Türk Çizgi Romanları

Yabani Dergi – İlk Düşünceler

Seyfettin Efendi karakteri ve bu karakter üzerine kurduğu iki seriyle Türk çizgi romanında ciddi bir hareketlenme yaratan Devrim Kunter, bu senenin yaz aylarında başlayacak yepyeni bir projeye hazırlanıyor: Aylık bir çizgi roman dergisi, Yabani.

“Bilimkurgu, fantastik ve korku” türlerini konu alacağı ifade edilen Yabani, Türkiye’de yayımlanan ilk aylık çizgi roman dergisi olmayacak. Ancak, Devrim Kunter’in daha önceki işlerine bakarak, Yabani’nin mizah dergisi kategorisiyle kesişmeyen ve uzun soluklu olma potansiyeli taşıyan ilk çizgi roman dergisi denemelerinden biri olacağını söyleyebiliriz.

Not: AltEvren sitesi, Nisan – Kasım 2016 ayları arasında büyük ölçüde inaktif, hatta kapalıydı. Yabani’nin ilk altı sayısı da tam olarak bu döneme denk geldi. Siteyi yeniden açtığımda bu dergiyle ilgilenmek istediğimi bildiğimden, sayılar çıktıkça bu yazıları çevrimdışı olarak hazırladım. Sitenin açılışıyla, bunları asıl tarihlerine büyük ölçüde sadık kalarak siteye ekliyorum.

Bu yazıyı, Yabani’nin ilk sayısı çıktığında, dergiyi okumadan yazmıştım.

Yabani’nin sayıları çıktıkça, bunları AltEvren kapsamında incelemeye çalışacağım. Tüm sayıları tek tek incelemeyi planlarken, böyle bir yazıya ayrıca gerek duymamın önemli bir sebebi var.

Bu sebep, aslında daha önceden Dumankara incelemesinde veTürk Çizgi Romanlarını Eleştirmek adlı yazıda ifade ettiğim düşüncelerle oldukça paralel. Fakat bunları Yabani etrafında bir kez daha yorumlamanın gerekli olduğunu hissediyorum.

Gelecek ayların ne getireceğini, Yabani’nin nasıl yola çıkacağını ve şu aşamada açıklanan durumun ilerleyen günlerde değişip değişmeyeceğini ön görmemize imkan yok. Fakat her şeyin planlandığı gibi devam ettiğini düşünerek, bu yazının daha sonra yazacağım tüm Yabani incelemeleri için geçerli bir “arkaplan” yazısı olduğunu düşünebilirsiniz.

Türkiye’de çizgi roman, son yıllarda Marvel ve DC filmlerinin dünya çapında kazandığı popülaritenin etkisine karşın, hala emekleme sürecini yaşayan bir alan. Söz konusu yerli üretim olduğunda, durum daha da kötü hale geliyor.

Bu üzücü gerçek doğrultusunda, tüm içtenliğimle şunu ifade etmek istiyorum: Türkiye’de oturup bir çizgi roman yazan / çizen, bununla da yetinmeyip bir şekilde yayınlatan, insanlara ulaştıran herkese çok ciddi bir saygı duyuyorum. Ülkemiz koşullarında, bu gerçekten hiç kolay bir iş değil, ve kesinlikle takdirdi hak ediyor.

Bu nedenle, yazının geri kalanında kullanacağım bir kalıpla ilgili net düşüncelerimi, açık bir şekilde yazmak istiyorum: Türkiye’de üretilip, yayınlanıp, kitapçılara, çizgi roman dükkanlarına dağıtılan her çizgi romanın, gerçek anlamda, bir başarı hikayesi olduğunu düşünüyorum.

Burası işin kişisel ve birinci boyutu.

Tabi iş çizgi romanlarla ilgili bir şeyler yazmaya, bana göre pek doğru olmayan ama şimdilik durumu yaygın bir şekilde açıklamama yetecek bir ifadeyle, “çizgi roman eleştirisi” yapmaya geldiğinde, ortaya büyük bir ikilem çıkıyor.

