DC Comics Yazıları

Bu Hafta Ne Okudum III – Fus Ro Dah!

Çizgi roman acemisinden çizgi roman görüşleri.
Altta kapak resimleri olan sayılarla ilgili bir şeyler okuyacaksın sevgili okur.

 

 

Batman & Robin #5
Yeni 52’nin bu serisinde şimdiye kadar Nobody isimli, kim olduğu belli olmayan katil/vigilante ile ilgili hikâyeler dinlemiştik, bu sayıda da bu değişmiş durumda değil.
Bu sayıda olaylar biraz yavaşlıyor ve Nobody ya da Bruce Wayne tarafından bilinen ismiyle Morgan Ducard’ın Morgan Ducard olma yoluna yaşadıkları anlatılıyor. Bu anlatım Nobody’nin karakterini ciddi bir şekilde olgunlaştırmasına rağmen bir yandan da zayıflatıyor sanki. Çünkü Nobody, kim olduğu, hatta ne olduğu bilinmeyen esrarengiz bir karakterden babasını takip eden bir insan haline geliyor. Joker’ın sağlam olmasının arkasındaki en önemli nedenlerden biri, kendisinin bile kim olduğunda bihaber olmasıdır bence. Batman & Robin’in bu sayısında Nobody o şansını sonsuza kadar kaybetmiş oluyor. Bu ille de kötü bir şey olacak değil tabii ki, karakterin inşasında bir seçim sadece.


Nobody ya da diğer adıyla Morgan Ducard ile babası Henri Ducard arasındaki ilişkiyi biraz Damian ve Bruce arasındaki ilişkiye benzettim ben. Morgan’a bildiği her şeyi babası öğretiyor, Damian için aynı şey geçerli değil, ama sonuçta babası ile beraber çalışıyor o da. Damian’ın kafasının dikine gidip de Nobody’nin kanatları altına girmesini bu kadar kolay hale getiren şey de bu bence. Hatta bir kehanette bulunayım. Bence bu Morgan Ducard isimli cibiliyetsiz hayatının bir döneminde babasını öyle ya da böyle öldürmek zorunda kaldı/öldürdü. Bunun üzerine de Nobody ismini aldı. Hatta aynı yolu Damian’a gösteriyor şu an, “Pederin lafını dinlediğin günler sona erdi.” diyor.
Batman & Robin ismi gereğiyle çok dikkate alınması gerekmeyen bir seriymiş havası veriyor, ama şu an çıkan BatUniverse dergileri arasında zirveyi Batman’in hemen arkasından takip ediyor. Sağlam hikâyesi, “her an her şey olabilir” atmosferi ve kuvvetli karakterleri ile okunması gereken Yeni 52’lerden biri.
7.5/10
+Hikâye güzel, çizimler güzel, anlatım güzel, her şey yerli yerinde. Öyle şusunu beğenmedim diye burun kıvrılacak bir yanı yok.
Green Lantern #5
Green Lantern en önemli DC kahramanlarının başında geliyor, bu şüphesiz. Ülkemizde filmi ve Burger King oyuncakları ile gündeme gelmişti. (Aslında şimdi baktım da filmin promosyonunu Subway yapmış, yani ülkemizde Green Lantern oyuncağı satan bir fast food restoranı çok büyük ihtimalle görmedim demek oluyor bu da. My bad.)
Green Lantern takip etmesi çok eğlenceli bir seri bana kalırsa. Nasıl ki yüzüğün yaratabileceği şeyler pratikte hayal gücü ile sınırlıysa, dergide yer alabilecek şeyler de bununla doğru orantılı. “Bir yandan Sinestro’nun istemeden de olsa içine ettiği Korugar’ı nasıl kurtarmaya çalıştığını okuyoruz, ancak arkaplanda çok daha büyük işler dönüyor Serhat abi.” hissiyatı var dergide.

