Genel Çizgi Roman Yazıları

“Stan Lee’den Neden Nefret Ediyoruz!?”

stanleenefret1Stan Lee özel haftamızı, bir gün gecikmeyle de olsa, biraz kişisel bir yazıyla noktalamak istiyorum. Yazının başlığında gördüğünüz soru, bana hem site yoluyla, hem de sitedeki yazıyı okuyan / zorla okuttuğum arkadaşlarım tarafından, arada sırada sorulan bir soru – ki bunlar genelde espri amaçlı soruluyor olsa da, okurlarımızın kafasında böyle bir algı yaratıyor olabileceğimizin farkındayım.

Neden koskoca bir hafta ve bu kadar yazıyı, sadece Stan Lee’nin imajını karalamak için kullanıyoruz? Doksan yaşındaki adamcağızın alın teriyle kazandığı bu imajdan ne istiyoruz? Kısacası, yahu bu Stan Lee’yle ne alıp veremediğimiz var? Ondan neden nefret ediyoruz?

Önce tüm bu sorulara kesin ve net bir cevap: Hayır, Stan Lee’den kesinlikle nefret etmiyoruz.

Yazıların yazılma amacı, Lee’nin imajını lekelemek veya herkesin ondan nefret etmesini sağlamak değil, belli konulardaki gerçekleri biraz daha net olarak anlayabilmek, veya en azından sorgulamaya çalışmak. Kişisel olarak, Stan Lee’ye karşı hiçbir garezim olmadığı gibi, aslında onu sevmiyor bile değilim. Birazdan anlatacağım anı, hem kendi bakış açımı sizlere gayet iyi bir şekilde gösterir, hem de Stan Lee’nin çizgi roman dünyası içindeki yerini daha net hale getirir diye umuyorum.

Siteyi yakından takip eden arkadaşlarımız belki hatırlayacaktır – 2011 yılının Ağustos ayında, ufak bir ülke değişikliği yaşadım ve Kanada’ya gittim. İçinizde başka ülkelerde yaşayanlar, veya yaşamış olanlar mutlaka vardır – ama böyle bir deneyimi olmayanlar bile, bu kadar büyük bir değişiklik öncesinde hissedilen heyecan, merak, beklenti ve benzeri duyguları az çok kafalarında canlandırabilir.

Ben de, Kanada’ya gitmeden benzer beklentiler, heyecanlar ve endişeler yaşıyordum – fakat bunlar içinde fazla kaybolmamak için, arada durup durup daha soğukkanlı olmaya, olaya daha mantıklı yaklaşmaya da çalıştığım oluyordu. Örneğin, bazen gaza gelip, “Ulan muhteşem bir çizgi roman cennetine gidiyorum, sürekli çizgi roman alacağım, inşallah yemeğe falan para kalır!” diye düşünürken, daha sonra kendi kendime, “Tamam yani, evet, buraya göre daha çok çeşit, daha hızlı ulaşım, daha ucuza satın alma imkanı olacak; ama sonuçta çok da bir şey değişmeyecek – metrodan çıkıp Stan Lee’yi görecek halim yok herhalde…” diye, olaya daha gerçekçi yaklaşmaya çalışıyordum.

Sonra Kanada’ya gittim. İlk gecemi – tahmin edebileceğiniz gibi – bir otelde geçirdim. Ertesi sabah uyandım, birkaç işimi halletmek için otelden çıktım, tam olarak hangi yöne gittiğini bile bilmediğim bir metroya atladım, ve şans eseri beni istediğim yere götüren metrodan çıkar çıkmaz, karşımda Stan Lee’yi gördüm.

Eh… Tabi ki tam olarak değil – fakat metrodan çıkarken karşımda gördüğüm ilk reklam panolarından birinde, birkaç hafta sonra düzenlenecek Montreal Comic Con’un bir afişi vardı – ve afişin büyük bölümü, “Onur Konuğu” Stan Lee’nin resmi ve adıyla kaplıydı.

Bu noktada biraz durup kendimle ilgili bir şeyler açıklamam gerekiyor: Her ne kadar çizgi romanları çok sevsem, AltEvren gibi bir sitem olsa da, aslında bu “geek kültürü” dediğimiz alt-kültüre çok hakim değilim. Yemek yerken bakacak şey olsun diye takip ettiğim iki üç dizi haricinde dizi izlemem, filmlerden ve sinemadan anlamam, bilgisayar oyunu oynamam, oyun konsolum yok, teknolojiyle aram kötü, animasyon / anime hiç sevmem, Cosplay’in icat edilmiş en lüzumsuz şeylerden biri olduğuna inanırım, vesaire vesaire.

Kısaca özetleyeyim: Ne yazık ki bu alanın gerektirdiği konularda, tabi çizgi roman hariç, pek bir “geek” olduğum söylenemez.