Bu ikilemi anlamak için, Türkiye’deki çizgi roman piyasasıyla ilgili bir başka üzücü durumu tekrarlamak gerekiyor: Kimsenin hayatını kazanmak için çizgi roman üretme imkanına sahip olmadığı, herkesin çizgi romanı sadece tutkuyla, boş vakitlerinden zaman ayırarak ürettiği bir ortamda, ortaya çıkan her iş çok kaliteli olmayabiliyor.

Dolayısıyla, Türkiye’de üretilen çizgi romanlarla ilgili yorum yaparken, en azından benim kendi içimde, bu iki durum her zaman karşı karşıya geliyor.

Bir taraftan, her yazıda, bu çizgi romanın yayınlanmış olmasının bile ne kadar önemli bir durum , ne kadar büyük bir başarı olduğundan bahsetmek istiyorum, ama diğer taraftan da, bu eseri herhangi bir ülkede yayınlanan başka bir çizgi romandan ayırarak incelemek, “üretim koşullarını”nı ortaya çıkan “ürünün” önüne koymak bana doğru gelmiyor.

Üstelik, bu iki tavrın da çok ciddi negatif boyutları bulunuyor. Gördüğünüz yanlışları, eksiklikleri, beğenmediğiniz yönleri yazdığınız zaman, kendi maddi imkanlarından, zamanlarından, rahatlıklarından feragat ederek eser üretmiş insanları zorlayan faktörlerden biri haline geliyorsunuz. Zaten bin bir güçlükle çizgi roman yayınlayan insanlara negatif geri dönüşler sunduğunuzda, onları daha da demotive etmiş, hayatı daha da zorlaştırmış oluyorsunuz.

Bunun hayali bir senaryosu kafamda canlanıyor: Üçüncü, dördüncü çizgi romanını hazırlasa, belki o tecrübeyle müthiş bir iş çıkaracak sanatçının, zaten kusursuz olması beklenemeyecek ilk eserine gelen yorumlardan sonra hevesini kaybetmesi, ve bir daha çizgi roman hazırlamaması…

Eh, o zaman ne yapacağız? Üretim zorluklarına yoğunlaşacağız, öveceğiz, yere göğe sığdıramayacağız?

Bunun da kendi içinde sonuçları var.

Öncelikle, internet genelinde yapılan yorumların genellikle bu mantığı kullandığı belirtilmeli. Bu Dumankara incelemesinde belirttiğim durum: Bir çizgi romanın yayınlanması gündeme geldiğinde, bu “ilginç” ve “marjinal” bir durum olduğu için, dört beş satırlık “Müjde!” haberleri yazılıyor, ve iş bununla kalıyor. “Çizgi romana yeni bir soluk!”, “Korku, bilim kurgu ve fantastik sevenler yaşadı!”, “Bu ülkede güzel şeyler de oluyor!”, “İşte güzel insanlardan güzel bir proje!” gibi jenerik cümlelerle süslü, yüz elli kelimelik “incelemeler” yazılıyor.

Ancak, ülkede çizgi romanın gelişmesi, insanların daha çok çizgi roman okuması ve bu çizgi romanların daha iyi değerlendirilmesi için, içerik odaklı, kapsamlı, detaylı ve bilgilendirici şeylerin de söylenmesi şart. Burada kendimi fazla ciddiye alıp, AltEvren’i bu role soktuğum lütfen düşünülmesin. AltEvren’de yazılan yazıların ulaşacağı kişi sayısı birkaç yüz, yazıları baştan sona okuyacak kişilerin sayısı ise belki iki elin parmakları kadar.

Ama farklı mecralarda, farklı sitelerde, farklı kanallarda bunun yapılması gerekiyor. Çünkü, eleştiri seviyesi, her çıkan şeyi içerikten bağımsız olarak övmek, her şeyi büyük bir memnuniyetle karşılamak düzeyinde kaldığı zaman da önemli olan iyi bir çizgi roman yayınlamak değil, çizgi roman yayınlamak haline geliyor.

