Bu sefer, biraz farklı bir yoldan gidip, bu soruyu başta cevaplamaya çalışacağım. Neden bütün bir haftayı Green Lantern’a ayırıyoruz? Neden başka bir karakter değil de Green Lantern? Bu karakteri bu kadar özel kılan nedir?
Daha önceden yaptığımız hafta sonuyla paralellik kurarak gideyim: Thunderbolts, Marvel’ın son derece az tanınan öğeleri arasında olsa da, özellikle bu adla çıkan serinin ilk elli – altmış sayısı oldukça ilginç çizgi romanlardı. Birkaç istisna haricinde, daha önceden Marvel Evreni’nde kötü karakterler olarak gördüğümüz figürlerin yeni bir süper kahramanlık yaşantısına alışmaları, birbirleriyle yaşama ve çalışma sıkıntıları, takım içi dinamikleri ve takımın geçirdiği farklı süreçler, bu çizgi roman serisini, özellikle ilk sayıları için, oldukça benzersiz yapıyordu.
Bütün bir hafta sonunu Thunderbolts’a ayırmamızın sebebi buydu – fakat bu durumda bile, Thunderbolts aslında çok ciddi bir kesimin ilgisini çekecek, çok fazla insanın merakını uyandıracak bir seri değildi, oldukça kısıtlı bir çizgi roman okur kitlesine hitap ediyordu.
Green Lantern haftasının, Thunderbolts hafta sonundan ayrıldığı temel nokta (ve birine “hafta sonu”, diğerine “hafta” ayırmamızın mantığı da) burada saklı: Green Lantern, kesinlikle çok daha geniş bir kitleye hitap eden, çok daha önemli bir konu.
Tabi bu cümleyi, marka değeri olarak kurmuyorum – Green Lantern’ın DC’nin en önemli karakterleri arasında yer aldığı su götürmez bir gerçek, ve Thunderbolts’dan çok daha geniş bir kitleye hitap ettiği zaten aşikar. Bu açıdan, belki neden Green Lantern’ı ele aldığımızı değil de, neden bu şekilde ele aldığımızı açıklamak biraz daha mantıklı olacak.
Bu hafta boyunca – elbette karakter(ler)in erken tarihi ile ilgili bilgiler vermekle birlikte- büyük ölçüde modern Green Lantern hikayelerine, daha spesifik olmak gerekirse, Green Lantern karakterinin Rebirth hikayesinden sonra, son on yılda yaşadıklarına yoğunlaşacağız.
Bunun nedeni de gayet basit: Yazar Geoff Johns’un, son on yılda bu karakterle yaptıkları, muhtemelen Green Lantern karakteri etrafında yapılmış en başarılı iş.
Üstelik, bu başarı sadece Green Lantern karakteriyle sınırlı değil. Johns’un kendisinden önce (hem evren içinde, hem de DC editörleri arasında) tamamen gözden düşmüş bir karakter olan Hal Jordan’ı geri getirip, neredeyse DC Evreni’nin merkezine yerleştirdiği bu yeni seri, muhtemelen 2000’li yılların en iyi ana akım çizgi roman serilerinden bir tanesi. Bu sürecin “doruk noktası” olarak tanımlayabileceğimiz Blackest Night event’i de, “event” olarak sınıflandırılabilecek (ve birinci amacı genellikle “kalite” olmayan) hikayeler içinde, kesinlikle en üst sıralarda yer alıyor.
Bu yüzden, Johns’un Green Lantern yazarlık süreci, son yılların süper kahraman çizgi romanları içinde, “olmazsa olmaz” denebilecek bir konumda.
Enteresan bir şekilde, Green Lantern çizgi romanları tarihlerinin en iyi dönemini yaşarken çıkmış bir de Green Lantern filmi var. İronik ve talihsiz bir durum sonucunda, çizgi romanlarda harika işler yapılırken, çok daha yaygın bir mecrada bu kadar beğenilmeyen bir işin yapılmış olması, bu karakter hakkında şanssız bir negatif izlenim yaratabiliyor. Filmi izlemediğim için bu konuyla ilgili fazla bir şey söylemek istemiyorum, fakat bu hafta boyunca sadece çizgi romanlara yoğunlaşarak, belki de filmin yaratmış olabileceği önyargıları da biraz kırmaya çalışacağım.
Dolayısıyla, “Neden Green Lantern?” gibi bir sorunun çok cevabı çok basit: Green Lantern hakkında pek bir şey yazamamış olmayı, AltEvren’in önemli eskikliklerinden biri olarak görüyordum. Bu yazı dizisiyle birlikte, hem bu süreci takip etmek isteyen okurlarımıza yardımcı olmak, hem AltEvren’de Green Lantern konusunda bir kaynak zenginliği yaratmak, hem de bu karakter / konsept üzerine daha sonra yazabileceğimiz şeyler hakkında bir zemin hazırlamak istiyorum.