Türk Çizgi Romanları

Yabani #4

Bu sayı ile ilgili yazıya, ufak bir anektod ile başlamak istiyorum, belki pek çoğunuz bu kısa hikayeyi biliyordur.

Amerikalı yazar Mark Twain, bir gün yayınevinden bir telgraf alır.

NEED 2-PAGE SHORT STORY TWO DAYS.

Herhalde Türkçeye şöyle çevirebiliriz:

İKİ GÜN İÇİNDE 2 SAYFALIK KISA HİKAYE LAZIM.

Rivayete göre, verdiği cevap şu şekilde olur:

NO CAN DO 2 PAGES TWO DAYS. CAN DO 30 PAGES 2 DAYS. NEED 30 DAYS TO DO 2 PAGES.

İKİ GÜNDE 2 SAYFA YAPAMAM. İKİ GÜNDE 30 SAYFA YAPABİLİRİM. 2 SAYFA YAPMAK İÇİN 30 GÜN GEREK.

Yazıyla arası olmayan pek çok insan, “kısa” bir şey yazmanın “uzun” bir şey yazmaktan çok daha kolay olduğunu düşünür. İki sayfa nedir ki? Oturursun, yazarsın, biter. Oysa otuz sayfa? Yaz babam yaz…

Ama, Mark Twain’in herhalde olabilecek en iyi şekilde gösterdiği gibi, asıl zor olan kısa yazmaktır. Yazıyı kısalttığınız zaman, hata payını da ortadan kaldırırsınız. Söyleyeceklerinizi ufacık bir yere sığdırmak için, tüm söyleyeceklerinizi mümkün olan en kısa şekilde, en kusursuz şekilde söylemek zorunda kalırsınız.

Aynı durum, çizgi romanlar için de son derece geçerlidir. 300 panellik bir çizgi roman yapmak için, evet, çok vaktiniz olması, bu işe çok emek harcamanız, uzun süre boyunca çalışmanız gerekir. 20 panel daha kısa sürebilir, ancak gerçek anlamda “kaliteli” bir şey yaratma ihtimaliniz, 300 panelde daha fazladır, çünkü ortada kısıtlayıcı bir durum yoktur; hikayenizi özgürce yayabilir, kafanızda canlandırdığınız gibi ilerletebilir, tempoyu, akışı, anlatıyı hayal ettiğiniz gibi kurabilir, kendinize hata payı yaratabilirsiniz.

Burada, çok dağılmayacağımı bilsem, Fransa’da bir ara popüler olan Oubapo atölyesinden, buradaki “usta” çizgi romancıların, kendilerini kısıtlayarak çizgi roman üretme çabası sırasında en çok yaptıkları şeylerden birinin panel sayısını sınırlamak olduğundan uzun uzun bahsederdim, ama buna girmeden Yabani’ye geçiyor, ilgilenenleri Google ile başbaşa bırakıyorum.

Yabani #4 incelemesinde, bu konudan bahsetmemin temel sebebi, önceki üç sayının yorumlarının altını biraz doldurmak aslında.

Tabi bir tespitte bulunurken, olası çözümler üretmezseniz, biraz boş konuşmuş oluyorsunuz.

Belki yine boş konuşacağım, ama biraz fikir belirtmek istiyorum.

Kısa hikayelerin yarattığı bu sorun, nasıl çözülebilir?

Birinci olasılık, tabi ki, sayfa sayısını arttırmak. Bunun maddi olarak pek mümkün olmadığını tahmin etmek zor değil – ancak en bariz çözüm olduğu da ortada.

Bunun olmayacağını varsayarsak, ikinci olasılık, belki belli çizgi romanlara “istisnai” yerler ayırıp, dergideki eser sayısını azaltmak. Bunun bir örneğini, birinci ve ikinci sayılarda yayınlanan Şeytanın Gölgesi isimli çizgi roman için söylediklerimde bulabilirsiniz.

Üçüncü olasılık, ki bu yapılıyor, devam eden seriler yaratmak. Kralına İsyan, bu sayıda devam eden Ayana, daha önceden Şeytanın Gölgesi gibi eserler, dürüst olmak gerekirse, dergiyi “satın aldıracak” öğeler olarak ön plana çıkıyor.

Dördüncü, ve bence asıl önemlisi ise, hikaye mantığını biraz değiştirmek.

Yine edebiyata dönelim.

