DC Comics İncelemeleri - DC Tarihi

Trinity War

 

Bir event’i  bitirmeden yenisini duyuran, yaşadığı bu kadar büyük olayı mantıklı bir zaman dilimi içerisine sığdıramayıp, yaptığı olayları “yok saymak” zorunda kalan Marvel karşısında, event’siz, sakin yayın programıyla bizleri huzura sürükleyen DC Comics de; New 52 politikası içindeki ilk büyük hikayesini tamamladı.

Toplam altı sayı ve yan hikayelerden oluşan Trinity War’un okuma listesi, konusu ve kısa bir incelemesi için yazının devamına göz atabilirsiniz.

Okuma Listesi

Günümüzdeki büyük “event” anlayışının normu (hatta belki gerekliliği) yapılan hikaye için ayrı bir mini – seri çıkarmak üzerine kurulu. Fakat Trinity War’da böyle bir durum yok; hikaye normal olarak çıkan aylık dergiler üzerinden ilerliyor. Trinity War # 1, Trinity War # 2 gibi bir sayı mantığı olmadığından, seriyi doğru sırayla takip edebilmek için, aşağıdaki okuma listesine göre okumanız gerekiyor:

Kalın olarak yazdığım sayılar hikayenin altı bölümünü oluşturan temel sayılar. Diğerleri “tie-in” olarak adlandırabileceğimiz yan sayılar oluyor, fakat zaten çok fazla sayı olmadığı için onları da okumanızı tavsiye ederim.

0. The New 52 Free Comic Book Day Special Edition

1. Trinity of Sin: Pandora # 1

2. Justice League # 22

3. Justice League of America # 6

4. Justice League Dark # 22

5. Constantine # 5

6. Trinity of Sin: Pandora # 2

7. Trinity of Sin: The Phantom Stranger # 11

8. Justice League of America # 7

9. Trinity of Sin: Pandora # 3

10. Justice League Dark # 23

11. Justice League # 23

*

Trinity War başlığı, basit bir çeviriyle, “Üçlü Savaş / Üçleme Savaşı” gibi bir anlama karşılık geliyor.

Peki, nedir bu üçleme? Hangi üçlemenin savaşından söz ediyoruz?

Trinity War çok boyutlu bir hikaye, ve dolayısıyla, başlığın da aslında birden çok anlamı var: “Trinity” kelimesinin ilk göndermesi, “Trinity of Sin” kavramı üzerine kurulu. Bu kavram, New 52 sırasında DC’yi takip etmeyenlere yabancı gelebilir, fakat evren düzeni üzerinde aslında büyük bir rol oynuyor.

Trinity of Sin; Dünya’da sihir kullanılmaya başlandığı dönemde, ellerindeki güçleri korkunç şekillerde kullanmış ve dolayısıyla “Günah Üçlüsü / Günahkar Üçlü” olarak sonsuza kadar lanetlenmiş üç karakteri kapsıyor: The Phantom Stranger, The Question, ve Pandora.

Flashpoint sırasında Barry Allen’ın evren düzeni üzerinde yarattığı değişiklikleri düzeltme çabasını etkileyen, ve dolayısıyla New 52 Evreni’nin yaratılmasında büyük rol oynayan Pandora, bu konseptin ilk aylarında çeşitli dergilerde esrarengiz şekillerde gözükerek merak uyandıran bir karakterdi. Bu seride, Pandora’nın “günahı”nı, yani “Pandora’nın Kutusu” olarak adlandırılan bir nesneyi açarak, Dünya’ya “kötülük” yaymış olması hakkında daha fazla şey öğreniyoruz. Hatasını telafi etmek isteyen Pandora, bir şekilde doğru zamanın geldiğine inanarak, kutuyu kalbi “saf” olan karakterlere götürüyor, ve onlardan kutuyu açmalarını istiyor.

