Türk Çizgi Romanları

Dumankara – Hayat Bir Yangındı – Levent Cantek

Türk çizgi romanında son dönemlerde çıkmış olan eserlere bakmaya, senaryosunu Levent Cantek’in yazdığı, çizimlerini de on sekiz farklı çizerin yaptığı Dumankara – Hayat Bir Yangındı grafik romanıyla devam ediyoruz.

Dumankara, özellikle çıkış tarihinin yakınlaşmasıyla, ciddi bir merak ve heyecan uyandıran bir çizgi roman oldu. Çeşitli gazeteler, haber siteleri, edebiyat siteleri ve blog’lar, bu eserin yayınlanmasıyla ilgili haberler yaptılar, “nasıl bir ilk olacağıyla ilgili” haberler paylaştılar. Ben, Dumankara’nın kendisiyle ilgili yorumlarıma başlamadan, önce bu konuya bir değinmek istiyorum.

Akademisyenler bir konuyla ilgili yazmaya başlamadan bir literatür taraması yapar, bu konuda daha önce ne yazılmış, ne çizilmiş anlamaya çalışırlar ya; ben de bir alışkanlık olarak hakkında ciddi yazılar yazacağım çizgi romanlarla ilgili bir şeyler yazmadan önce, o konuyla ilgili yazılmış diğer yazılara göz atmaya çalışıyorum. Tabi bu normalde yabancı sitelerle sınırlı bir çalışma oluyor, ama Dumankara gibi yabancı sitelerin bir şey yazmış olamayacağı konularda, Türkçe araştırmalar da yapmak gerekiyor.

Dumankara ile ilgili yaptığım Google aramalarında çıkan sonuçlar, şunlardan ibaret: Kitaptan paylaşılan resimler, arka kapaktaki tanıtım yazısı, Dumankara’nın nasıl Türkiye’de ilk kez bu kadar çizeri bir araya getiren bir çalışma olduğu gerçeği, Dumankara’nın nasıl Türkiye’nin ilk grafik romanı olduğu meselesi, Dumankara’nın nasıl edebiyatla çizgi romanı bir araya getiren ilk çalışma olduğu konusu, vesaire, vesaire…

Herkeste bir gaz, bir merak, Dumankara’yı yazıyorlar. Eşi benzeri olmayan bir çalışmaymış, Türkiye’de ilk olacakmış, Türkiye’nin ilk grafik romanıymış — fakat kitap yayınlandıktan sonra, konuyla ilgili bir devam çalışması, eseri gerçekten okumuş biri tarafından yazılmış bir eleştiri, bir analiz, bir yorum, hiçbiri yok. “Dumankara Analiz” veya “Dumankara Eleştiri” gibi arama sorgularında, Google “Did you mean Dumankaya Eleştiri?” diye sonuçlar gösteriyor, Dumankaya Hyundai “Öneri, Eleştiri, Görüş” sayfası çıkıyor.

Çizgi roman daha yeni çıktığından, acele etmemek, zaman vermek, iyimser kalmak gerek diye düşünmek istiyorum, fakat çok da umutlu değilim. Uzun süre önce çıkan, ve yine burada incelediğimiz Çiztanbul’da da aynı durum : Çok meşhur çizgi romancılar gelmiş, çizgi roman ustaları İstanbul’u gezmiş, İstanbul’la ilgili ilk çizgi romanı yazmış, bu muhteşem bir olaymış, ilkmiş, tekmiş… Eee, çizgi romanlar nasıl? Bundan bahseden yok.