 


Guardians 3. sayıda mı ne Green Lantern Corps’un insan faktöründen dolayı kusursuz olmadığını, bundan dolayı yerlerini yeni bir koruyucuya bırakmaları gerektiğini konuşuyorlardı. Bu sayıda Sinestro’nun çabaları meyve verince hikâye tekrar bu noktaya döndü. İşin güzel yanı, bu “arkaplanda” gerçekleşen olaylar çok iyi hissettirildi bence. Son sayıyı okuduğumda “Aaa, harbiden böyle bir şey vardı. Sinestro nelerle uğraşıyor, siz ne hinlik peşindesiniz…” tepkisi verdim ki bu benim için kaliteli bir iş çıkarıldığının kanıtıdır.

 


Bu son sayı bize birkaç yeni bilgi daha veriyor. Yüzüklerin neredeyse sınırsız güçte olduğu sürekli söylenegelir. Fakat ne zaman yüzük istenen şeyi gerçekleştiremese, yüzük mü sınırlı kaldı yoksa yüzüğü takan kişi mi sorusu akıldadır. Bu sayıda Sinestro’nun yüzüğün sınırlarını ne kadar zorladığını görebiliyoruz.
Genel olarak baktığımızda, Green Lantern çok tatmin edici, keyifli bir serüven sunuyor bizlere. Bazı insanlar yeterince bilgi sahibi olmadıkları için, bazı insanlar yeterinden fazla bilgi sahibi olup Green Lantern’ın çok mainstream olduğunu düşündükleri için bu seriden uzak duruyor. Yapmayın.
8.5/10

+Hikâye anlatımı, görseller, her şey yerli yerinde, dergi her anlamda yere sağlam basıyor.
İnsana özellikle yüzüğün kapasitesi hakkında çok soru sordurup çok azına cevap veriyor. Artık ne kadar eksi denebilirse buna.

The Ray #2
The Ray, DC’nin alışıldık kahramanlarından farklı bir şeyler okumak isteyenler için doğru adres. Durduk yere “ışık olma” yeteneği, hatta zorunluluğu kazanan bir gencin hikâyesi bu. Zorunluluk diyorum, çünkü kahramanımız insan formuna geri dönemiyor.
Aslında The Ray için serüven, macera kelimelerini kullanmak ne kadar doğru olur bilmiyorum, çünkü aslında bu kahramanlık zımbırtıları sırf adet yerini bulsun diye var dergide. Ray kız arkadaşıyla arasını düzeltmeye çalışıyor, yeni formuna, güçlerine hâkim olmayı öğrenmeye çalışıyor, arada da uzaylılarla falan savaşıyor. Çok basite indirgediğimin farkındayım, ama durum bu kadar basit. Bu sayı da biraz dövüşeyim, yeteneklerimi keşfedeyim ile başlıyor. Sonra kız arkadaşımla aram nasıl bozuldu hikâyesini dinliyoruz, sonra bu iki öge birleştirilip uzaylılar kız arkadaşımı kaçırsın, kahramanlığım özel hayatımı mahvetsin ile son buluyor. Bu konuda tam bir Peter Parker çakması The Ray. Süper kahraman – Kız Arkadaş klişelerinin hepsi var mübarek, hiç yabancılık çekmiyoruz.

 

“Sana kız mı yok be Lucien’im, yüklenme kendine bu kadar.”

