Dünya - Manga

One Piece’i Özel Kılan Ne?

AltEvren içerikleri en çok Amerikan ekolü çizgi romanlarını konu alsa da Dünya’nın farklı köşelerinden çıkmış eserlere karşı da hiçbir zaman boş değiliz. Günümüzde çizgi roman okuma alışkanlıkları ve sektörün gidişatı mevzubahis edildiğindeyse elbette Japon ekolünün, yani mangaların tüm Dünya’yı saran dominasyonuna özel bir parantez açmadan yapılacak herhangi bir değerlendirme son derece hatalı olacaktır.

Böylesine ciddi bir satış başarısındaki payı da diğerlerinden biraz daha fazla olan çeşitli seriler de oluyor haliyle. Örnek vermek gerekirse son yıllarda Kimetsu no Yaiba bu anlamda çok konuşulan bir iş, daha eski dönemlerden de Naruto ve Dragon Ball hızlıca akıllara gelecektir. Ama tüm bunların ötesinde bir One Piece gerçeği var ki ne denli korkunç bir ticari başarı olduğu geçtiğimiz günlerde hakkında çıkan haberlerle bir kez daha cümle aleme hatırlatıldı.

Söz konusu haberler, yayın hayatına 1997 yılında başlayan One Piece’in, 80 yılı aşkın zamandır bizlerle olan Batman’i adet satış olarak geride bıraktığı üzerineydi. Bu da One Piece’i, yine 80 yıllık bir çınar olan Superman’in arkasından Dünya’nın en çok satan ikinci çizgi roman serisi yapıyor. Aslına bakarsanız “One Piece 490 milyon kopya satarak 480 milyonlarda olan Batman’i geride bıraktı” demek yüzde yüz doğru bir ifade değil. Bu iki seri, iki farklı üretim anlayışından geldiği için yayın düzenleri, basım formatları ve fiyat politikaları arasında ciddi farklılıklar var. Örneğin One Piece için kullanılan 490 milyon kopya ifadesine serinin güncel sayılarının başka mangalarla beraber sunulduğu haftalık Shonen Jump dergisinin satışları dahil değil, yalnızca serinin 9-10 sayısının daha sonra bir araya getirildiği ciltlerin satışları bu adedi oluşturuyor. Batman içinse sadece fasiküllerin direkt market satışları sayıma dahil.

Bu sebeplerden ötürü doğrudan bir kıyaslama ve sıralama yapmak çok sağlıklı değil, ama One Piece’in tarihin en başarılı çizgi romanlarından biri olduğu da apaçık ortada. Bu noktada bir şüphemiz yoksa gelelim daha önemli soruya. Böyle bir başarı rastlantısal olamayacağına göre demek ki One Piece’in aynı kulvardaki rakiplerinin birçoğundan, belki de tamamından daha iyi yaptığı bir şeyler olmalı. Peki o halde, nedir One Piece’i bu kadar özel kılan?

One Piece’i 12 yıldır takip eden ve bu süreçte seriyi hiçbir dönem gönlünden uzakta tutmamış ve hala her yeni sayıyı heyecanla bekleyen biri olarak cevabım uzun bir aşk mektubu şeklinde olabilirdi. Ya da karakterlerin nasıl çılgın yaratıcılık ürünleri olduğundan, her birinin kendi sesine sahip olmasından bahsedebilirdim. Meyvesi kimi zaman 10 yıl sonrasında toplanan hayrete düşürücü foreshadowing örnekleri dahi başlı başına delil sunulabilirdi. Ama madem ki çizgi romanlar hakkında o kadar yazıyor çiziyoruz, cevabı yüzeyin biraz daha altını kazıyarak arayalım.

Güç, Şöhret, Para. Bir zamanlar bunların hepsine sahip bir adam vardı: Korsanlar Kralı Gold Roger. İdamı sırasında söylediği sözler Dünya’nın her köşesinden insanın denize açılmasına sebep oldu. ‘Hazinem mi? İsterseniz ona sahip olabilirsiniz. Arayın! Hepsini orada bıraktım.’ Ve böylece Dünya, Büyük Korsanlar Çağı’na girdi.”