Diyeceksiniz ki, eh, bu da senin işin değil mi? Öyle – ama benim ulaşabileceğim insan sayısı ortada. Eğer Türkiye’de çizgi roman gelişecekse, Dumankara gibi yeni yayınlar çıkacaksa, bunun için gazetelerde çıkmış, gaza getirici kısa haberler yeterli değil. Bunlar satış yaptırmaz mı? Yaptırır. Fakat “merak ettirip” aldıracağı insan sayısı saman alevi gibi bir şey olacaktır – çizgi romanla entelektüel olarak ilgilenen, bunu bir sanat olarak gören ve bu konuyla ilgili bir şeyler yapan bir çekirdek “kitle” olmadıkça, çizgi romanın sanat olarak görülmesi, sanatsal çizgi romanların üretilmesi de, büyük bir hayal bence.

Bulduğum hiç tatmin edici bir sonuç yok mu? Aslında var – yazar Levent Cantek’in röportajları (bence biraz kısa olmakla birlikte) oldukça güzel kaynaklar. Fakat bunları okudukça da, yine yukarıda dediğim noktaya takılıyorum. Levent Cantek mantıklı bir şekilde nasıl edebi bir grafik roman hazırlamaya çalıştıklarından, grafik romanı meşru bir anlatı formu haline getirmeye çalıştıklarından bahsediyor – eğer kendisinin yerinde olsaydım, böyle bir geri dönüş beni açıkçası hayal kırıklığına uğratırdı.

Bu serzenişlerimi burada kesiyorum, demeye çalıştığım şeyi hiç sulandırmadan, hiç gereksiz bir kibarlığa girmeden tekrarlayayım – çizgi romana karşı çok yalandan, çok üstünkörü, çok yüzeysel bir “ilgimiz” olduğunu düşünüyorum. Zamanla bu durumun düzelmesi, en büyük umudum.

Neyse, bunu bir kenara bırakalım, biraz da çizgi romana bakalım.

 


Çiztanbul gibi, Dumankara gibi çizgi romanları incelerken, açıkçası olaya tam olarak nasıl yaklaşmam gerektiğini bilemiyorum. Bir yandan, bunlar “sadece yapılmış olmaları bile” başarı kabul edilebilecek çalışmalar, bu yüzden fazla eleştirmekten, ait olmadıkları kategorilere sokarak (örneğin, yabancı çizgi romanların en iyileriyle karşılaştırarak) ele almaktan çekiniyorum.

Öte yandan, bu bana daha da büyük bir haksızlıkmış gibi geliyor – eğer Türk çizgi romanlarını yabancı çizgi romanlarla karşılaştırmazsak, “Aman, hiç olmazsa bir grafik roman çıktı, bu da başarıdır.” diye düşünürsek, o zaman zaten kendi sanatımızı hiç bitmeyecek bir toyluğa mahkum ediyor, başarı kriterimiz işin kaliteli yapılması değil, sadece yapılması olduğundan, o kaliteyi hiç yakalayamayacakmışız gibi bir hava yaratıyoruz.

Bu yazı için, “Dumankara’yı yabancı çizgi romanları değerlendirirmiş gibi değerlendireceğim”, veya “Dumankara gibi bir eserin varlığı bile bizim için bir başarıdır!” gibi bir yargıda bulunmayacağım. Yukarıda bahsettiğim “paradoks” bu yazıda yer yer kendini belli edebilir, sadece benim yazdığım bir şeyi okurken, benim bakış açımı da görebilmenizi istiyorum.

Dumankara, içinde yirmi bir kısa hikaye barındıran bir antoloji aslında. Yazar Levent Cantek tarafından Türkiye’nin ilk gerçek “grafik romanı” olarak adlandırılan çalışma, temel olarak “Ankara” konsepti etrafında kurulmuş. Hikayelerin tamamı, farklı farklı dönemlerde (ve kronolojik bir sıra izleyerek) Ankara’da geçiyor, fakat bunun dışında aralarında herhangi bir bağlantı yok. “Ankara” konsepti etrafında toplanmış, birbirinden tamamen bağımsız yirmi bir çizgi hikayeden bahsediyoruz.