Fakat, son derece enteresan bir büyüyle korunan bu kutu, hem “saf iyi” karakterlerin, hem de “saf kötü” karakterlerin açma çabası karşısında bana mısın demiyor, hatta açılmadığı gibi, etrafındaki insanları da git gide kötülük yapmaya teşvik ediyor. Tam da Pandora’nın kutuyu Superman’e açtırmaya çalıştığı sırada, Shazam’ın Orta Doğu’da, Kahndaq’da olduğu bilgisi de Justice League’e ulaşıyor, ve kahramanlarımız buraya doğru yola çıkıyor.

İşte burada, “trinity” kelimesinin ikinci ve daha modern anlamı da ortaya çıkmaya başlıyor. Bir anda kendilerini Kahndaq’da bulan Justice League takımı, burada Justice League of America ile karşılaşıyor, ve bu karşılaşma sırasında, (Pandora’nın Kutusu tarafından oldukça şiddetli bir şekilde etkilenen) Superman, yeni JLA üyesi Doctor Light’ı lazer ışınlarıyla öldürüyor. Superman gibi ideal olması gereken bir karakterin birini öldürmesi ve git gide daha hastalıklı bir hale gelmesi, hem bunu gerçekten Superman’in, kendi bağımsız iradesiyle mi yaptığı sorusunu gündeme getiriyor; hem de, sonrasında yaşanan olaylarla, Justice League of America’nın aslında Justice League’i gerek olduğu takdirde durdurma amacıyla kurulmuş bir takım olduğunu ortaya çıkartıyor. Bu arada, olayın merkezindeki meselenin Pandora’nın Kutusu olması nedeniyle, DC’nin mistik işleriyle ilgilenen Justice League Dark da oyuna dahil oluyor, ve ikinci “trinity” göndermesi de Justice League, Justice League of America ve Justice League Dark ekiplerinin birbirine düşmesi üzerine kuruluyor.

Üç takımın bu gizemli obje için birbirlerine düşmesini arka planda keyifle izleyen Secret Society of Super Villians kurucusu The Outsider da, her şeyin planına uygun gitmesi için elinden geleni yapıyor, ve Justice League içinde bir “köstebeği” olduğunun da bilincinde olarak, oldukça kendinden emin tavırlar sergiliyor.

Hem Pandora’nın kutusuna sahip olmak, hem de, Superman’in Doctor Light’ı neden ve nasıl öldürdüğünü anlamak için birbirleriyle mücadeleye devam eden üç JL ekibimizin bir bölümü, kutunun peşinde dünyanın farklı yerlerine seyahat ederken, Wonder Woman’ın başını çektiği bir başka grup da Superman’i Doctor Light’ı öldürmeye teşvik edenin ne olduğunu anlamak için, (aslında The Outsider tarafından bilinçli olarak organize edilmiş) ipuçlarını takip etmeye çalışıyorlar.

Hikayenin arkasındaki sır perdesi, ve The Outsider’ın kendine bu kadar güvenmekte neden haklı olduğu da, serinin sonunda ortaya çıkıyor. Kutuyu açmak için tekrar tekrar başarısız denemelerde bulunan Pandora, sonunda kutunun “sihir” temeli üzerine değil, “bilim” üzerine kurulduğunu anlıyor, ve Society lideri, planın son aşamasını uygularken, her şey netliğe kavuşuyor: Superman’in aslında hiçbir zaman fiziksel olarak Pandora’nın Kutusu’ndan etkilenmediğini, onu etkileyenin The Atom’un gizlice beynine yerleştirdiği ufak bir Kriptonit parçası olduğunu öğreniyoruz. Küçük bir parça olsa da, beynine saplanmış bir kripotinite bu kadar uzun süre maruz kalan Superman’in, Doctor Light’ı öldürme sebebinin de, The Atom’un kriptoniti beynine yerleştirirken, yanlışlıkla lazer ışınlarını harekete geçirmesi olduğu anlaşılıyor.

