Farklı Tatlar

Berlin – City of Stones

Almanya’da son yıllarda, özellikle Amerika’nın iki devi, Marvel ve DC Comics etkisiyle, sonrasında Alman yazar ve çizerlerin yeni yeni adını duyurmaya başlamasıyla çizgi romana olan ilgide büyük bir yükseliş var. Bu eğilim sayesinde birçok yeni yayınevi kuruldu,  köklü olanlar ise daha çok yazar ve çizer arayışına girerek yayınlarını hızla çoğaltmanın peşine düştüler.

Sadece Amerika’nın, Fransa’nın ve İtalya’nın kendine has çizgilerinden oluşan hikayelerini okumak Almanya’yı tatmin etmedi tabi. Bunun üzerine yavaş yavaş  yetişkin ve genç insanlar için yeni grafik romanlar yayınlanmaya başlandı, özellikle Almanya’nın kendi tarihi üzerinde durduğu eserler  çok beğenildi ve bazıları Türkçe’nin de içinde olduğu birçok yabancı dile çevrildi.

I. Dünya Savaşı sonrasında alınan beklenmedik sonuçlar, sonrasında Faşizm-Cinsiyetçilik-Antisemitizm gibi bir çok farklı kavramı beraberinde getiren buhranlı Weimar Dönemi  ve  toparlanma çabaları, en sonunda  Adolf Hitler‘in yavaş yavaş ülkeyi etkisi altına almasıyla hızla çöküşe doğru giden karanlık Almanya tarihi, kitaplara en çok konu olan temalardı. Bunun  ilk “başarılı” örneklerinden biri Amerikalı yazar ve çizer Jason Lutes’un Berlin üçlemesi oldu. İlk kitap Taş Şehir 2003, ikinci kitap Duman Şehir (Kurşuni Şehir) ise 2008 yılında Carlsen etiketiyle çıktı. Üçüncü kitap henüz yayınlanmadı,  Lutes‘un söylediğine göre üçlemenin bu son kitabı muhtemelen 2015 tarihinde yayınlanacak.

Bu uzun sürenin nedenini benim gibi merak edenler için Lutes, disiplinli olmadığını, yazmaya başlamadan önce çok araştırma yaptığını ve yavaş çalıştığını, bu yüzden sürecin ağır ilerlediği cevabını veriyor.

Bu röportajı, şu linkten de okuyabilirsiniz:

http://www.spiegel.de/kultur/literatur/us-comiczeichner-jason-lutes-das-hakenkreuz-ist-in-den-koepfen-der-menschen-a-302597.html

Uzun  giriş yazımdan sonra artık esas konuya dönüp, Taş Şehir hakkında  bir-iki cümle yazabilirim:)

 

cityofstones1

Hikaye, burjuva sınıfına mensup bir ailenin baskılarından ve beklentilerinden sıkılan sanat öğrencisi Marthe Müller‘in Köln‘den Berlin‘e seyahat ederken,  o dönemin en önemli ve etkili dergisi Die Weltbühne(dünya sahnesi)’nin politik yazarlarından biri olan Kurt Severing ile trende karşılaşmasıyla başlıyor. Marthe, Berlin’deki insanların farklılığından, koşuşturmacalarından ve canlılığından etkileniyor,  şehri “anonim şehir” olarak nitelendiriyor ve daha önce hiç ziyaret etmediği bu kenti keşfetmeyi arzuluyor. Bu keşif sırasında ikinci karakterimiz Kurt ile aralarında duygusal bir bağ oluşuyor ve onu da bu sürece ilave ediyor.

altKitap aslında 1919 ve 1933 yılları arasındaki Weimar Dönemi olarak adlandırılan geçiş dönemini anlatıyor. Fakat bu geniş Cumhuriyet dönemi direkt olarak yansıtılmıyor. Bu süreç, iki ana karakterin -Kurt ve Marthe- ve diğer yardımcı karakterlerin hayatlarındaki küçük kesitlerin etrafında şekilleniyor. Bu nedenle roman,  yarı kurgusal,  yarı tarihi-gerçek bir nitelik taşıyor.

