Türk Çizgi Romanları

Şehzade Yangını # 1

sehzadeyanginikapakTürkiye’de çizgi romana karşı olan merak – biraz dolaylı yoldan olsa da – artmaya devam ediyor. Bu durumun çeşitli negatif etkileri yok değil, fakat son derece pozitif bir etki olarak, yeni yayınevlerinin ve yeni çizgi romanların sayısı gün geçtikçe artıyor.

Seçluk Ören’in yazıp çizdiği ve Sırtlan Kitap’ın yayınladığı Şehzade Yangını da yeni çizgi roman serilerinden bir tanesi.

Çizgi romanın içeriğinden bahsetmeden önce, Sırtlan Kitap’ın kendisine değinmekte de fayda var.

Yeni bir yayınevi olarak niteleyebileceğimiz Sırtlan Kitap;  şimdiden Kırlangıç Oyunu ve Todd: The Ugliest Kid on Earth gibi önemli çizgi romanları Türkçe’ye kazandırmış durumda. Çizerliğini Kutlukhan Peker’in yaptığı Todd’u da yabancı çizgi roman kategorisinde değerlendirirsek, Şehzade Yangını onların ilk “yerli” çizgi romanı.

Bu son derece sevindirici bir durum, zira henüz ilk kitaplarını basmakta olan bir yayınevinin, doğrudan yerli üretime yönelmesi, işin içinde maddi beklentilerden daha fazlasının olduğunu gösteriyor. Kitabın fiziksel açıdan  sağlam bir grafik tasarım, hoş bir kapak ve son derece kaliteli bir kağıt ile sunuluyor olması da cabası.

Sırtlan Kitap’ı şimdilik bir kenara bırakıp, incelemekte olduğumuz çizgi romana dönelim.

Şehzade Yangını, tematik değişikliklerle birbirinden ayrılan üç farklı bölümden oluşuyor.

İlk bölümün merkezinde, kitapta kullanılan tabirle “namını, adını kaybetmiş” bir kabadayı olan Tahir’i tanıyor, ve onun belli bir süre önce kendisini – deyim yerindeyse – cümle aleme rezil eden bir başka kabadayıdan, Kadırgalı Kör Emin’den intikam alma çabasını takip ediyoruz. Bir flashback niteliğinde olan ikinci bölüm, bize bu iki kabadayı arasındaki husumetin nedenini aktarıyor, ve üçüncü bölüm, Galata’ya atılan toplar nedeniyle yarım kalan intikam davasının “garip” sonucuna ayrılıyor. 

Bu bağlamda, birinci ve ikinci bölümü daha klasik bir “kabadayı” hikayesi olarak tanımlamak mümkün. Buradaki “kabadayı” sözcüğü, günümüzde belki biraz negatif çağrışımlar yapan bir sözcük, fakat Şehzade Yangını’nda karşımıza çıkan Kabadayı konsepti, kavramın daha romantik bir kullanımı olarak görülmeli. Özellikle Tahir’i alt eden Kadırgalı Kör Emin’e baktığımızda; yiğit, mert, sessiz, kendisine güvenenleri yarı yolda bırakmayan, yine kitaptan bir alıntıyla, “kendini övmeyen, övdüren” bir figür görüyoruz. Çizgi roman alanından bir örnek vermek gerekirse, pek çok okuyucunun Ustura Kemal’den hatırlayacağı bir kabadayı geleneğinin, burada da devam ettiğini söylemek mümkün.

Kitabın bu ilk kısmında – daha spesifik olmak gerekirse, birinci bölümde – klasik bir kabadayı hikayesinden ayrılan iki önemli nokta var. Bunların birincisi, elbette bölümün finali, Kadırgalı ile Tahir’in karşı karşıya geldiği sahnenin, atılan toplarla yarım kalıyor oluşu. Biraz daha dikkatli okurların yakalayacağı ikincisi ise, çizgi romanın onuncu sayfasında, Tahir Tophane’den Galata’ya doğru çıkarken, birkaç ufak panelde gözüken ve Tahir tarafından fazla büyük bir şokla karşılanmayan “Hortlaklar”ın varlığı. 

Bu “hortlaklar”, üçüncü bölümün ilk ikisinden bu kadar kesin bir şekilde ayrılıyor olmasının da temel sebebi aslında.

