Fransız Çizgi Romanları - Seçtiklerimiz

Nikopol Üçlemesi

Enki Bilal’in Nikopol Üçlemesi’ni oluşturan üç ayrı çizgi romanı, veya Fransız Çizgi Roman geleneğine biraz daha sadık kalacak olursak, üç ayrı albümü, incelemeyi tamamladık.

Bu yazılarda çoğu zaman eser(ler)in detaylı bir analizine girmekten kaçındım, çünkü seriyi bir bütün olarak değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünüyordum. Nikopol Üçlemesi ile ilgili son yazıyı buna ayırıyorum.

Nikopol Üçlemesi’ni incelerken ilk sorulması gereken soru da bu: Bu çizgi roman serisi olarak nasıl değerlendirilmeli?

Yaratım sürecinin on üç sene aldığı düşünülerek, her kitap kendi içinde mi yorumlanmalı, yoksa bu sürecin uzunluğuna bakılmaksızın, bir üçleme olarak mı değerlendirilmeli?

Bana kalırsa, Nikopol Üçlemesi’nin albümleri birbirlerinden ciddi miktarda farklılıklar içerse, ve Bilal’in ilgi ve tarzı kitaptan kitaba değişse de, Nikopol Üçlemesi’ni olduğu gibi, yani bir üçleme olarak değerlendirmek en doğrusu. Fakat, bir bütün olarak değerlendirirken de, üç kitabın toplam on uç senede yartıldığı unutulmamalı, ve Bilal’in değişen ilgi alanları, “eserin ruhunu, özünü kaybetmesi” olarak değil, Bilal’in farklı alanlarda arayışlara girmesi olarak yorumlanmalı.

Eserin kitaplarını edebi olarak, yani yazınsal anlamda incelediğimizde, Bilal’in “değişen ilgi alanları” ile ne kastettiğim daha rahat anlaşılabilir. Birinci kitapta, dominant kurgu öğesi olarak karşımıza çıkan şey Bilal’in yarattığı 2023 Paris kurgusu: Otuz yıl boyunca uzayda mahsur kalmış olan Nikopol’ün bu yeni dünyaya ayak uydurma çabası, tıpkı Nikopol gibi bu kurguya yabancı olan okurun Faşist Paris’i anlama çabası ile birleşiyor.Ortaya çıkan eser de, daha atmosfere dayalı bir çalışma: karakterler elbette olayın içinde rol oynuyorlar, fakat çok da fazla değil; asıl önemli olan, Paris’in kurgusu, rezilliği ve çürümüşlüğü.

İkinci albümle birlikte, kurgu daha karakter bazlı hale geliyor. Jill Bioskop’un işlerin içine dahil olmasıyla, Nikopol Üçlemesi daha “bireysel” bir hal alıyor. İkinci kitap ilkinden farkını zaten açar açmaz, kurguyu Paris dışına çıkararak ortaya koyuyor, ve Jill’e ayrılan yerden sonra, Nikopol’ün de Paris’ten kaçması ve Jill’in yanına gelerek, onunla yeni bir ilişkiye başlaması, her şeyin karakterler üzerinden yürütüldüğünün somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Üçüncü kitaba üstünkörü baktığımızda daha dengeli bir kurgu görüyoruz. Karakterler ile mekanın birbirleri karşısındaki üstünlüğü dengeleniyor, ve bu bağlamda üçüncü albüm ilk ikisinin orta noktası, veya ilk ikisinin bir birleşimi gibi gözüküyor. Fakat daha detaylı bir analizde, bunun yetersiz bir tanım olacağı da aşikar: Bilal’in buradaki “mekan” olan Ekvator’u kurgulaması, ilk kitaptaki Paris’ten çok daha farklı, daha dolaylı yollardan gerçekleşiyor. İkinci kitap ve üçüncü kitaptaki karakterizasyon mantığı da aynı değil – ikinci kitap özellikle Jill Bioskop’un karakterini aksiyonlar ve Bioskop’un yazıları ile işlerken, bu kitapta pek çok karakterin, daha psikolojik, daha iç dünyaya dayalı bir analizini görüyoruz. Bu da, üçüncü eserin karakterizasyonunu daha kompleks bir hale getiriyor. Üçüncü albümün analizinde, Soğuk Ekvator’u Bilal’in “Ustalık Eseri” olarak tanımlamamın sebebi bu.