One Piece vakti zamanında bu sayfayla yayın hayatına başlamıştı. Kahramanımız Monkey D. Luffy de Korsanlar Kralı olma hayaline sahip binlercesinden biri olarak Roger’ın idamının 22 yıl sonrasında denize yelken açıyor. Kısacası maceraya çağrı Luffy ve pek çokları için en baştan yapılmış ve varış noktası da net bir şekilde verilmiş, bir gün gizemli Raftel Adası’na ulaşarak Roger’ın hazinesi One Piece’i bulan kişi oyunu kazanacak.  

Yani One Piece tanım itibariyle korsanları konu alan, basit bir çıkış noktasına sahip bir manga. Bu tanımı biraz daha genişletmek için de serinin merkezine macera ve dövüş türlerini koyduğunu ekleyebiliriz. Bu bakıma One Piece, shonen manga sınıflandırması içine güzelce oturuyor. Bilmeyenler için, mangalar genellikle hedef kitlelerine göre kategorize edilir ve “shonen” kelimesi de en büyük pazar olan genç erkekleri ifade eder. Shonen manga çıkarmak isteyen sanatçıların büyük oranının amacı yıllarca sürecek uzun soluklu bir macera anlatmaktır ve buna her seferinde daha büyük bir zorluğun aşıldığı tatmin edici dövüşler eşlik etmelidir. En popüler formül budur.

1000’i aşkın sayı boyunca serinin bel kemiğini oluşturan ve birçok dinamiğin üzerine inşa edildiği temaları ise dostluk, hayaller ve gizem şeklinde tespit etsek zannediyorum ki kimse itiraz etmeyecektir. Bunlar da shonen mangaların yabancı olduğu temalar değiller.

Özetle, serinin yaratıcısı Eiichiro Oda’nın nasıl bir vizyonla yola çıktığı aşağı yukarı belli. Topunu belirlenmiş alanların dışında koşturmak, deneysel bir şeyler ortaya koymak falan istemiyor. Gizemlerin adım adım aydınlığa kavuştuğu epizodik yapıda upuzun bir macera öyküsü anlatacaksın. Bu macerayı yaşayanlar da samimi hayallerin peşinden koşan bir grup kahraman olacak, farklı hayallerin aynı güzergahı takip etmesi de dostluk bağlarını kuvvetlendirecek. Yol üzerinde karşılaşılan zorluklar da giderek daha çetin hale gelecek ve çözümlenmesi de her zaman görsel anlamda okuyucuyu tatmin edecek dövüşlerden geçecek.

Eiichiro Oda

Bu tanım cümlelerinin geçerliliğini harfi harfine koruyacağı onlarca çizgi roman sayabiliriz, zaten fantastik kurgu ürünlerinin büyük bir bölümü üç aşağı beş yukarı benzer bir şablona oturtulabilir. Hal böyleyken One Piece ancak bütün bunları diğerlerinden daha iyi sunduğu takdirde ayrışabilirdi ve aslında olan da bu.

Bu formüldeki ögelerin tamamının One Piece’de rollerini pürüzsüzce oynadıklarını görüyoruz. Serinin neredeyse tüm okurları Luffy ve Hasır Şapka Korsanları’nın yolculuğuna inanmış ve anlatılanları satın alarak buraya belirli bir duygusal yatırım yapmış durumda. İade isteyenini bulmak da zor. Peki Eiichiro Oda bunu nasıl başarıyor? İşte benim buna bulduğum cevap, seri içindeki olay örgülerine iskelet oluşturacak tüm bu ögelerin inandırcılığını ve doğallığını gözetecek şekilde, tamamen fonksiyonel bir dünya inşasının yapılmış olması.

Muhtemelen pek çoğumuz hayatının bir noktasında coğrafyasını oluşturacağı, tarihçesini yazacağı, kurallarını belirleyeceği, toplum ve kültürlerini tanımlayacağı bir fantezi dünyası kurmayı hayal etmiştir. Bu her ne kadar keyifli bir aktivite olsa da o oyun alanı içinde anlatacak güzel bir hikayenizin olması her şeyden önemlidir ve dünyanızın tüm o zenginlikleri aslında öyküye hizmet edecek birer araç olduklarında anlam kazanırlar. One Piece dünyasının içerdiği her bir fikirde bunun bilincini görmek mümkün.