Büyük ölçüde iki adam arasındaki rekabete ayrılan giriş kısmının ardından, çizgi roman bir anda tema değiştiriyor: İlk iki bölümde, kendinizi klasiğe daha yakın bir kabadayı hikayesi okur gibi hissederken, üçüncü bölümün finaliyle bunun yalnızca karakterlere bir arka plan yaratmak için kullanıldığını görüyorsunuz. Hortlaklar, insan eti yiyerek beslenen, korkunç görünümlü varlıklar – Şehzade Yangını da aslında bir zombi çizgi romanı. 

sehzadeyangini1

Amerikan çizgi romanları, genellikle “1” numaralı sayı ile başlar, fakat Marvel ve DC gibi büyük yayınevleri, zaman zaman “0” ve “-1” numaralı özel sayılar da yayınlar. Çoğu zaman birinci sayıdan sonra yayınlanan bu özel çizgi romanlar, karakterlerin geçmişleri ile ilgili bilgi vermek için tasarlanır: “0. sayılar” çoğu zaman karakterlerin orijinlerini anlatırken, “-1. sayılar” “flashback” sayıları olarak kurgulanır, karakterlerin geçmişlerinden belli noktaları okuyucuya aktarır.

Selçuk Ören’in Şehzade Yangını’nın ilk cildiyle yalnızca birinci sayıyı değil, sıfır ve eksi birinci sayıları da verdiğini söylemek mümkün. Ve uzun süreli bir hikayeye, sağlam bir temel hazırlamak açısından, bu önemli bir durum.

Böyle bir mantığın negatif sonucu ise, ilk ciltte ana hikaye açısından fazla bir şey okuyamıyor olmamız. Şehzade Yangını’nın “hortlaklar” ile alakalı bir seri olacağı ortada, fakat birinci kitapta, bu konuya bir girişten daha fazlası mevcut değil. İlk sayıda hikayeyi sadece tanıtmak, ana kurgu hakkında fazla bilgi vermemek aslında benim karşı olduğum bir şey değil, fakat Türkiye gibi, bir sonraki sayının genellikle çok uzun süre beklendiği bir ülkede, okuduğum ciltlerde ana kurgu hakkında biraz daha bilgi sahibi olmayı galiba daha çok seviyorum.

Şehzade Yangını ile ilgili başka ne söylenebilir?

Ben, kişisel olarak, çizgi romandaki görselliği, anlatıma göre çok daha güçlü bulduğumu söylemek zorundayım.

Selçuk Ören’in yer yer eskizvari unsular taşıyan çizimleri, kahverengi – turuncu – bej gibi seçimlerin ağırlıkta olduğu renklendirme ile güzel bir uyum yakalıyor. Bu karanlık hava, Hortlaklar ile dolu Galata bölgesini de, Tahir’in sıkıntılı ve buhranlı iç dünyasını da güzel bir şekilde yansıtıyor. Aynı şekilde, panel kullanımında da cesur denemeler mevcut.  AltEvren’i az da olsa takip eden okuyucular, panelleri birbirini sıradan bir şekilde takip edecek şekilde yan yana koyma formülünden ayrılan her türlü çizgi roman tekniğinin ilgimi fazlasıyla çektiğini zaten biliyordur — bu deneyselliği Şehzade Yangını’nda da görmek mümkün. Kısacası, hem panel yapısı, hem çizim, hem de renklendirme açısından, çizgi romanın oldukça güçlü bir görselliği var.

sehzadeyangini4

Anlatımda ise sorunlar olduğu belirtilmeli. Hakkını verelim: Selçuk Ören kitabı yazarken basit, sade bir anlatım kullanmayı tercih etmemiş. Görsellikle birlikte çalışmaktan ziyade, panellerde gördüğümüz şeyleri bize ayrıca anlatan, yer yer şiirsel, lirik olarak tanımlanabilecek bir üslup kullanmış. Bu üslup aslında kendi içinde kötü bir şey değil. Zaman zaman doğallıktan uzak olduğu bir gerçek, fakat hem çok edebi / şiirsel / epik bir anlatım kullanıp, hem de bunun okuyucuya tamamen doğal gelmesini sağlamak, dünya tarihinde ancak birkaç yazarın sahip olduğu, doğaüstü bir yetenek. Özellikle günümüz bağımsız çizgi romanlarında, daha doğal, öznel, içten bir anlatım tarzı benimsendiği de doğru – fakat bunların ele aldığı konuların da genellikle daha kişisel, daha biyografik olduğu hatırlanmalı. Daha fantastik, epik bir hikaye için, böyle bir dilin tercih edilmesi, yer yer problematik olsa da, sonuç olarak yazarın tercihi; ve ne kadar beğenilip beğenilmeyeceği aslında tamamen sübjektif bir konu.