Bilal’in çizgi romanının, edebi açıdan sık sık eleştirilen bir çalışma olduğunu söylemek mümkün: Pek çok insan, Bilal’in eserindeki sürrealist temaların çoğu zaman anlamsız bir kurguya yol açtığını, konunun fazlasıyla karmaşık olduğunu, hikayenin bir amacı olmadığını, somut bir yere gitmediğini ve dolayısıyla Nikopol Üçlemesi’nin biraz abartılmış olabileceğini düşünyüyor.

Bu eleştirilere tamamen katılmadığımı söyleyemem, fakat Bilal’in edebi yönünün de kesinlikle incelenmeye layık olduğunu düşünüyorum. Çizgi romandaki ana kurgunun distopik olması nedeniyle, asıl gözden kaçan olaylardan biri, “kimlik” olayı üzerine Bilal’in getirdiği enteresan yorum.

Hatırlayacağınız gibi, üçlememiz Nikopol’ün sürgüne gönderildiği uzaydan, otuz yıl sonra tamamen değişmiş bir dünyaya geri dönmesiyle başlıyor. Horus ile tanışmasından sonra maceralarına başlayan Nikopol’ün, bir de kendisine fiziksel olarak tıpatıp benzeyen, yine Nikopol isimli bir oğlu var. Nikopol Jr. (Niko) üçüncü albüme kadar fazla büyük bir rol oynamasa da, Soğuk Ekvator’un ana karakterlerinden biri; eser onun Yelena’ya aşık olması ve babasını bulmaya çalışması konuları üstüne gidiyor. Üçüncü albümün sonunda, Nikopol “chessboxing” ünvanını ele geçirdiğinde, Ekvator yöneticilerinin de dikkatini çekiyor, ve onun tehlikeli olabileceğine kanaat getirip, kendisini otuz yıl boyunca uzayda deney yapacak bir geminin içinde uzaya göndermeyi kararlaştırıyorlar. Bu sırada, Niko ise, seri boyunca Yelena’ya açılma ve babasıyla yüzleşme konuları arasında sıkışıp kalmışken, sonunda Yelena’ya açılma ve onu elde etme yönünde kesin kararını veriyor.

Fakat, durum beklendiği gibi gitmiyor: Nikopol’ün peşinde olan Ekvator’lu yetkililer, fiziksel benzerliğe aldanarak Niko’yu uzaya gönderiyorlar; Yelena ise hafızası tamamen silinmiş olan Nikopol’ü Niko sanarak onunla bir ilişkiye başlıyor. Bu sayede, Bilal yalnızca eseri, ironik bir anlamda, başladığı gibi bitirmiş olmuyor, aynı zamanda “kimlik” konusunda postmodern bir yaklaşım kullanmış oluyor.

Edebiyatla ilgiliyseniz, bu “kimlik değişimi” size yabancı gelmeyecektir. Nabakov’un “Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı” romanının sonu; Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlığı”nda ailenin gelenekleri dolayısıyla sahip olmaları gereken “Jose Arcadio” ve “Aureliano” isimlerinin karakter özelliklerinin tam zıttı yönde hareket eden, ve hayatlarının sonunda birbirlerinin mezarlarına gömülen Jose Arcadio Segundo ile Aureliano Segundo karakterleri, bizden bir örnek verecek olursak, Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’sinin sonunda Hoca ile anlatıcının – yine fiziksel görünüşleri sayesinde – birbirlerinin kimliklerini üstlenerek yollarını ayırmaları, hep Bilal’in metoduna benzer, ve muhtemelen Bilal’i etkilemiş edebi teknikler.

Bu bağlamda, bana kalırsa Bilal’in eserini “karışık” ve “anlaşılmaz” olarak tanımlamaktan ziyade, “deneysel” olarak tanımlamak daha doğru. Yanlış anlaşılmasın, Enki Bilal’in kitaplarındaki edebi altyapının yukarıda örnek verdiğim yazarlar kadar güçlü olduğunu iddia etmiyorum, ama yine de, bu tarz tekniklerin çizgi romana uygulanabilirliğini deneysel bir yaklaşımla gösterdiği için, eserin edebi yönünü tamamen yok saymanın doğru olmadığını anlatmaya çalışıyorum.