Bu “Comic Con” dediğimiz organizasyonlar, her ne kadar içlerinde “Comic” lafı geçse de, sadece çizgi romanlarla alakalı olmanın çok ötesinde oluşumlar; yani sadece çizgi roman okuyan insanların gideceği türde etkinlikler değiller. Çizgi romanları ne kadar severseniz sevin, eğer “geek kültürü”ne de belli bir hayranlığınız yoksa – hele hele Cosplay’de hoşlanmıyorsanız! – bir “Comic Con”a gidip burada uzun süre vakit geçirmeniz, veya olaydan çok keyif almanız pek mümkün değil. Lafı dolandırmayı bırakıp işin kişisel kısmını açık açık söyleyeyim: bugün biri gelip, “Seni tüm masrafları karşılanmış, yemeği, konaklaması halledilmiş, istediğin tüm etkinliklere katılmanı sağlayacak bir biletle San Diego Comic Con’a göndereceğiz!” deseler, muhtemelen çok üşenecek ve gitmeyecek bir insanım.tumblr_lsiod2AwlX1qfsm7po1_r1_1280Tamam, tamam… Cosplay her zaman o kadar kötü olmuyor.

Ama yine de, hazır ayağıma gelmişken, hayatımda en az bir kere yaşamak istediğim bu deneyimi kaçırmak istemedim. Montreal’de o zamana kadar düzenlenen en büyük çaplı ve en kalabalık Comic – Con’a gittim, ve Stan Lee’yi uzaktan da olsa görme fırsatına eriştim. Lee’yi daha yakından görmek için belli bir ücret ödeyerek (belli bir miktar = benim bir haftalık yemek masrafım) imza sırasına girmek ve sıranın size geleceğini ümit etmek gerekiyordu. Sıranın size gelmesini ümit etmek de riskli bir işti, çünkü Stan Lee tabi oldukça yaşlı, ve imza günü de kendisi yorulunca bitmek zorunda kalıyordu. Neyse, özetle bu riski almadım, ama sonuç olarak gerçekten de bir kere yapmak istediğim bir şeyi yapma fırsatına erişmiş oldum.

Hem oradan çıkarken, hem de daha sonra insanlara anlatırken, durumu hep şöyle hatırlıyorum: “Stan Lee ile tanıştım mı? Hayır. Ama onunla aynı salon içinde bulundum, ve onunla aynı havayı soludum.”

Bunun, yukarıda söylediklerimle ne kadar çeliştiğini, yani bir geek olmadığımı söylememe karşın, şu an yazdığım cümlenin ne kadar “geek” bir cümle olduğunu görebiliyor musunuz, bilmiyorum. Ama durum buydu: 2011 yılında da, tıpkı şimdi olduğu gibi, Jack Kirby – Stan Lee -Steve Ditko meselesini biliyor, bu üçlü arasında Lee’nin aslında belki de en az övgüyü hak eden kişi olduğunu anlıyor, Kirby ve Ditko’nun hakkının yendiğini düşünüyordum.

Ama yine de, onunla aynı havayı solumak gibi abartılı bir şeye bile sevinebiliyordum.

İşte bana kalırsa, Stan Lee özel haftamızı, ve tabi daha sonra okuyanlar için, Stan Lee özel dosyamızı bitirmenin en iyi yolu da bu.stanleenefret2Stan Lee, sadece bir yazar veya bir “yaratıcı” değil. Bu konularda katkılar yaptığı, Marvel’ın meşhur karakterlerinin yaratılmasında, ne boyutta olursa olsun, bir rol oynadığı, elbette bir gerçek. Fakat asıl olan, Stan Lee’nin bir “şöhret”, bir “yıldız” olduğu gerçeği – ne kadar yazmamış olursa olsun, ne kadar Kirby ve Ditko’ya muhtaç olursa olsun Lee hem Marvel’ın, hem de günümüzde oluştuğu şekliyle çizgi roman piyasasının varolabilmesi için, inanılmaz emek harcamış ve bu iki olgunun da, bugünlere gelebilmesini sağlamış çok önemli bir figür.

Uzun lafın kısası, hayır, Stan Lee’den nefret etmiyorum. Kimsenin de etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Ama “Stan Lee Marvel’ın popüler hale gelmesinde önemli rol oynayan kişilerden bir tanesiydi” demek ile, “Stan Lee yaşamış en muhteşem deha, en büyük çizgi roman yazarıydı” demek arasında ciddi bir fark var.

Dolayısıyla, benim amacım da Stan Lee’yi yeni yeni tanıyan kişilerin biraz daha objektif bilgilere ulaşabilmesini sağlamaktan ibaret. Tabi bunu yaparken, bu dönemin yaratıcılık sürecinde Steve Ditko ve Jack Kirby gibi, daha az tanınan ve aldıklarından çok daha fazla övgü hakeden isimleri de öne çıkartmaya çalışıyorum.

Stan Lee tanınmayı, saygı görmeyi, sevilmeyi hak etmiyor mu?

Elbette ediyor, ben de kendisine karşı herhangi bir negatif tutum içerisinde değilim. Yalnızca, Kirby ve Ditko isimlerinin, Lee karşısında unutulmasının çok yanlış olduğunu, belki de en önemlisi, bu üçlünün tamamen ayrı şekillerde, hak ettikleri yönde takdir edilmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Bu yazı, Stan Lee Özel Dosyası’nın son halkası olarak yazılmıştır:

Stan Lee Özel Dosyası