Daha objektif olan mesele ise, panellerdeki görselliğin yazılar ile olan ilişkisi. Aslında buna pek çok örnek vermek mümkün, ama aşağıdaki paneller durumu özetler nitelikte.

sehzadeyangini3

Sorun ilk bakışta çok net olmayabilir, fakat bu panellerdeki temel durum şu: çizimlerin anlattığı şey ile, yazının anlattığı şey arasında hiçbir fark yok. Görseller, Kadırgalı Kör Emin’in evden sessizce çıkışını ve saldırmasını bir elinden diğerine atmasını gösteriyor. Yazılar da, aynı şeyi tekrar vurguluyor. Erken dönem Amerikan süper kahraman çizgi romanlarında, Batman’i bir kuyuya atlarken gördüğümüz bir sahnenin üzerinde, “Korkusuz Kara Şövalye, cesurca kuyunun içine atladı!” şeklinde bir anlatı kutusu konulması gibi.

Understanding Comics kitabında görsel ve yazıların birlikte kullanımını inceleyen Scott McCloud, bu ilişkiyi temel olarak yediye ayırıyor. Bu ayrım içinde, Selçuk Ören’in kullandığı üslup, “duo-specific panel”, yani görsel ve yazıların, tamamen (veya neredeyse tamamen) aynı şeyi anlattığı paneller için kullanılıyor. Bu açıdan, aslında bu tarz paneller çizgi roman içinde görülmeyen şeyler değil – fakat çoğu zaman, daha eski, daha primitif, çizgi romanın “tekniği” olan bir sanat olarak görülmediği yıllarda üretilen dönemlerde görülüyorlar. Kullanım amaçları da oldukça basit: tamamen çocuklar için yaratılan ürünler olarak, henüz okumayı tam olarak çözememiş çocukların, çizgi romanları daha rahat anlamasını, ve daha kolay okumasını sağlamak.

Şehzade Yangını kesinlikle çocuklar için bir hikaye değil. Çizgi roman, metinlerin ve görsellerin anlatı gücünün birlikte kullanılabileceği benzersiz bir mecra. Elde böyle bir potansiyel varken, her ikisiyle de aynı şeyi anlatmak, bana büyük bir kayıp gibi geliyor.

Madem Kadırgalı’nın saldırmasını sağ elinden sol eline attığını görüyorum, öyleyse metnin kendisi bana neden bunu anlatıyor? Kadırgalı’nın evden bir şey söylemeden çıktığını görüyorum, öyleyse neden aynı şeyi bir kez daha okuyorum? Görselin zaten gösterdiği bir şeyi tekrarlamak yerine, metin çizgi romana farklı bir şeyler eklese, ortaya çıkan grafik anlatı çok daha etkili olmaz mı?

Bu, Şehzade Yangını’nın bence en büyük zaafı. Yine de, birinci cildin Selçuk Ören’in ilk uzun soluklu çizgi roman çalışması olduğunu unutmamak gerekiyor. Eğer bu kendisinin bilinçli olarak kullandığı bir üslup değilse, ilerleyen eserlerde farklı bir anlatım göreceğimizi tahmin ediyorum. Bu anlatım devam etse bile, kitabın görselliğinin aslında metnin zaaflarına rağmen hikayeyi taşıyacak güçte olduğu da hatırlatılmalı.

Pek çok sayfada karşımıza çıkan bu panel kullanımı dışında, Şehzade Yangını oldukça merak uyandırıcı bir çizgi roman. İlk cildin çizgi romanın ana hikayesi ile ilgili fazla bilgi vermemesi de bu açıdan önem taşıyor: son sayfayı çevirdiğiinizde, hikayenin devamını merak ediyorsunuz, ve bu da, sık sık söylediğim gibi, seri olarak üretilen çizgi romanların temel başarı kriterlerinden bir tanesi olmalı.