Dumankara oldukça kısa hikayelerden oluşuyor: hikayelerin uzunlukları beş – altı – yedi sayfa arasında değişiyor genellikle. Bunların büyük çoğunluğu “karakterler” üzerine kurulmuş. Dumankara’yı bir kitap olarak tek cümlede özetle deseler, “farklı zamanlarda Ankara’da yaşamış farklı insanların çoğunlukla trajik hikayeleri” şeklinde bir cümle kurabilirim – hikayelerin adlarına baktığınızda da, bu durum gayet açık bir şekilde ortaya çıkıyor zaten: Çinli Recai, Macar, Hacıbey, Pantolonlu Kadın, Mazhar ile Galip, Güzel Cemile, vesaire.

Bunun dışında, bazı hikayeler açık ve net bir şekilde ülkemizin bazı sosyal – politik sorunlarına göndermeler yapacak şekilde kurgulanmış. Örneğin, Ferdi hikayesi Ankara’da yaşamış bir eşcinsel yazarın, yaşadığı sorunları anlatıyor; Bilmiyorum Fatma hikayesinde ise, Moğolca müzik dinlerken, dinledikleri müzik Kürtçe sanılan ve PKK’lı olmakla suçlanan bir grup gencin yaşadıklarını görüyoruz.

Ama bunun ötesinde, kitaptaki hikayelerin büyük çoğunluğu daha “naif” hikayeler. En azından benim okuyabildiğim/yorumlayabildiğim kadarıyla; bir mesaj vermek için, bir şey anlatmak için, çok önemli, hayatın sırlarıyla ilgilenirmiş gibi bir edayla yazılmış hikayeler değil, sadece güzel hikayeler oldukları için yazılmış hikayeler – ki bu da benim hem edebiyatta, hem sanatta aslında oldukça sevdiğim bir tarz, neredeyse “estetik” bir güzellik amaçlanıyor, ve bu da muhtemelen Dumankara ile ilgili en sevdiğim şey.

Ortak temalara baktığımızda ise, ortak Ankara teması dışında, aşk ve şiddet (özellikle de cinayet- hikayelerin büyük çoğunluğunda ölen birileri var) öne çıkan temalar arasında.

Hikayeler iyi mi?

Bu zor bir soru. Bazıları iyi, bazıları ise sıradan. “Kötü”, “okunamaz” denebilecek bir hikaye yok, fakat açıkçası olağanüstü bir hikaye de yok. Tabi bunu yazara ve çizerlere yıkmamak gerekiyor – her ne kadar bir albüm çalışması yapmak temel amaçları olsa da, hikayeler genel olarak çok kısa. Öyle çok boyutlu, çok güçlü bir hikaye yaratmak için yeteri kadar yer çoğu hikayede yok.

Çizimler ile ilgili yorum yapmak da çok anlamlı değil muhtemelen – dediğim gibi, Dumankara’da toplam on sekiz çizer çalışmış, ve hepsinin farklı farklı tarzları var. Ömürden Bakaçhan’ın çizimleri, takip edebileceğiniz gibi, daha karikatürümsü bir boyutta; Murat Gürdal Akkoç’un ise neredeyse bir animasyonu andıran çizimleri var, kısacası bol bol stil ve tarz görmek mümkün. Yine de, hikayelerle ilgili söylediğim şeyi çizimlere uygulamak da mümkün – öyle hikayeyi okunamaz kılan, kötü çizimler yok.

Hikayelerin ötesinde, Dumankara ile ilgili yapılabilecek çeşitli yorumlar da var. Öncelikle, şunu içimde tutmayayım: Türkiye’de çizgi romanla ilgili bir şey yapmak isteyen insanların, bu “albüm” ve “antoloji” takıntısı benim pek anlayabildiğim bir şey değil. Çiztanbul’da da böyleydi, Dumankara’da da böyle – neden bu tarz bir iş yapmak isteyen insanlar, oturup tek ve uzun bir hikaye üzerinde çalışmazlar, grafik roman gibi bir grafik roman yapmak yerine, kısa kısa hikayelerden oluşan albümler yaparlar bilmiyorum. Açıkçası, bunun somut bir nedeni olup olmadığını da (insanları okumaya teşvik etmek, çizerlerin yeteri kadar vakti olmaması, vesaire) merak ediyorum.

