Türk Çizgi Romanları

Yabani # 3

Yabani’nin üçüncü sayısı, 2016 yılının Ağustos ayında piyasaya çıktı. Derginin içerdiği hikaye miktarı, bu sayıyla birlikte ilk kez sekizin üstüne çıkmış durumda: üçüncü sayıda dört kısa hikaye, ve beş çizgi roman var.

Yine standardı bozmadan sadece çizgi romanlara bakıyoruz. Beş çizgi roman çok fazla değil, dolayısıyla hikaye hikaye gitmekte bir sakınca görmüyorum.

İki sayıdır dikkat çektiğim sorun, devamı olmayan kısa hikayelerin genellikle belli bir seviyenin üstüne çıkamaması oluyor. Bu sayının ilk iki hikayesi, bu konuda iki zıt örnek sunmuş.

İkinci hikaye İtadakimasu, bu hikayeler arasında keyifle okuduğum ilk eser oldu diyebilirim. Hoş, bunu da daha uzun bir şekilde okumayı, özellikle sonunu biraz daha yavaş görmeyi tercih ederdim, burası kesin, ama hem ana karakterin müthiş iticiliği, hem kullanılan mizahın dozu, hem de son sayfaya kadar yaratılan merak unsuru, İtadakimasu’yu Yabani bünyesinde okuduğum en iyi hikayelerden biri haline getiriyor.

Golgotha’yı ise açıkçası beğenmedim. Son dönemin popüler çizgi romanlarından The Wicked + The Divine’ın konseptine yakın, belki bu konsepti biraz daha heavy metal hale getiren (“The Wicked + The Divine ve Gorgoroth” dememek için kendimi zor tutuyorum) bir eser, ama bana hitap ettiğini söyleyemeyeceğim.

Geri kalan üç çizgi romanda Devrim Kunter’in imzası var.

Kendi yazıp çizdiği Kralına İsyan, bu sayıda iki önemli şey yapıyor: Birincisi yaratılan dünyanın lideri Megaşah’ı okuyucuya tanıtıyor, ikincisi Megaşah ile Pir Ece arasındaki özel ilişkiyi bizlere gösteriyor. Bu sayıda açıkçası Kralına İsyan ile ilgili söyleyeceğim bir şey yok, çünkü bu bize bilmemiz gereken bilgileri veren bir geçiş bölümü aslında.

Kralına İsyan’ın acele etmeden, yavaş yavaş ilerlemesi, hem serinin iyi planlandığını, hem de kurgunun bu plana göre gittiğini gösteriyor. Tabi dezavantaj da bir ay bekleyip sadece birkaç sayfalık gelişme görebilmek. Bu yazıyı okuyanlara verebileceğim bir tavsiye, eğer dayanabilirlerse, Yabani’yi birkaç sayı biriktirip Kralına İsyan’ı öyle okumak. Dergide devam ettiğini kesin olarak bildiğimiz tek hikaye bu zaten.

Devrim Kuntel’in yazdığı, Alper Çaytaş’ın yazdığı Kartel, bir önceki sayıda bahsettiğim deneysel panel kullanımlarını ilk kez hikayeye yediren bir eser, bu açıdan Kartel’in bu sayıdaki favorim olduğunu söylemeliyim. 32 ve 33. sayfalarda göreceğiniz kullanım hikayenin ilerleyişi açısından da büyük önem taşıyor, bu nedenle etkisi daha da çok artıyor.

Zombi Günlükleri ise bence bir nebze daha zayıf.

Burayı biraz uzatacağım, o yüzden belki madde madde gitmek daha doğru.

1 – Zombi Günlükleri aslında daha önceden çizgi roman olarak gördüğümüz bir hikaye, Gölge E-Dergi’nin 69. sayısında yine Devrim Kunter’in çizimleri ile yayınlanmıştı.

2 – Yeni nesil okuyucuların bir kısmı benden nefret edecek ama, sanırım hikayenin orada yayınlanan siyah-beyaz versiyonunu tercih ederim. Hikayenin gidişine ve sertliğine daha uygun, daha vahşi bir etki yaratıyor.

3 – Üç sayıdır kullandığım “klişe” kelimesini burada bir kez daha kullanmak zorundayım. Yalnızca 2013’de yayınlanan Gölge E-Dergi değil, örneğin 2011’de incelediğim Dead Walker serisi de aşağı yukarı aynı kurgu üzerinden yürüyor. Tabi ki farklılıklar var, ama sonuç olarak aynı konspeti, bu kadar yakın mantıklarla birkaç kez okumak bir yerden sonra yeterli geliyor.

4 – Bu da beni son noktaya getiriyor. Korku türü tamam, ama bana kalırsa vampir, zombi, kurtadam üçgeninde çok daha seçici olmak, belki burada türün “standartlarını” içermeyen farklı çalışmalara yönelmek lazım.

Tabi bu benim kişisel görüşüm.

Bugün süper kahramanların eninde sonunda bilim kurgunun öğeleri olduğu, fakat kendi içinde sürekli benzer kurguları ele alan bir “tür” haline geldiği de rahatlıkla söylenebilir. Eğer zombiler için de benzer bir konu varsa, Zombi Günlükleri de “zombi türünün” makul bir örneği olarak rahatlıkla kabul edebilir.