Bu arada, “Trinity” kelimesinin üçüncü bir anlamı, doğrudan “3” ile ilgili bir anlamı olduğunu da öğreniyoruz, zira Pandora’nın Kutusu aslında içinde bir şeyler olan bir kutu değil, bir portal. Peki bu Portal nereye açılıyor?

DC Multiverse’ü içinde, bildiğimiz kahramanların Ultraman, Owlman gibi “kötü” versiyonlarının bulunduğu Earth – 3’e!

Serinin sonunda, Earth – 3’deki Owlman’in uşağı Alfred olduğunu öğrendiğimiz Outsider, bu portali açmayı başarıyor ve Crime Syndicate of America olarak adlandırılan bu “kötü” arkadaşlar, asıl DC Evreni’ne geçiş yapıyorlar. Kötü Aquaman, bu yolculuğu kaldıramayıp hayatını kaybetse de, Ultraman, Owlman, Superwoman, Johnny Quick, Power Ring ve Deathstorm sağ salim varıyorlar, ve JL içindeki hain olduğunu öğrendiğimiz The Atom (Earth 3 adıyla Atomica) ile sistemindeki bir virüs sayesinde kontrolünü kaybetmiş olan Cyborg’u da yanlarına alarak, “bu dünyanın kendilerine ait olduğunu” ilan ediyorlar.

Yorumlar

Trinity War’un sonunun biraz havada kaldığını hissedebilirsiniz. Bu çok normal bir durum, çünkü her ne kadar bu hikaye DC’nin yeni evren düzeni içindeki ilk büyük “event”i olsa da, yakın zamanda göreceğimiz en büyük hikaye değil.

Trinity War, aslında kendisinden daha büyük, ve yukarıda bahsettiğim çizgi roman normlarına uygun bir mini – seri olacak Forever Evil’a taban hazırlaması için yapılmış bir hikaye. O yüzden, bu macerayı başlı başına büyük bir olaydan çok, Marvel’ın Avengers vs. X-Men’e bir prolog olarak çıkarttığı Avengers X-Sanction serisine benzetebiliriz.

Tabi böyle düşününce, seriyi yorumlamak da biraz zorlaşıyor. Trinity War’un asıl amacı Crime Syndicate’ı ana DC Evreni’ne getirmek ve asıl hikaye olarak düşünebileceğimiz Forever Evil hikayesi için bir taban hazırlamak, ki bunu da başarıyla yapıyor. Fakat Crime Syndicate ve Justice League arasındaki mücadelenin, asıl ilgilendiğimiz konu olduğunu göz önünde bulundurursak, asıl yorumlarımızı Forever Evil sonrasında yazacağımız incelemeye saklamak en mantıklısı.

Yine de kendi içinde, Trinity War bence fena bir hikaye değil. Superman’in beyninde bir yere çarpınca, gözlerinden ışın atıyor olması gibi ufak çizgi roman absürtlüklerine takılmazsanız, seri başarıyla devam eden, birden fazla boyut ve tarzda hikayeyi aynı anda başarıyla işleyen, ve sonuç olarak, her sayının sonunda bir sonraki sayıyı merakla bekletmeyi başaran bir hikaye – ki bir crossover’ın da teknik olarak başarması gereken olay bu.

Ufak bir sonnot olarak, evren mantıklarını basitleştirmek için bu kadar uğraşan DC Comics’in, ilk büyük hikaye kurgusu olarak, yine paralel evrenlere başvurmuş olmasının biraz enteresan bir hareket olduğunun da altını çizmek istiyorum. Her ne kadar Earth 3 DC’nin en meşhur paralel evrenlerinden biri olsa, ve bir noktadan da olsa okumaya başlayan bir okuyucu için çok karışık bir durum teşkil etmese de, çoklu evren mantığının karışıklılığı içinde kaybolmamak DC’nin kısa vadede en büyük önceliklerinden biri olmalı bana kalırsa.