DC Filmleri

Wonder Woman

 

Wonder Woman incelemesinde yeni bir şeyler denemek istiyorum ve daha önce denemediğim bir makale formatı deneyeceğim: Bir başka makaleye cevap!

Wonder Woman çıktığından beri bir inceleme yazmak aklımda, fakat zaman bulmak anca kısmet oldu. Bu süre içerisinde de ilginç bir makaleye denk geldim. Dany Roth isimli biri tarafından yazılan bu makale, Wonder Woman’ın sonunu tartışıyor. Bu incelemede de Roth’un argümanını (Türkçe olarak) özetleyip, konu üzerine fikirlerimi tartışmak ve Roth’a cevap niteliğinde bir şeyler karalamak istedim. Filmin sonu üzerine konuşacağımızdan spoiler uyarımızı şimdiden verelim. Filmi izlemediyseniz ve izlemeye niyetiniz varsa, her iki yazıdan da şimdilik kaçınmanız faydalı olabilir.

Roth’un yazısından başlıca noktaları aşağıda çevirerek özetliyorum:

“…Ve Diana Ares’i “öldürüyor”… Fakat her ne kadar Themyscira’dan savaş tanrısını katledeceğine yemin ederek ayrıldıysa da, şu noktada yapmamış olması gerektiğine oldukça eminim…Şunu aradan çıkaralım: Wonder Woman çizgi roman formunda çok uzun süredir öldürüyor. Wonder Woman’ın öldürmemesi gerektiğini değil, bu seferinde Ares’i öldürmemesi gerektiğini söylüyorum, sebepleri de umarım yazının geri kalanında netleşecek…”

“…Wonder Woman’ın 2017’de çıkış filminde Ares’i öldürmemesi gerektiğini söylemekle Superman’in Man of Steel’da Zod’u öldürmemesi gerektiğini söylemek aynı şey değil.”

“Clark Kent özünde bir katil değil. İnsanlar Kal-El’in Man of Steel’da Zod’u öldürme tercihini sorgulamasının sebebi kurgu dünyasındaki en meşhur karakterlerden birinin yerleşik canon’uyla taban tabana zıt gitmesi. Ayrıca Man of Steel’ın hikayesinde [bu tercih] “kazanılmış” hissedilmiyor.”

“Fakat aramızda kalsın, bana göre Superman’in Man of Steel’da Zod’u öldürmesi Diana’nın Wonder Woman’da Ares’i öldürmesinden daha az bir sorun.” Açıkçası “Man of Steel” Clark’ın akıl hocalarının ona herşeyden önce kendisini koruması gerektiğini öğrettiği inanılmaz şiddet dolu bir hikaye…”Öldürmek yanlıştır” Man of Steel’ın DNA’sında yok… Tabi ki Superman Zod’u öldürüyor – hikayenin anlatısının hiçbir yerinde ona yapmamasını söyleyen etik bir zorunluluk yok.”

“Bunu 2017’nin Wonder Woman’ıyla, Diana’nın sevgi, adalet ve Erkeklerin Dünyası’na hem onların hem de Themyscira’daki kız kardeşlerinin hatırına barış getirmek için savaşan bir versiyonunu içeren filmle karşılaştırın…”

“…Her iyi kahraman hikayesi bir yolculuğa çıkan ve dünyadan ve onun insanlarından dersler alan bir ana karakter içerir. Ve her ne kadar Diana [erkeklerin dünyasına] bir çok şey öğretse de,..,hikayesi bu öğretme çift taraflı olmasaydı anlatmaya değer olmazdı.”

Steve Trevor burada devreye giriyor. Wonder Woman’ın başından beri Steve’in şeref peşinde bir savaşçı değil, amacı çatışmaları hızlıca, hemen ve uzun vadede önlemek olan bir bilgi-toplayıcı ajan olduğunu biliyoruz. Birinci Dünya Savaşı bitmek üzere ve Steve’e göre Doctor Poison’ın planlarını engellemek, savaşı durdurmak için bardağı taşıracak son damla.”

“Fakat Diana Steve’e inanmıyor. İnsanların akıllarını çelen kötü tanrılardan bahseden annesinin ona büyürken anlattığı peri masallarına inanıyor….”