Uzun lafın kısası The Ray, Peter Parker’ı örümcek ısırmasaydı da bir ışık huzmesi tarafından süper kahramana çevrilseydi, Mary Jane Hint ama çok daha az güzel olsaydı nasıl olurdu sorusunun cevabı nispeten. Süper kahraman olarak The Ray çok güzel, görünüşünü değiştirebilme, ışığı emebilme vb. birçok değişik gücü var, ama yazarlarımız bunun üzerine bir dergi yazma yoluna gitmemişler. Onun yerine Lucien’in karı-kız problemlerini okuyoruz. Okumanızın 5 dakikayı almayacağını göz önünde bulundurarak bir zaman kaybı olmadığını söyleyebilirim, ama okumayanlar da çok bir şey kaybetmiyor. The Ray’den ve güçlerinden falan haberdar olmak için okunabilir.
6/10
+Bir kahraman için orijinal güçlere sahip The Ray.
+Çizimler güzel.
Hikâye yok. Resimlere bakıyoruz sadece.
Nightwing #5
Nightwing gibi yan karakterler Batmansiz maceralara atılınca bir karakter arayışında oluyorlar sanki. 5. Sayı da geldi geçti, fakat ne Dick Grayson ne de Nightwing tam olarak bir şey yapıyor sayılmazlar. Bu sayı da karakteristik olarak bu tanıma fazlasıyla uyuyor. Ana hikâyeye kesinlikle hiçbir şey katmayan bir şeytanımsı yaratıkla dövüşüyor Nightwing. Ne satır araları okunması gereken diyaloglar var, ne de kendini okutturan önemli olaylar var. Sadece sayının son sayfasında hikâyeyi ilerleten bir gelişme var, ama o sayfanın değerini de bilemiyoruz. Çünkü Nightwing #5, sizi olaydan kopartıp varlığınızı sorgulattırıyor. Gâvurlar böyle sayılara “filler” diyor galiba, bir filler olarak bile olmamış bence.
3/10
Olmamış, eğer bunu okuyacaksanız o gün okuyacağınız son çizgi roman olmasına özen gösterin, keyfini kaçırabiliyor insanın.
Wonder Woman #5
Wonder Woman çoğu okur tarafından beğenilen bir girişe imza atmıştı Yeni 52 ile beraber. Bunun en önemli sebebi de şüphesiz Wonder Woman’ın sadece bir çizgi roman olmaması. Brian Azzarello’nun yazdığı seri ilk sayısından beri mitoloji ögelerini etkin bir şekilde kullanıyor ve her geçen sayı bu ögeler bakımından yoğunlaşıyor seri. Peki bu yoğunluğun sürekli artması iyi bir şey mi, yoksa bir yerde durulması mı gerekiyor?

 

“Üç kafalı kuçu kuçu Kerberos’un saldırısından sonra Lennox’un tepkisi.”

Bu sorunun cevabı okuyanına göre değişkenlik gösteriyor. Yunan mitolojisi size çekici geliyorsa, Wonder Woman’ın bu halini de çok daha çekici buluyor olma ihtimaliniz hayli yüksek. Kendi adıma konuşmam gerekirse ben bu değişimden çok da şikâyetçi değilim. Ama açıkçası bu sayıyı okurken de birazcık zorlandım. Zeus, Hera, Poseidon, Hades, Hermes gibi karakterler genel anlamda tanınan karakterler, o açıdan Azzarello’nun onları tanıtmak gibi bir derdi olmuyor pek. Örneğin bu sayıda ortaya çıkan Lennox karakterini ele alalım. Daha ilk andan itibaren bildikleriyle bir insandan fazlası olduğunu düşündürüyor insana, ama bu yönde bir açıklama yapılmıyor. İnsanın merakını belli bir seviyede tutuyor bu taktik, ama aynı zamanda umursama katsayısını düşürebiliyor. (Evet, ne dedim ben?) Ben bu stratejinin işe yaradığını düşünen tayfadanım galiba. Çünkü her ne kadar okurken insanı zora sokan bir durum olsa bile derginin tekrar okunabilirliğini arttıran bir şey bu. Lennox’un kim olduğuna dair kendinizi internette araştırma yaparken bulmak, araştırırken hikâyenin hiç düşünmediğiniz yerlerini düşünmek oldukça eğlenceli çünkü.
Uzun lafın kısası Wonder Woman, Wonder Woman’dan çok daha fazlası artık. Öyle ki Diana ana karakterdir bu seride demeye dilim varmıyor. Neyse ki iyi bir gelişim bu. Sonuçta Zeus’un tahtı için birbirine girecek Tanrılar varken, Wonder Woman’ı kim ne yapsın?
8/10
+Mitolojiyi çok iyi kullanıyor.
+Fundamentallar yerinde.
İsmi Wonder Woman olduğu için Diana’yı görmek zorunda kalmasak daha güzel olacak sanki. Wonder Woman Free bir Wonder Woman okumak istiyoruz! (?)
Batman #5
The Court of Owls watches, watches all the time. Ruling Gotham from a shadowed perch, behind granite and lime. They see you at your hearth. And they see you in your bed. Speak not a whispered word about them, or they’ll send The Talon for your head.
Sinemada çok iyi bir film izledikten sonra çıkışta hayata geri dönmek biraz zaman alır ya hani. Sinemaya girmeden önceki hayatınızı hatırlamaya çalışırsınız, neydim, ne oldum sorularını sorarsınız kendinize. Film sizi alıp başka bir yere götürmüştür çünkü. Ne zaman Scott Snyder’ın elinden çıkan bir şeyler okusam hissediyorum bunu.
Yeni 52’den önce Detective Comics’te çok başarılı bir grafik yakalayan Scott Snyder aynı başarısına bu kez de Yeni 52’nin Batman’inde devam ediyor. Batman için yarattığı Baykuşlar Mahkemesi (Joker’a şakacı demek gibi oldu, Court of Owls bundan sonra. CoO hatta) isimli yepyeni bir villan grubu ile yapıyor bunu. Batman’in en başarılı öyküleri, işin içine bir tutam da Bruce Wayne katıldığında çıkmakta sanki ortaya. Ne zaman birisi çıkıp Batman’in sınırlarını zorlasa, Bruce Wayne’in psikolojik olarak limitleriyle oynasa bizler için özümsenmesi gereken eserler çıkıyor ortaya. Bunu şimdiye kadar en iyi yapan karakter Joker’dı, CoO da aynı yolun yolcusu. 3. Sayıda Bruce’un dedesinin bir anda ortadan kaybolma hikâyesine kulak kabartmıştık hatırlarsanız, benzer bir şey bu kez Batman’in başına geliyor.