Bu durumu neden büyük bir sıkıntı olarak gördüğümü, Dumankara’nın incelemesinde belirtmiş, Türk Çizgi Romanlarını Eleştirmek yazısında alıntılamıştım, bir kez daha alıntılıyorum:

“Öte yandan, bu bana daha da büyük bir haksızlıkmış gibi geliyor – eğer Türk çizgi romanlarını yabancı çizgi romanlarla karşılaştırmazsak, “Aman, hiç olmazsa bir grafik [veya çizgi] roman çıktı, bu da başarıdır.” diye düşünürsek, o zaman zaten kendi sanatımızı hiç bitmeyecek bir toyluğa mahkum ediyor, başarı kriterimiz işin kaliteli yapılması değil, sadece yapılması olduğundan, o kaliteyi hiç yakalayamayacakmışız gibi bir hava yaratıyoruz.”

Her şeyi Yabani ekseninde toparlayıp bitiriyorum.

Yabani dergiyi, yayınlandığı sürece bu bölümde incelemeye çalışacağım. Dergi çıktığı zaman yukarıda örneğini verdiğim “jenerik” yazıların, farklı sitelerde yazılabilecek kaliteli incelemelere göre daha ön planda olacağını, derginin belki ilk sayısının, ilk iki sayısının inceleme yazmak anlamında dikkat çekebileceğini, sonra ise bu ilginin azalacağını tahmin ediyorum.

Ben her sayıyı elimden geldiğince burada değerlendirmeye çalışacağım, ama bunu yaparken sadece içeriğe yoğunlaşacağım. Hepsine sonuna kadar inanmama karşın, her seferinde, bu projenin ne kadar değerli olduğunu, nasıl bir emeğin ürünü olduğunu, çizgi roman piyasası için, okurları için, çizgi roman üretmek isteyenler için ne kadar büyük bir fırsat olduğunu tekrar tekrar yazmayacağım.

Bu yazının yazılma amacı, tüm bunlara can-ı gönülden inandığımı açık ve net bir şekilde ifade etmek. Yabani, bana göre gerçekten Türk çizgi romanında, tıpkı Seyfettin Efendi’nin yarattığı gibi, “yeni bir soluk yaratacak”. Bu dergiyi çıkaran insanlardan tanıdıklarımın “güzel insanlar” olduğunu biliyor, tanımadıklarımın da mutlaka öyle olduğunu tahmin ediyorum, yapacakları işin de en azından birkaç boyutta “güzel iş” olacağını öngörebiliyorum.

Herhalde tam burada Devrim Kunter’e ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Seyfettin Efendi’yi bir Webcomic olarak Resimli Roman forumlarında keşfettiğim günden beri kendisini takip ediyor ve çizgi roman konusunda / için yaptıklarını hayranlıkla izliyorum. Paralel Evren Çizgi Roman dükkanında, Yabani projesinden ilk bahsettiği anda içimden “Yok artık, buna da enerjisi yetmez herhalde,” diye geçirdiğimi de sanırım itiraf etmeliyim.

Eh, yanılmak bazen güzel olabiliyor. Yabani’nin, en azından arkaplandaki kalitesi ve başarısı konusunda dergiyi okumadan emin olmamda kendisinin çok büyük bir payı var. Bu konudaki tek korkumun, aylık çizgi roman dergisi gibi yorucu bir konseptin, Seyfettin Efendi’yi etkilemesi olduğunu söylemem gerekiyor.

Yazıyı, amacını gerçekleştirerek noktalıyorum. Yukarıda bahsettiğim tüm bu noktaları, Yabani dergi incelemelerinde tekrarlamayacağım. Bu yazılar, tamamen içeriğe, sunulan çizgi romanlara ve derginin özelliklerine yoğunlaşacak. Bu bağlamda, Yabani incelemelerini de bir seri olarak değil, Yabani 1, Yabani 2, Yabani 3 olarak birbirinden ayrı öğeler olarak ilerletmeye çalışacağım.

Bu, içimden geçenleri samimi bir şekilde ifade ederek aradan çıkartmaya çalıştığım, ve tüm bu incelemeler için topluca geçerli olan bir “giriş”, veya inandığım şeyleri her sayının incelemesinde tekrar tekrar yazamayacağım için genel bir “vicdan rahatlatma” çalışması olarak düşünülebilir.