DC Comics İncelemeleri

Green Arrow (New 52) # 1 – 16

Çizgi romanın “yan sektörleri”nin, asıl eserlerden daha popüler olması, biz çizgi roman okurları için üzücü bir durum olabilir, ama çizgi roman yayıncıları genelde pek şikayet etmiyorlar. Her ne kadar hedef kitle karakterlerle farklı bir mecrada tanışsa da, sonuç olarak daha fazla insanın çizgi roman alıp okuması, onlar için elbette hoş bir durum.

Tabi bunun son derece doğal bir sonucu da, çizgi roman okumaya başlayacak insanların, zaten daha önceden televizyonda, sinemada, vs. gördükleri karakterlere, serilere başlaması oluyor. Bu yazıyı, Arrow dizisini izleyen, ve DC Evreni’nin de görece yeni sıfırlanmış olmasını kullanarak, Green Arrow çizgi romanına başlamak isteyenlere son derece basit bir çağrı olması amacıyla yazıyorum.

 

Lütfen başlamayın! En azından, bu yazıyı okumadan başlamayın.

Green Arrow # 1-16 gibi bir sayı grubunun incelenmesi, pek çok çizgi roman okuruna garip gelebilir – fakat bilinçli olarak bu sıralamayı kullanıyorum – neden? Çünkü DC’nin kendine gelip Green Arrow’a adam gibi bir yapılandırma sağlaması, 17. sayıya kadar gerçekleşmiyor. Henüz Arrow dizisi başlamadan sıfırlanan Green Arrow karakteri, on altı sayıda üç yazar (J.T Krul, Keith Giffen, Ann Nocenti) ve beş çizer eskitiyor (Dan Jurgens, Ignacio Calero, Harvey Tolibao, Steve Kurth, Freddie Williams II).

Böyle bir durum, size serinin doğası hakkında da fikir vermeli. Eğer on altı sayı gibi, görece kısa sürede bu kadar fazla değişiklik oluyorsa, bu seride bir şeylerin yolunda gitmediğini sanırım görebilirsiniz.

Peki, nedir Green Arrow’un başarısızlığının sebebi?

Birincisi, ilk sayıda, yani New 52’yu başlatan, bizi yepyeni bir evrene sokan, Oliver Queen için tamamen farklı macera olasılıkları yaratması gereken sayıda, okuyucuyu çeken hiçbir şeyin olmaması. Green Arrow, süper kahramanlık olayını bir süredir devam ettiren, fakat Ollie’nin karakterinin en akılda kalıcı hikayelerinin anlatıldığı “orta yaş” döneminin çok öncesine çekilmiş, sıkıcı yan karakterlerle sarılı bir “zengin adam / korkusuz kahraman” portresi çiziyor. Bu açıdan, Green Arrow dergisi Gotham gibi büyüleyici bir kurguda geçmeyen ve herhangi bir karizması olmayan bir Batman macerası okumaktan çok farklı değil.

İlk altı sayı, yani Krul, Giffen ve Jurgens’in kurguladığını söyleyebileceğimiz sayılar, sıkıcı ve banal Oliver Queen karakterine karşın, çeşitli pislikler yaparak bunları internette yayınlayan yarı sadist “kötü karakterler” açısından biraz umut veriyor. Fakat günümüz koşullarına uygun olabilecek, özellikle yeni jenerasyonun ilgisini çekebilecek bu internet reality hikayesi, tatmin edici bir sona ulaşmıyor, ve altıncı sayı sonunda yazarlar, sizden garip bir mutant ile robotunun aşkı konusunda hüzünlenmenizi bekliyor.

Bu da, aslında hiçbir olağanüstü yanı olmasa da, düpedüz “kötü” sınırını geçmeyen ilk altı sayı için, çizginin öteki tarafına atılan adım haline geliyor.

Altıncı sayıda yazar – çizer takımının değişmesi ve Ann Nocenti’nin yazarlığa getirilmesi elbette okuyucuda pozitif yönde bir değişiklik beklentisi yaratıyor, ama nafile. Tamam, Nocenti belki çok çok iyi bir çizgi roman yazarı değil, ama Green Arrow gibi, kıyıda köşede kalması beklenecek bir seriyi ortalamanın üzerinde götürebilmeli, öyle değil mi?

Hayır! Bırakın seriyi götürebilmeyi, Ann Nocenti bir kadın tarafından yazıldığına şahit olduğum en seksist hikayelerden birini yazarak, Oliver Queen’in maceralarını kendisiyle garip bir aşk üçgeni yaratan seksi üçüzler (birisi olaya pek katılmıyor) ve “babaları” üzerine kuruyor. Durup duruken Oliver’ın hayatına giren bu kızlar, ortaya çıktıkları anda Queen’i kendilerini takip etmeye ikna ediyorlar, ve onlarca saçma, amaçsız ve havada kalan alt-plot bir araya gelerek, New 52’nun en kötü çizgi romanlarından bazılarını okumamıza neden oluyor.

Genel olarak baktığınızda ilk altı sayı, sadece ortalamanın altı süper kahraman çizgi romanlarıyken, Nocenti’nin yazdığı sonraki sayılar, özellikle de ilk altı sayısı, düpedüz kötü bir çizgi roman, ve korkunç bir okuma deneyimi yaratıyor. Üstelik, anladığım kadarıyla Arrow dizisi popülerleştikçe Nocenti’den beklenen “diziyle ortak noktalar yaratma” mantığı da, Arrow’a benzeyen bir okuma deneyimi yaratmak bir yana, hikayeyi – pek çok şeyi yine havada bırakarak – tamamen farklı bir boyuta geçiriyor.

Neyse, ki, DC yetkilileri bu işin Nocenti ile yürümeyeceğini hızlı anlıyorlar, ve on yedinci sayıda seriyi yazma görevine getirilen Jeff Lemire, seriyi toparlamaya başlıyor.

Bir tarafta aynı karakteri kullanan sağlam Arrow dizisi, öte yandan – Green Arrow’un karşılaştırılmasını bekleyebileceğimiz – Marvel’ın Eisner Ödüllü Hawkeye serisi düşünüldüğünde, Green Arrow’un New 52 macerası, on altı sayı boyunca korkunç ilerliyor. Art arda gelen başarısız yazar takımlarının tek pozitif yanı, sonuç olarak serinin Lemire’a kalması oluyor, ki kendisinin yazdığı sayıları bu yazı içinde değerlendirmenin sağlıklı olacağını düşünmüyorum.

Arrow dizisini izleyip, Green Arrow’a başlamak isteyen herkese sonsuz saygı duyuyorum, ama bunu yapacaksanız, ne olur birinci sayıdan değil, doğrudan on yedinci sayıdan başlayın. Yeni yapılanmanın başladığı döneme kadar kaçıracağınız tek şey, gerçekten kötü, sıkıcı ve yer yer komik derecede saçma bir çizgi roman serisi olacak.