Taş Şehir’de klişe tabirle o döneme damgasını vurmuş birçok gazeteci, politikacı ve devrimci de yer alıyor. Özellikle bugün Weltbühne denilince akla ilk gelen ve pasifist özelliğiyle tanınan gazeteci Kurt Tucholsky, sonrasında, yazdıklarından dolayı büyük tepki toplamış, bir süre hapis yatmış ve en sonunda toplama kamplarında verem olduktan sonra işkenceler sonucu öldürülen Nobel ödüllü gazeteci  Carl von Ossietzky  ve bu zorlu dönemde sesini duyurmayı başarabilen, kadın hakları savunucusu Helene Stöcker, kitabı okurken farklı zamanlarda karşımıza çıkıyor ve eserin okunma zevkini kat kat artıyor.

Aynı zamanda hikayede Tucholsky’nin (bu yazıda Severing ile Tucholsky’i aynı kişi olarak almamda bir sakınca görmüyorum ,bana göre  -doğru ya da yanlış- gözle görülür biçimde bir atıf söz konusu çünkü) bir dönem yazdığı yazıların ülkesindeki  insanlar için hiçbir şey ifade etmediğini ve herhangi bir şeye çözüm üretemediğini düşünmesi sonucunda yaşadığı bunalım gibi küçük ayrıntılardan,  Almanya Komünist Partisi kurucuları Rosa Luxemburg ve Karl Liebkrecht’in devlet destekli birliklerle öldürülmelerine kadar bir çok önemli olay da mevcut kitapta. Hikayenin sonuna gelindiğinde ise  “Blutmai”  yani kanlı 1 Mayıs Kutlamaları bizi karşılıyor.Farklı zamanlarda, buna Türkiye de dahil, dünyanın birçok yerinde  yaşanan çatışmalar, Almanya’da da kendini gösteriyor ve işçi sınıfındakilerin ve onların dışındaki sivil insanların da hayatlarını kaybetmesi gibi çok ağır sonuçlara neden oluyor.

altKitapta dikkatimi çeken ufak bir not eklemek isterim. Okuduğunuzda fark edeceğiniz gibi çizimlerde hiç “Hakenkreuz” yani bizim “Gamalı Haç” olarak adlandırdığımız sembol kullanılmamış. Jason Lutes bir röportajında bunun nedenini şöyle açıklıyor:

Bu sembolün etkisi bugün için hala çok güçlü.Birçok insan bu sembolün ne anlama geldiğiyle ve Nazilerin ne yaptığıyla ilgili düşünmek istemiyor, çünkü zaten her şeyi tam olarak  bildiklerine inanıyorlar. 20‘li yıllarda gamalı haç sembolü  politik bir partiye aitti ve insanların aklında negatif bir çağrışım yaratıyordu.Benim bu sembolü kullanmayarak ulaşmaya çalıştığım şey, insanların aklına bu olumsuz çağrışımları getirmeden okuyucularıma bir hikaye sunabilmekti.

http://www.welt.de/welt_print/article2618487/Es-geht-auch-ohne-Hakenkreuze.html

Bütün bu anlattıklarıma bakarak Lutes‘un eserinin bir-iki hata (bazı yer isimleri ve tarihlerdeki uyuşmazlık) dışında , çok sağlam ve derin bir araştırmanın ürünü olduğunu söyleyebilirim. Açıkçası romanın hikaye kısmıyla değil “gerçeklik” kısmıyla daha çok ilgilendiğim için diğer pek çok insan gibi beğendiğimi de söyleyeyim. Lafın kısası, Almanya tarihinin en dikkat çekici dönemlerinden Weimar Cumhuriyet’inin  sekiz aylık eksiksiz bir özetini okumak , o dönemde yaşanılan “doğruları” ve “yanlışları” görmek ve Tucholsky, Ossietzky ve Kreiser gibi daha nice aydını anmak isterseniz bu kitabı okumak sizi tatmin edecektir. İlgilenenler için son not, kitabın hem İngilizce hem de Türkçe çevirisi mevcut. Türkçesi,  Marmara Çizgi tarafından yayınlandı.