Mevzubahis gezegenimizin yüzeyi yine denizlerden ve karalardan oluşuyor ama yaşadığımız Dünya’yla olan coğrafi benzerliği bundan ibaret sayılır. Kıta büyüklüğündeki tek kara parçası olan Red Line, bir meridyen çifti gibi gezegenin etrafını dolaşan çembersel bir hat ve aşılamayacak yükseklikte sarp bir yapı. Gezegeni ortadan bölen bir diğer coğrafi bariyer de Grand Line adında özel bir okyanus hattı ve o da ekvator üzerine yerleşmiş gibi Red Line’ı dikine kesiyor. Grand Line’ın her iki tarafı boyunca uzanan akıntısız bölgeler de devasa deniz canavarlarıyla dolu. Böylece gezegen dört dilime ayrılmış durumda. İnsan toplulukları da bu dört dilim ve Grand Line üzerinde yer alan yüzlerce adaya yayılmışlar. Diğer dört bölgeden Grand Line’a giriş ise ancak Red Line’ı kestiği iki noktadan sadece biri üzerinden yapılabiliyor. Korsanlar Kralı Roger’ın hazinesini bıraktığı Raftel Adası’na ulaşmak için de bu noktadan itibaren hat üzerinde tam bir tur atmalısınız, tabii o adanın da tam konumunu bilen yok.

Seriye yabancı iseniz böyle bir coğrafi düzeni epey bir saçma bulmuş olabilirsiniz, ne kadar da yapay duruyor değil mi? Peki adalardan oluşan ve dilimler arası geçişin bu denli zor olduğu bir beşeri coğrafyada her köşeden pek çok milletin bağlı olduğu, kolluk kuvveti olarak kendi denizci birliklerine sahip merkezi bir üst hükumet var desem? Bu hükümetin 800 yıl evvelki kuruluşundan öncesine yönelik tarih çalışmalarına sert bir karartma uygulandığını ve toplumların geçmişlerinden habersiz yaşadıklarını eklesem? Ha, bir de insanların orada burada denk gelebildiği garip şekilli meyveler var. Bunlara şeytan meyvesi deniyor ve her biri onu yiyen kişiye farklı özel güçler kazandırıyor.

Elimizdeki dünyanın bazı temel unsurlarını böyle bağlamından kopuk bir şekilde sıralayınca bunun okuru ikna edebilecek bir bütün olabileceğine dair şüpheler oluşabilir. Fakat okuru uzun bir yolculuğa çıkardığının bilinciyle bunları hikaye akışı içinde gerekli olduğu noktalarda yavaş yavaş açarsan halihazırda suspension of disbelief’ini kuşanmış okura satamayacağın şey azdır. Asıl zor olan böyle uzun bir maratonda kendi koyduğun kuralları çiğnemeden ilerleyebilmektir.

Şimdi bu dünya kurgusunun serinin iskeletinde olduğunu saptadığımız kavramlar için nasıl harikalar yarattığına gelelim. Tekrar etmek gerekirse bunlar macera, dövüş, dostluk, hayaller ve gizem şeklindeydi.

Macera öyküsü kurgulamanın en basit yollarından biri kahramanları daha önce çıkmadıkları bir yolculuğa çıkarmak olsa gerek. Bu yolculuğun hedefinde belirli bir varış noktası olması ama buraya ulaşmanın ne anlama geleceğinin tam olarak bilinmemesi de öyküyü ilk andan itibaren bağlayıcı kılmakta önemli bir silah. Kurgudaki bilindik vadedilmiş topraklar klişesinden bahsediyorum. One Piece, Roger’ın hazinesiyle bunu dümdüz uyguluyor. Ayrıca o varış noktasına ulaşılmadıkça seri ne kadar uzarsa uzasın bir odak problemi yaşamamış oluyor, kahramanların amaçları ve okurun merakı korunmaya devam ediyor.