Ama tabi ki, Nikopol üçlemesinin asıl muazzam noktası bu değil, çizimleri. “Durum böyleyse, dört yazı boyunca neden işin edebi boyutunu inceledin, neden şöyle adam gibi bakmamız için yazıları bir sürü resimle yayınlamadın!?” diye sorabilirsiniz, AltEvren Gurme’ye gelen ilk yorumumuz da bu şekilde olmuş zaten. Bunun sebebi, Bilal’in çizimlerinin herhangi bir övgüye ihtiyaç duymaması – çizgi romanın kapağını açın, sayfalarını karıştırın, zaten neredeyse her panelinde inanılmaz bir sanat göreceksiniz. Yazıda sanatı fazla ön plana getirmememin sebebi bu, hani derler ya “diyecek laf yok,” diye, hakikaten diyecek laf yok.

Yine de, sanatın kalitesi dışında kayda değer bir şey söylemek gerekirse, Nikopol Üçlemesi’ne dikkatli “baktığınız” zaman, Bilal’in edebi anlamda “değişen ilgi alanları” ile birlikte sanatını da belli bir miktar değiştirdiğini görebileceğinizi ekleyebilrim. Çizimler ilk kitabın birinci sayfasından son kitabın sonuncu sayfasına kadar etkileyiciliklerini kaybetmiyorlar, fakat ilk kitapta, asıl vurucu olan çizimler, Paris’in çirkinliğini ve yozlaşmışlığını -deyim yerindeyse- gözünüze sokan çizimlerken (politikacıların iğrenç makyajları, Paris’in sokakları ve kitleleri, vs.) bir sonraki albümde daha gerçekçi bir tarz karşımıza çıkıyor, üçüncü albümde ise, yer yer fotorealizme kaydığı söylenebilecek kadar “gerçeği ve karakterleri” yanıstmaya çalışan sahneler görüyoruz. Bu da, tıpkı ilk albümdeki gibi, çizimlerle edebiyatın birbirini tamamlaması amacıyla yapılıyor; karakterlerinin iç dünyasını ortaya koymak isteyen Bilal, karakterlerini daha gerçekçi çizerek okuyucunun onları gerçek birer insan olarak görmesini de kolaylaştırıyor.

Bu sahne, birinci albümden. Gördüğünüz gibi, politikacıların iğrenç makyajları, ojeleri çizimlerde ön plana çıkarılan öğeler. Suratlarındaki meymenetsiz ifade de buna katkı yapıyor.

İkinci albümden Jill Bioskop. Burada daha yoğun ve daha gerçekçi bir karakter çizimi var. Olayın odak noktası Jill olduğu için Bilal, karakteri, bir karikatür/ eleştri malzemesi olarak kurgulanan birinci albüm politikacılarına göre daha gerçekçi yorumluyor.

Bu son sayfa ise üçüncü albümden. Karakterlerin iç dünyasının ön plana çıkarıldığı bu son çizgi romanda karakterler daha önce hiç olmadıkları kadar detaylı ve gerçekçi çiziliyorlar. Nikopol’ün yüzündeki detay miktarı ortada.

Bilal’in sanatı ile ilgili övülmesi gereken ikinci bir nokta ise, gelecekte geçen, fakat Mısır Tanrıları gibi oldukça antik bir öğeyi de barındıran çizgi roman serisinin, bu iki farklı dünyayı, fantastik ve fütüristik özellikleri, aynı sanat tarzı içinde harmanlayabilmiş olması.

Normal şartlarda distopik, fütüristik bir çizgi romanda çok iğreti gözükmesi gereken bu sahne, Bilal tarafından hikayeye başarılı bir şekilde yedirildiği için, okuyucuyu başta şaşırtsa da, hikayeden soğutmuyor. Zamanla, Nikopol Üçlemesi kurgusu içinde Mısır Tanrılarının bu evrendeki rolü kabul ediliyor.

Aynını argümana, iki perspektifi bir araya getiren, bir başka örnek.

Enki Bilal’in başyapıtı ile ilgili söylenebilecek şeyler aşağı yukarı bunlardan ibaret. Hikaye olarak kesinlikle boş bir hikaye değil, Bilal’in edebi altyapısı ve çizgi roman türü ile yapmaya çalıştıkları kayda değer. Fakat çizgi romanı okuyacakları asıl bekleyen keyif, on üç yıllık bir süreçten sonra ortaya çıkmış olan görsel ziyafet.