Ama yine de, “tadımlık” hikayelerden oluşan grafik romanlar yerine, gerçek bir grafik roman yapsalar, gerçek bir çizgi roman gibi okuyabilsek, bence muhteşem olur, çünkü her ne kadar bu yönde hoş çalışmalar olsa da, bunlar tam anlamıyla çizgi roman olarak değerlendirilmeleri zor eserler. Yine de, röportajlarından birinde Levent Cantek bunu özellikle tercih ettiğini söylemiş, kendisinin kişisel olarak sevdiği bir tarz sanırım, o yüzden çok da denebilecek bir şey yok.

Devam edelim.

Dumankara çeşitli yerlerde Türkiye’nin ilk “grafik romanı” olarak tanıtılmış. “Çizgi roman”a göre daha ciddi, daha kompleks ve daha yetişkinlere yönelik anlamlar taşıyan “Grafik Roman” kavramı bu açıdan düşünüldüğünde, edebi ve ciddi bir çizgi roman olarak Dumankara’nın bu sıfatı hakkettiğini söylemek bir derece mümkün. Fakat şunu da söyleyeyim, eğer Dumanklara bu iddiayla çıkmış bir “çizgi roman” olmasaydı, veya atıyorum, aynı konseptle Amerika’da çıkmış bir çizgi roman olsaydı, AltEvren’de tanıtırken muhtemelen antoloji ve/veya “albüm” kavramlarını tercih ederdim. Yine de, grafik roman kavramı zaten tanımlaması, hatta orijini bile büyük ölçüde keyfi olan bir kavram, dolayısıyla grafik roman olarak yayınlanan bir şeye çıkıp, “Hayır, sen grafik roman değilsin!” demenin de çok bir anlamı yok.

Bir de, ekstra bir not olarak düşeyim – “Ankara etrafında kurgulanmış kısa hikayeler” mantığından, Dumankara’nın daha önce sitemizde incelediğimiz “Çiztanbul” gibi bir çalışma olduğu, Çiztanbul’a Ankara’nın cevabı olduğu falan gibi bir fikir olabilir – EkşiSözlük’teki Dumankara başlığında böyle bir entry de var. Eseri alıp okursanız sizin de göreceğiniz gibi, yüzeysel bir benzerlik çıkarılabilecek olsa da, Çiztanbul ve Dumankara birbirleriyle alakası olmayan eserler, aynı tarzın yanından bile geçmiyorlar, o yüzden böyle bir düşünceye kapılmanıza gerek yok.

Daha fazla uzatmayayım, zaten çizgi romana yaklaşımımız konusundaki serzenişimle birlikte düşünüldüğünde fazlasıyla uzattım.

Her şeyden önce, Dumankara varlığı bile fazlasıyla sevindirici olan bir çalışma. Bunun ötesinde, özellikle hikayelerin tarzı benim büyük ölçüde keyif aldığım bir tarz – dediğim gibi, albümü oluşturan yirmi bir hikaye içinde öyle çok olağanüstü bir hikaye olduğunu düşünmüyorum, ama yine de, en azından çizgi roman adına alınması, okunması ve her şeyden önemlisi, üzerinde biraz daha fazla düşünülmesi gereken bir eser.

Bu açıdan Levent Cantek ve “ekibini”, ve aynı zamanda oldukça kaliteli bir ciltle kitabı bizlere ulaştıran İletişim Yayınları’nı tebrik etmekten başka yapabilecek fazla bir şey yok.

Not: Yazıdaki görseller Radikal Kitap’ın Dumankara galerisinden hunharca araklanmıştır. Daha fazla sayfa örneği için buraya tıklayarak kendilerini ziyaret edebilirsiniz.