Bunlara ek olarak bu dünyada uygarlıklar yüzlerce farklı kara parçası üzerinde kurulduğu için geçmişten bu yana birbirleriyle etkileşimleri oldukça az olmuş. Üstelik bilhassa Grand Line üzerine dağılan adaların birbirinden çok farklı iklimsel ve coğrafi özellikleri var. Sonuçta alışılageldiğin çok dışında bir okyanus hattından bahsediyoruz. Hal böyle olunca da o konuma özgü şartlar karşısında insanoğlu buna göre hayatta kalma mücadelesini verip çözümler ürettiği için de ortaya çıkan yaşam tarzları ve kültürler bambaşka. Bu da normal şartlarda tek bir esere bol gelebilecek sayıda farklı mekan konseptinin One Piece’de sırıtmadan kendine yer bulabilmesini sağlıyor. Bu sayede demir atılan her yeni ada bizler için bir keşif anlamına geliyor. Ayrıca mekanların bu izole yapısı hikayeyi epizotlar halinde aktarılmaya çok daha elverişli kılıyor.

Macera kavramına ilişkin parmak basılabilecek bir diğer önemli husus da maceranın kahramanı sıkışmışlık ve özgürlük çizgisi üzerinde de taşımasıdır, yani özgürleştirmesidir. One Piece dünyasında bunun karşılığı korsanlık olarak tanımlanmış durumda. Seyahat etmenin sıradan bir insan için çok zor olduğu dörde bölünmüş bu coğrafyada özgürlük kolay ulaşılabilir bir şey değil, buna rağmen peşinden koşanlarsa aynı zamanda otoriteye karşı gelmiş oluyorlar. Kahramanımız Luffy de Korsanlar Kralı unvanını “Dünya’nın en özgür adamı” ifadesiyle tarif ediyor ve bu pencereden değer yüklüyor. Bir başka deyişle özgürlük arayışı, hem kahramanımızın hem de evrenin ortak derdi. Buna paralel olarak, Luffy’nin eylemlerinin sonuçları da yalnızca kendisiyle sınırlı kalmıyor. Bu da One Piece dünyasının hikayeye nasıl göbekten bağlı olduğunu gösterir nitelikte.

Dövüşlerin seri içinde kendilerine nasıl bir yer bulduğuna gelelim. Roger’ın idamında söylediklerinin pek çok insanı korsanlığa teşvik ettiğini belirtmiştik. Bu insanların tamamı baştan kuralları bilerek tehlikeli bir yola baş koyuyorlar ve hepsi de birbirlerine karşı doğal rakip konumundalar. Bu sayede silahların çekildiği, yumrukların savrulduğu anlarda yarı yolda şiddet kullanımı sorgulaması yaparak öyküden düşmeniz önleniyor. Her çatışmanın fiziksel gerçekleşmesi size doğal gelebiliyor. Basit görünebilir, ama bu eşiği kendi içinde çözümleyemeyen o kadar çok aksiyon işi var ki.

Karakterlerimiz dövüştükçe güçlenirken karşılarına çıkan düşmanların da giderek daha zorlu hale gelmesini inandırıcı bir devamlılığa oturtan da yine yolculuk edilen coğrafi saha. Sonuçta Grand Line’ın sonuna dek takip edilmesi gereken bir güzergah söz konusu. Raftel Adası’nın tam yeri yıllardır bilinmezliğini koruduğu için Dünya’nın en kuvvetli korsanları potansiyel olarak yakın olabilecek bölgelere konuşlanmış durumdalar. Aynı şekilde Denizci birliklerinin en güçlü askerleri de buralarda görevlendiriliyorlar. Mevcut statüko böyle kurulduğu için hat üzerinde ilerledikçe daha güçlü karakterlerin ortaya çıkması son derece normal. Her dövüş ağırlıklı shonen mangası, anlatısını giderek daha güçlü düşmanlar çıkarma üzerine kurduğu için One Piece’in buna kendi içindeki cevabı da şahane.

Şu şeytan meyveleri meselesine de değinmek gerek. Dünya’nın rastgele köşelerinde karşılaşılabilen bu meyvelerin her biri kendilerini yiyen kişiye özel güçler veriyorlar ve her meyveden yalnızca bir tane var. Bu da tabii ki seri içindeki dövüşlerde kullanılan güçlere büyük bir çeşitlilik kazandırıyor. Oldukça sorgulanabilir bir konsept olsa da bu meyvelerin kökenine ilişkin sorgulamalar Dünya’nın bilinmeyen geçmişine atıldığı için Eiichiro Oda burada da paçayı kurtarıyor. Luffy de bir şeytan meyvesi kullanıcısı ve lastik güçleri kazanmış. Çizgi roman okurlarının büyük bir bölümünün çizilen aksiyon sahnelerinde nasıl dinamizm yakalanabileceğine dair az çok fikri vardır. Savrulan kolları ve bacakları gerekirse anatomik doğruluktan fedakarlık edilerek daha fırlarmışcasına ve büyük çizmek hareket algısını yaratmada etkili bir yöntemdir. Bunu Jack Kirby’nin tarzında çokça görürüz mesela. İşte Luffy’nin bedeni zaten sıradan bir anatomiye sahip değil, kollarıyla bacakları gerçekten de uzuyor ve büyüyor. Böylece dövüşlerin görsel anlamdaki doyuruculuğu da bir kat artmış oluyor.

