Diğer Çizgi Romanlar - Seçtiklerimiz

Uçma Sanatı – El Arte de Volar

us1Düşünün ki bir roman yazıyorum. Romanım; çok zor koşullarda yaşayan bir insanın işlediği bir suça, bu suç sonrasında aldığı cezaya, bunu ne kadar hak edip hak etmediği sorusuna, ve tüm bunlardan hareketle, tüm insan doğasına yoğunlaşan; etkileyici, hüzünlü, güçlü bir roman.

Bütün bunlar – yani romanın kendi içinde gerçekten iyi olması – onu sizin gözünüzde “olağanüstü” yapmaya yeter mi? Yoksa aynı konuların 1866 yılında, çok benzer bir şekilde Dostoyevski’nin Suç ve Ceza‘sında ele alındığını bilmek, romanımın gücünü ve etkisini azaltır mı?

Katalan çizgi roman sanatçısı Kim’in çizdiği, yazar Antonio Altarriba’nın yazdığı Uçma Sanatı, alt başlığında (“Bir İspanya İç Savaşı Hikayesi”) da belirtildiği gibi, büyük ölçüde bir savaş tarafından şekillendirilmiş bir hayatı, Antonio Altarriba’nın babası Antonio’nun hayatını konu alıyor. Antonio’nun intihar sahnesiyle başlayan çizgi roman, daha sonra onun çocukluğuna kadar gidip, hayatının nasıl bu hale geldiğini yaratıcı bir “uçma”, veya “kat kat düşme” anlatısıyla okuyucuya göstermeye koyuluyor.

Uçma Sanatı için, “yaratıcı” kelimesi, bu güzel anlatı bölümlemesi dışında başka ne açıdan kullanılabilir, açıkçası bilmiyorum. Bu bir eleştiri değil – zira her ne kadar bu anlamsız çabaya girişsem de, Uçma Sanatı benim eleştirebileceğim bir çizgi roman olmanın çok ötesinde. Bunun nedenlerini açıklamak için, sanırım biraz hikayenin anlattığı şeylerden de bahsetmek gerekiyor.

İnsanların birkaç metre toprak için birbirlerinin mülküne tecavüz ettiği, aynı şeyin kendilerine yapılmasını engellemek için ruhsuz duvarların yükseltildiği bir köyde dünyaya gelen, ve çocukluğunun ilk günlerinden itibaren bu köyden nefret eden Antonio’nun hayatı, kaçıp gittiği Zaragoza’da da herhangi bir düzelme göstermiyor. Gururundan vazgeçip köye dönen Antonio, en yakın arkadaşının ölümünden sonra, bir kez daha Zaragoza’ya gidiyor, fakat huzurlu ve rahat bir hayat düşüncesi, bu sefer de İspanya İç Savaşı’yla bölünüyor.

3-1

Çizgi romanın önemli bir bölümünü kapsayacak bu savaşta Antonio, Franco’ya karşı savaşan anarşistlerin yanında yer alıyor. Anarşist ideoloji ile arasındaki ilişki fazlasıyla sorgulanabilir: Eğitim seviyesi çok sınırlı bir düzeyde olan Antonio, bu fikri başkalarından duyarak, başkalarından öğrenerek tanıyor ve özellikle 41. sayfada, faşistlerden dayak yediği sahnede görebileceğimiz gibi, savaşma kararını, Anarşizm için savaşmaktan çok, Faşistlere karşı savaşmak için alıyor.

Savaş yılları – ve savaşın kaybedilmesinden sonra Fransa’da sürgün hayatı geçirdiği yıllar – tüm zorluk ve sefaletlerine karşın, Antonio’nun hayatındaki en mutlu anılardan bazıların oluşturuyor. Bu dönemde kurduğu arkadaşlıklar hayatında çok önemli bir rol oynuyor, fakat savaş bitip, yıllar ilerledikçe, bu arkadaşlar da bir bir ölüme, veya (Antonio’nun gözünde çok daha kötüsüne) yozlaşmışlığa kaybediliyor. Fransa’da geçirdiği yılların ardından ana karakterimiz, sonunda artık tamamen Franco’nun eline düşmüş olan İspanya’ya dönüyor – fakat burada da hayat, bir bisküvi fabrikasından iyi para kazandığı kısa bir dönem haricinde, ona çok kibar davranmıyor.

Bu sırada evlenip bir çocuk sahibi olmasına karşın, karısıyla yıllar boyunca bastırmış olduğu farklılıkları, onu boşanmaya ve oğluna yük olmamak için, bir huzur evine yerleşmeye itiyor. Düşüşün son halkası, daha doğrusu son “katı” olarak nitelendirilen bu huzur evi, Antonio’nun hayatı boyunca savaştığı anlamsız otoritenin ve sentetik insan ilişkilerinin son durağı oluyor – ve çizgi roman başladığı gibi, Antonio’nun intiharı ile sona eriyor.

arte-de-volar

Uçma Sanatı, “Bir İspanya İç Savaşı Hikayesi” olmanın çok ötesinde aslında. Evet, İspanya İç Savaşı hem çizgi romanın içinde, hem Antonio’nun hayatında çok önemli yer tutuyor, ama onun yaşadığı sıkıntılar, bir savaşın acıları olmanın çok ötesinde. Hayatın, içinde yaşadığı ülkenin, içinde yaşadığı dönemin normları dışında bir hayatı düşleyen, fakat bu hayatı yaşama imkanı olmayan, mutsuz, hüzünlü bir adamın hikayesi bu. Böyle bakıldığında çizgi roman, sona erdiğinde yalnızca bir “İspanya İç Savaşı Hikayesi”ne değil, doğrudan insan doğasına; mutsuz bir bireyin trajedisine dönüşüyor.

