herkesin ayrı telden çaldığı, saçma sapan artistik esprilerin her paneli işgal ettiği çizgi romanlardan “öğhhhhkkk” geldiyese (mesela bana “öğğğğğğğğğğğğğğhhhhkkkk” geldi) SW sizin için biçilmiş kaftan olabilir. Ekip lideri ve muhtemelen en güçlü üyesi olan Adam One ile ekibin IT’si konumundaki Engineer arasında geçen diyalogların betimlendiği şu iki sayfa daha açıklayıcı olabilir sanırım:

altalt

SW iyi yazılmış çünkü macera her ne kadar aksiyon sahneleri, espriler ve dünyanın geleceğine yönelik ciddi boyutta bir tehdidin varlığı ile açılsa bile bu doluluk arasında dergi yine esprili bir anlatıma kaçan diyaloglar eşliğinde SW’nin kendisi ve ekip üyeleriyle de  tanışmamızı sağlıyor. Ve bunu okuyucuyu hikayeye yabancılaştırmadan veyahut yormadan yapıyor. (Karakterleri tanımıyorsanız bir de JLA Dark okumayı deneyin bakalım. O da 1. sayısında!) Bence bu kadar şeyin (aksiyon espri, geleceğe yönelik atılmış düğümler, tanışma) bir arada bu kadar rahat biçimde anlatılması gerçekten büyük başarı. Sanki dergi Garth Ennis’in “Hoşgeldin Frank!” ve Mark Waid’in “Irredeemable”‘ı arasında ancak kendine özgü bir yerde duruyor.

Nedense çizgi romanları değerlendirirken yazar ve çizer hep ayrı olarak eleştirilir. Halbuki bahsettiğimiz şey çizgi roman. Kaba tanımla hikayeleri resimler eşliğinde anlatan sanat dalı. Dolayısıyla aslında hikayeyi anlatan sadece yazar değildir. Çizer de en az yazarın kendisi kadar önemlidir. SW’da Cornell’ın yazdığı hikayeyi panellere aktaran isim ise Miguel Sepulveda. Bana kalırsa Spulvada ne yaptığını çok iyi biliyor ve Cornell ile gerçekten iyi bir elektrik yakalamışlar. Tıpkı Cornell’e uyumlu olarak Sepulvada’nın çizgileri de hikaye ile beraber dinamik biçimde değişiyor. Yukarıdaki Adam One sayfalarında gördüğünüz çizgi filme kaçan karelerin yanında bir de Apollo’nun dünyaya yaklaşmakta olan göktaşına kafa kafaya daldığı şu sahnlere bakın. Olaylardaki enerjiyi gerçekten güzel yansıtmıyor mu?

alt

Stormwatch’da bir süper-kahraman çizgi romanında aradığım hemen herşeyi buldum: Rahat, yormadan ve merak uyandırarak ilerleyen bir senaryo, tuhaf güçlere sahip bir ton karakter, kaliteli ve yerinde bir espri düzeyi, bol enerji ve bol aksiyon. Ve bütün bunlar hem klasik bir biçimde işleniyor hem de bu klasik yol tercih edilmesine rağmen klişeye kaçmadan orjinal biçimde okura sunuluyor. Bütün bunların haricinde ise serinin bir “tavrı” var ve bu tavır sanırım en yukarıda resmini gördüğünüz 3. sayının kapağı ile gayet güzel biçimde anlatılmış: “Who Declared Earh Must Die?” ve bu sorıya Stormwatch’ın bariz cevabı: Süper kahraman tarzına uygun çizimlerle betimlenmiş ancak çizgi  filmsi bir hareket ile koskoca bir göktaşını savurmaya hazırlanan bir “Superman arketipi”. Stormwatch ilk 3 sayısında 22 sayfalık bir çizgi roman fasikülünden beklediğim hemen herşeyi verdi. Görünen o ki böyle de devam edecek. Beş yıldızlı pekiyi.