 

“You think you can fool me?!”

Baykuşların labirentinde bizim yarasa var bu defa. Avın avcıdan saklandığı gibi karanlıkta saklanıyor. Ki yarasanın alışkın olduğu bir şey değil av olmak. Doğru bildiği her şeyi sorguluyor, kendi hikâyesini, şehrini korumaya çalışıyor.
Batman’in iyi yaptığı birçok şey var, ama beceremediği bir şey varsa o da anlam veremediği şeyler ile baş etmek. Neyle karşı karşıya olduğunu bilmediğinde çuvallıyor. Daha önce de söylediğim gibi, ne zaman Batman’in limitleri zorlansa bizim için okunası yapıtlar ortaya çıkıyor. Bu açıdan Snyder’ın Batman’i çok eşsiz bir okuma keyfi sunuyor. Batman kendisine sürekli karanlıkta kalması gerektiğini hatırlatsa da labirentte geride bıraktığı her odada kontrolü yavaş yavaş kaybettiğinin farkında, bu da onu çaresizliğe sürüklüyor, delirtiyor. Romanı okumaya bile ihtiyaç duymuyorsunuz bunu hissedebilmek için, çünkü sadece bakmak bile Batman’in içinde bulunduğu rahatsız durumu iliklerinizde hissetmenize neden oluyor.
Çok fazla konuşmak istiyorum bu dergiyle ilgili, ama çok konuşmanın gereği yok. Günümüzün en sağlam serilerinden biri Snyder ve Capullo’nun Batman’i. Söz benden çıktı, çevrenize yayın.
9.5/10
+Her şeyiyle mükemmel.
Ne eksisi? Daha uzun olabilir belki, bitirince daha çok olsun istiyor insan. Hatta puding çok gibi olsun diye küçük çay kaşığı ile yeme vardır ya, o hesap yavaş yavaş, düşüne düşüne okudum desem yeridir.

PS: Önce Finallerin, sonrasında ise The Elder Scrolls: Skyrim’in gazabına uğrayan benim aslında bu “iki” hafta ne okuduğumun yazısıdır okuduklarınız.