“Aynı şekilde Steve de Ares gibi doğaüstü bir şeyin varlığına bile inanmıyor…Diana’nın da Steve’in de insan ırkına inancı yok, fakat tamamen farklı sebeplerden.”

“Film hakkında konuşmaya biraz ara verip zaten bildiğiniz bir gerçeği önünüze sunmak istiyorum. İnsanların çatışmasını tamamen bitirmenin bir yolu yok….Biz barışçıl varlıklar değiliz. Diana’nın insanların doğasının çatışma olduğunu anlamadığı bir Wonder Woman hikayesi anlatmak oldukça aldatıcı bir hikaye anlatmaktır.”

“Fakat yine de, Steve kendini feda edip bir uçağa binerek tüm insanlığı tehlikeye süren silahları yok ederken, savaşı bitirecek hareketin Diana’nın Ares’i öldürmesi olduğuna inanmamız isteniyor.”

“Ares’e kredisini vermek gerekirse o da Diana’yla az önce ortaya döktüğüm gerçeği paylaşıyor: insanlar birbiriyle her zaman savaşır ve tanrılardan azıcık bir dürtü bile bunu ateşlemeye yeter…”

“…Wonder Woman hikaye olarak doğruyu bulmaya çok yaklaşıyor. Diana’nın Steve’in fedakarlığını anlamasını görüyoruz ve Themyscira’daki kız kardeşlerinin ve Steve’in kaybının acısını hissediyoruz. Fakat kız kardeşlerinin ölümü onu bu yola ittiyse de Steve’in ölümü onun daha iyi bir yol olduğunu görmesine yardımcı olmalıydı. Steve Diana’yı insanları öldürdüğü için değil, onları cesaret, sevgi ve özgecilliğiyle [bencilliğin tam tersi] onları kurtardığı için sevdi…”

“…Wonder Woman’da Diana’nın bir tercihi var. Ares insanlığı manipüle etmek için çok bir şey gerekmediği konusunda haklı ve tam da bu yüzden onu öldürmek hiçbir şeyi çözmemeli.”

“Diana Ares’i öldürüyor ve çatışma bir anda duruyor. Ve bu hiç mantıklı değil. En azından çatışmayı biraz daha devam ettir. Diana’nın eylemlerinden pişmanlık duymasına izin ver ve ne kadar asil olursa olsun, tek bir eylemle insanlığın kavgasının çözülemeyeceğinin ağırlığını anlamasını sağla. Gerçeği anlat: Kahramanlık fikirleri değiştirebilir, fakat her zaman bir başka mücadele olacaktır.”

“Fakat aslında Diana Ares’i hiç öldürmemeliydi, çünkü Steve’in Diana’dan cesur hareketlerin ve sevginin gücünü öğrendiği gibi, Diana da Steve’den Ares’i öldürmenin Birinci Dünya Savaşı’nı bitirmeye yetmeyeceğini öğrenmeliydi. Daha önce Zeus ve Hippolyta’nın yaptığı gibi onu sadece etkisiz hale getirseydi, bu oradaki [bulundukları savaş alanındaki] çatışmayı bitirmeye yeterdi. Sonra da Diana’nın Londra’ya dönerek Müttefiklerin liderlerine Steve’in yaptıklarını anlatmasını ve onların sonunda ateşkese varmaları gerektiğini anlamalarını izleyebilirdik…”

Oldukça uzun bir özet oldu. Makalenin asıl fikrini verebilmek için çoğunu çevirmek durumunda kaldım. Fakat umuyorum en azından İngilizce bilmeyen okurlarımızın kafasında Roth’un argümanı netleşmiştir.

Benim bu argümana cevabım da şu şekilde: Roth insanlara bakışta oldukça pesimistik bir duruş sergiliyor. Evet, insanların doğasında çatışma olduğu ve her zaman dövüşülmesi gerekecek bir başka mücadele olacağı doğru. Fakat Wonder Woman özünde bir kurgu yapımı. Ve bizler film izlemeye gittiğimizde biraz da gerçek dünyadan ve onun zorluklarından kaçmaya, daha ideal, daha optimistik bir dünya bulmaya gidiyoruz. Ve ben, kurgu bir hikaye izlediğimde en azından oradaki insanların özünde iyi olduğuna inanmak istiyorum. Filmden gerçek dünyaya döndüğümde yaşadığım dünyayla ilgili olumsuz hislerimin biraz daha kuvvetlenmesini istemiyorum. Tersine, dünyaya daha umutla bakarak ayrılmak istiyorum.