Dostluk, hayaller ve gizem temalarının birbirlerini besleyerek kol kola ilerlemesinin temelleri de oluşturulan dünyada çok zekice atılmış. Bu noktaya dek yalnızca Luffy’den bahsetmiş olsam da aslında kaptanlığını yaptığı Hasır Şapka Korsanları 10 kişilik bir ekip. Onları bir araya getiren ve de diğer korsan gruplarından ayrı kılan sebepler, kim olduklarını tanımlayan hayallerinde yatıyor. İnsanların tarih araştırması yapmasının çok sert bir şekilde baskılandığı bir dünya bu, o yüzden geçmişe dair pek çok gerçek hasır altına itilmiş. Bu çerçevede her adanın kültüründe kökeni muhtemelen ekseriyetle buralara dayanan çeşitli şehir efsaneleri ortaya çıkmış, ama bunlara bir şekilde inanıp peşlerinden koşanlar toplumda aşağılanan, hor görülen ya da ciddiye alınmayan figürler haline gelmişler.

Ana karakterlerimiz de geçmişlerinde hep böyle figürlerle karşılaşmışlar ve bu kişiler onlar için ciddi fedakarlıklar yapmışlar. Seride de sürekli karşımıza çıkan bir arzuyu miras alma teması var, o kişilerin hayalleri ve inançları artık Hasır Şapka Korsanları’nın üyelerince miras alınmış durumda. İşte motivasyonları bu sebeple diğerlerinden ayrışıyor ve okurun desteğini kazanıyorlar. Bu ortak noktaları da dostluk bağlarını kuvvetlendiriyor. Yani bu miras alınan hayaller onlar da farkında olmasa da büyük ihtimalle Dünya’nın karartılmış tarihi dönemlerine kadar giden bir zincir ve bugün oldukları kişileri belirleyen bu özellikleri onları başarıya ulaştıracak.

Tabii daha somut bir taraftan yaklaştığımızda da bir gemideki tüm işleri halledecek bir beceri setine kimse sahip olamaz. Aşçısı olacak, rotacısı olacak, marangozu olacak, doktoru olacak vesaire. Bu bakıma da belli bir görev dağılımı var ve yolculuklarına devam etmek için birbirlerinin bu becerilerine de ihtiyaçları olduğu malum. Gemi, korsanlar için hem hareket eden bir ev, bir konfor alanı hem de her maceranın sonunda yeni maceralara açılmak üzere döndükleri bir araç. Kısacası dostluk ve yol arkadaşlığı kavramlarına yer vermek için çok zekice bir bağlam.

İnanın One Piece’in dünya inşasının serinin temel iskeletine nasıl hizmet ettiğine yönelik çok daha fazla örnek sunabilirim ama hem spoiler içerecek alanlardan olabildiğince kaçınmaya çalıştım hem de bu böyle sonsuza kadar uzasın istemiyorum. Bu noktaya kadar gayet iyi anlaşılmış olacağı üzere Eiichiro Oda’nın sırrı aslında yazacağı serinin türüyle ilgili ihtiyaçları çok iyi belirlemiş olması ve en baştan bunlara yanıt verebileceği bir planlama yapmış olması. Zaten One Piece’le ilgili hikayenin ana hatlarının başından beri belli olduğu ve 24 yıldır önemli bir sapma olmadan ilerlemeye devam ettiği sözlerini önceden duymuş olabilirsiniz. Eh, böyle dahice bir planlamanız olunca da uzun yıllar istikrar yakalayıp 80 yıllık popüler kültür devlerine kafa tutacak hale gelebiliyorsunuz işte. Başka yazılarda görüşmek üzere.