Yazının başında, tırnak içinde yazdığıma özellikle dikkat etmenizi rica edeceğim “negatif” tutumuma geri dönelim. Uçma Sanatı çok boyutlu bir çizgi roman, dolayısıyla, pek çok farklı boyuttan incelenmesi mümkün. Anarşizm, Faşizm, Solculuk, İspanya İç Savaşı, İspanya Tarihi, insanlığın durumu – tüm bunlar, Uçma Sanatı’nın ele alınabileceği bakış açılarından sadece birkaçı.

Peki ya çizgi roman bakış açısı?

arte2

Her ne kadar, kişisel olarak yukarıda saydığım bütün bu kavramlar çerçevesinde, Uçma Sanatı ile ilgili son derece pozitif düşüncelerim olsa da – en azından burada – birinci önceliğimi çizgi roman sanatı olarak belirlemek durumundayım. Bu doğrultuda, şunu itiraf etmeliyim ki, Uçma Sanatı’nın çizgi roman sanatına, daha önceden şu yazının sonunda değinmiş olduğum katkıdan çok daha fazlasını sunmadığını düşünüyorum.

Bunun temel nedeni de, ilk iki paragrafta açıklamaya çalıştığım mantıkta yatıyor. Evet, Uçma Sanatı çok güçlü, duygulanmanızı, yer yer öfkelenmenizi sağlayan bir çizgi roman; ama dahil olduğu tür içindeki diğer çizgi romanları da düşünecek olursanız, aslında yeni bir şey yapmıyor. Özellikle hem “babasının trajedisini anlatan yazar” mantığı, hem konu ve dönemlerin benzerliği, hem eserin genel işlenişi bakımından Maus’la kurulabilecek paralellikler, benim bakış açıma göre bir “esinlenme” olarak tanımlanabilecek ödünç almanın sınırlarında dolaşıyor.

Paralelliği yazım özelliklerinin dışına çıkartmak gerekirse, Levent Cantek’in Radikal Kitap için kaleme aldığı “Kazanamayanlardan Biri” yazısı yardımcı olabilir. Cantek burada Uçma Sanatı’nda Kim’in çizimlerini “Amerikan underground çizgi romanlarından örnek alınmış” çizimler olarak tanımlıyor. Acaba Cantek’in dediği bir adım ileri götürülebilir mi? Örnek alınan bütün bir tarz, akım, hareket olarak tüm Amerikan underground çizgi romanları mı? Yoksa Maus ve Spiegelman’ın çizimleri mi?

1272972125852

Elbette, çizim tarzları çok yakın değil. Spiegelman’ın panelleri çok daha sıkı sıkıya dolduran, yer yer (eserin havasıyla doğru orantılı olarak) boğucu ve sıkışık, çok net bir şekilde siyah – beyaz çizimleri var. Kim ise, daha rahat, siyah beyaz içinde tonların daha çok kullanıldığı, daha detaycı bir çizim tarzı tercih ediyor. Ama yine de,  okurken Maus’u hatırlatan sahneler, muhtemelen yaratıcı ekibin Maus’a doğrudan “selam durduğu” 190 – 191. sayfalardan çok daha fazla. Bunlar, bir çizgi roman olarak Uçma Sanatı’nda gördüğüm “sıkıntılardan” bazıları.

Dediklerim lütfen yanlış yerlere çekilmesin. Ben 2014 yılında, bilgisayarımın başında oturarak, doksan yıl boyunca acı çekmiş bir adamın hayat hikayesi hakkında yazı yazamam. Söylediklerimin hiçbirisi, Uçma Sanatı’nın içeriği ile, trajedisiyle; belki de herhangi bir sanatsal sorunun çok daha ötesindeki trajik ve etkileyici “gerçek hayat” ile ilgili değil. Bütün bu konular (ve yukarıda sıraladığım kavramlar) beni fazlasıyla aşacak konular – ve hiçbir şey için değilse bile, Uçma Sanatı bunlar hakkında kendi çıkarımlarınızı yapmanız için okumanız gereken bir çizgi roman.

Bütün bunları kabullendiğimde, kalan konular hakkındaki kişisel görüşüm ne kadar ciddiye alınabilir bilmiyorum. Ama eğer bir önemi varsa, benim yukarıda sorduğum ikinci soruya, yani bütün bunların daha önceden yapılmasının, eserin önemini, gücünü, etkisini azaltıp azaltmadığı yönündeki soruya vereceğim cevap, “Evet.”

Uçma Sanatı içeriği bakımından elbette çok önemli, ve benim yorumlamaya cesaret edemeyeceğim kadar çok boyutlu bir çizgi roman. Ama sonuç olarak, bana bir çizgi roman olarak, daha önce görmediğim bir şey de göstermiyor.