Dünya’ya pembe gözlükle baktığımı düşünebilirsiniz. Fakat bence, eğer hepimiz izlediğimiz filmlerden bu tarz pozitif düşüncelerle ayrılırsak, Wonder Woman özelinde de Diana’nın kahramanlığından ilham alırsak, dünyayı daha iyi bir yer yapabiliriz. O filmdeki idealistik dünyaya biraz daha yaklaşabiliriz.

Wonder Woman’da beni en rahatsız eden meselelerden bir tanesi Almanların ve Türklerin nasıl portre edildiğiydi. Ludendorff (ki gerçekte yaşamış bir kişi kendisi) özelinde Almanlar oldukça Nazi-vari gösterilmiş. Bildiğiniz üzere Birinci Dünya Savaşı’nda böyle bir durum hiç yok. Türkler de çoğunlukla Almanların kölesi gibi portre edilmiş. Filmin sonundaki tehlikeli bombaları inşa edenler de onlar. E malum Türk kimliğimle bu portre beni oldukça üzdü.

Fakat filmin sonunda Ares’in ölümüyle savaşın durması tüm bu insanların Ares’in etkisi altında olduğunu gösteriyor. Ki bu da çizilen portreyi biraz daha katlanılabilir kılıyor. Ares’e verilen İngiliz kimliği de bu durumu daha da yumuşatıyor. Böylece savaşın her iki tarafının da Ares’ten etkilendiği sonucuna varıyoruz. Bu da Ares’e her ne kadar klasik bir şeytan portresi çizse de en azından insanlığın özüne dair daha optimistik bir yaklaşım. Ve ben bu yaklaşımı, Roth’un çizdiği gerçekçi tabloya çok daha tercih ederim.

Evet, Diana Steve Trevor’ın fedakarlığından ders çıkarabilirdi. Daha insancıl, daha şefkatli olan yolu seçebilirdi ve Ares’i hayatta bırakabilirdi. Fakat bence Diana’yı farklı kılan bu: o herhangi bir insan değil, kelimenin tam anlamıyla bir yarı-tanrı. DC karakteriyle ilgili genel görüş ve Marvel’dan farklı olarak görülen yanları da genelde bu, daha tanrısal olmaları. Tanrısal bir varlık olarak da Diana’nın bizden daha idealist olması normal. Bir misyonu var, ve bundan asla ödün vermiyor. Ares’i her ne pahasına olursa olsun durdurması gerektiğine inanıyor, ve bunu başarıyla yerine getiriyor. Bence onun bu ödün vermez duruşu daha saygı değer ve ilham verici.

Filmle ilgili genel fikirlerimi de vererek yazımı sonlandırayım. Bana kalırsa Wonder Woman tam anlamıyla bir “kilometre taşı”. Mükemmel bulmayabilirsiniz, fakat süper kahraman filmlerinde bir öncü olduğu kesin. İnanılmaz gişe başarısıyla başrolü/yönetmeni kadın olan süper kahraman filmlerine talep olduğunu kanıtladı. Bundan sonra gelen her kadın başrollü/yönetmenli süper kahraman filmi de Wonder Woman’la karşılaştırılacak. Bence karakterin hakkını veren bir film oldu ve Justice League’de daha da fazla Diana görmek konusunda heyecanlıyım. Umarım DC’nin bu hamlesi Marvel’ın aklını biraz yerine getirmiştir de yakın zamanda bir Black Widow filmi duyurulur veya en azından Captain Marvel öne çekilir.

Iron Fist ve Wonder Woman gibi tek konuya odaklanan incelemeler ilginç bir deney oldu. Şimdilik bunları yazmaktan memnunum, konu izin verirse gelecek incelemelerde de bu tarz yeni şeyler denemek istiyorum. Sizler ne düşünüyorsunuz? AltEvren Facebook grubuTwitter, ya da Facebook sayfası üzerinden yorumlarınızı bize ulaştırabilirsiniz!