Edebiyatta hikayeler, işin biraz “ders” boyutu olmakla beraber, genellikle ikiye ayrılır. Bir olay, macera, gizem, vs. anlatan hikayelere “olay öyküsü”; daha çok bir duruma, bir fikre, duyguya, günlük yaşantıya yoğunlaşan hikayelere ise “durum öyküsü” denir. Belki yine derslerden hatırlayacağınız “giriş – gelişme – sonuç” / “serim – düğüm – çözüm” mantığı da, aslında bu olay öykülerinin yapısıdır, durum öykülerine pek uymaz.

Çizgi romanın, “entertainment” boyutuna daha yakın bir eser olarak Yabani, genellikle bize olay öyküleri sunuyor. Fakat bunlar, çok kısa oldukları için, mantıklı bir serim – düğüm – çözüm süreci takip edemiyor, ya çok ortadan giriyor, ya çok hızlı bitiyor, ya da yeteri kadar arka plan sunamıyor. Tüm bunlar önemsiz gibi gözükebilir, ama sonuç olarak hikaye ile bağ kurmanızı da çoğu zaman zor hale getiriyor.

Ben kişisel olarak, bu tarz hikayeleri okuduğumda, genellikle kendimi bir hikaye değil de, bir hikaye “fikri”, bir “synopsis” okumuş gibi hissediyorum.

Yukarıda uzun uzun anlattığım için, belki önerimin durum öykülerine yönelmek olduğunu düşünmüş olabilirsiniz. Evet, durum öykülerinin sınırlı bir alanda daha iyi işlenmesi mümkün olabilir.

Ancak asıl çözüm bence bu da değil. Asıl çözüm, “hikaye fikri” gibi hissedilecek hikayeler yazmaktansa, alan sınırlı olduğu için zorlanmaktansa, tam aksine, bu durumu bağrına basmak, ve yaratıcılığı buraya yönlendirmekte yatıyor.

Yabani kendisini bir korku, bilim kurgu ve fantastik dergi olarak tanımlıyor.

30 panelin var. Korkuyu nasıl tanımlarsın? 26 panelde teknolojik gelişmelerin hayatımıza etkisini nasıl ele alırsın? 7 sayfada büyünün gücünü, belki hiçbir büyücüden bahsetmeden, hiçbir kurguyu göstermeden, nasıl ele alırsın?

Çizgi roman, görselliği nedeniyle, yalnızca ne anlatıldığına değil, nasıl anlatıldığına da çok dikkat çeken bir alan. Alan kısıtlaması bir “olay” anlatmayı çok zor hale getirdiği zaman, bu sınırlamalarla biraz oynamak, biraz deneysel fikirleri ele almak, geleneksel bir hikaye anlatmaya çalışmaktansa, bir hikaye anlatma yöntemi fikri üzerine çalışmak, bence Yabani’nin kısa çizgi roman hikayeleri anlamında içeriğini de çok, çok yukarı çekebilir.

Burada bir not: deneysel kelimesinin korkutucu ve zaman zaman garip bir kelime olabileceğinin farkındayım, yazıyı kontrol ederken de silmeyi birkaç kere düşündüm. Kastettiğim, Yabani ultra minimalist, Chris Ware ve Emma Rios kırması, kimsenin bir şey anlamadığı elitist bir dergi olsun değil. Elbette değil. Ancak yirmi civarı yatay geniş panelle, sayfa başına üç – dört panelden yedi sayfalık bir vampir – kurtadam – zombi hikayesi anlatmak, artık çok klişe, çok demode kalan bir olay.

Tüm bunları “yine de boş konuşacağım” girişiyle sundum. Çok mütevazı olduğumdan, ya da şirinlik yapmaya çalıştığımdan değil. Bunlar, belli bir çizgi roman bakış açısından bakan, tek bir okur olarak benim sübjektif görüşlerim. Birisi çıkıp, “Abi sen cahilsin, vampir hikayesi korku içinde bir türdür, bu türün gereklilikleri vardır, bu türü ele alanlar onu bu şekilde anlatmalıdır” derse, açıkçası verecek bir cevabım da yok.

Ama Yabani’nin sağladığı ortam, dediğim mantığa çok uygun gibi gözüküyor, ve çizimleri, hikaye fikirleri gördükçe, bunların kalitesine baktıkça, biraz daha risk almamanın kaçan bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

Şu ana kadar yazdığım Yabani incelemelerinde, genellikle yorumlarımı dergide çıkan hikayelere göre ayırıp, bunlar üzerinden ilerlemeyi tercih ettim. Bunun sürekli bir şey veya “Yabani dergilerinin kesin standardı” olması gibi bir durum yok. Bazı incelemelerde biraz daha serbest olup, zaman zaman hikayeler hakkında pek bir şey söylemeden yalnızca genel görüşler paylaşacağım.

Bunu da sonda söylemem çok mantıklı oldu.