Farklı Tatlar

Trillium

trillium1

Özellikle 2010’lu yıllarda, ana akım ile bağımsız çizgi romanlar arasında bir köprü oluşturan Image Comics, Dark Horse Comics, Vertigo Comics ve benzeri firmalar / etiketler sayesinde, çizgi roman sanatçıları türün her iki boyutunda da eserler üretme fırsatına kavuşuyor.

Süper kahraman piyasasında Animal Man, Green Arrow, JL Dark ve bugünlerde All New Hawkeye gibi işlerle tanıdığımız Jeff Lemire, bu fırsatı en iyi kullanan isimlerden bir tanesi.  Essex County , Sweet Tooth, The Nobody ve The Underwater Welder gibi başarılı eserlere imza atan sanatçının son “bağımsız” çalışması, 2014 yılında Vertigo etiketiyle yayınlanan sekiz sayılık Trillium serisi.

Trillium, birbiriyle bağlantılı hayatlar yaşayan iki ana karaktere yoğunlaşan enteresan bir seri.

İlk ana karakter, William Pike, I. Dünya Savaşı’nın en kanlı cephelerinde görev yapmış bir İngiliz askeri. Savaşta yaşadıklarını atlatmakta zorlanan William, serinin açılışında kardeşi ve bir grup kaşif ile birlikte Peru’da efsanevi bir Inka Tapınağını arıyor, ve bu tapınağın sakladığı rivayet edilen büyük zenginliklere, ama daha önemlisi, sonsuz yaşamın sırrına ulaşmaya çalışıyor.

İkinci ana karakter Nika’nın durumu ise biraz daha karışık.

1920’lerde yaşayan William’ın aksine, Nika’nın hikayesi oldukça uzak bir gelecekte, 3797 yılında geçiyor.

Pek çok bilim kurgu hikayesinde gördüğümüz bir senaryoya paralel olarak, Trillium’un 3797 kurgusu; insan ırkının dünyayı çoktan terk ettiği ve galaksinin çeşitli köşelerindeki kolonilerde yaşadığı bir geleceği konu alıyor. Fakat, dünyanın son kullanma tarihi dolmadan gezegenden kaçmayı başaran insan ırkı, dördüncü milenyumun sonlarına doğru çok daha büyük bir tehditle karşı karşıya kalıyor.

The Caul adı verilen ve bilinçli olarak insan ırkını hedef alan bir virüs, bu kolonileri birbiri ardına vurarak insanlığı yavaş yavaş yok olmanın eşiğine getiriyor. Öyle ki, Trillium’ın başında hayatta kalmayı başarmış olan yalnızca birkaç koloni, ve bütün evrende yalnızca birkaç bin insan mevcut.

trillium2

Ölümcül bir virüs olan The Caul’u durdurmanın ise tek yolu var: çeşitli gezegenlerde yetişen ve çok ender bulunan Trilyum çiçeğinden sentezlenen bir madde. Bir botanist olan Nika’nın önemi de burada saklı.

Yabancı bir gezegende, çok ciddi miktarda Trilyum bulduklarına inanan Nika ve kolonisinin geri kalanı, gezegenin yerel halkı ile nasıl iletişime geçmeleri gerektiği konusunda fikir ayrılığına düşüyor. Nika, Atabithian ırkının gelişmişliğine ve barışçıl doğasına inanarak önce onlarla diyalog kurmaları, daha sonra ihtiyaçlarını açıklayarak çiçekleri “güzellikle” istemeleri gerektiğini düşünürken; Kumandan Pohl, virüsün kendilerine git gide yaklaştığını, ve çiçek kısa sürede elde edilemezse, gezegenin yerel halkına şiddet uygulamak zorunda kalacağını açıklıyor.

Peru’da yerli kabilelerin saldırısına uğrayan ve onlardan kaçarken kendisini kayıp Inka tapınağının önünde bulan William ile; işlerin aciliyetinin farkına vardıktan sonra Atabithian ırkı ile görüşmeye giden ve onlar tarafından bir tapınağın içine götürülen Nika’nın kaderleri de, işte bu noktada kesişmeye başlıyor.

3797 yılında ücra bir gezegendeki tapınak ile, yüzyıllar önce Inka imparatorluğu tarafından inşa edilen tapınağın birbirinin aynısı olması nedeniyle, hikayeyi okurken zaten bir nebze şüpheleniyorsunuz ve ilk sayının sonunda, Nika ve William Peru’daki yapının önünde bir araya geliyor.

Bir araya geldikleri sahneden sonra; aynı dili konuşma çabalarından, bu tapınakların ve Trilyum çiçeğinin sırrını çözme çabalarına; zaman yolculuğu konseptini de aşıp, doğrudan birbirlerinin hayatlarını yaşamalarından, tekrar bir araya gelme hikayelerine, Trillium özünde bu iki karakter arasındaki bağlantıya değinen bir seri.

Jeff Lemire çizgi romanını , “insanlığın son aşk hikayesi” olarak tanımlamış, fakat Nika ve William arasındaki ilişki aslında bundan bile biraz öteye gidiyor. Zaman yolculuğunun eğlenceli paradoksları sayesinde, bin yıllarla ayrılmış olmalarına rağmen birbirlerini herkesten iyi tanıyan ve anlayan bu iki karakter, herhangi bir sıradan aşk hikayesinde göremeyeceğiniz bir bağlantı paylaşıyorlar. Zaten seriyi okuduğunuzda, herhangi bir fiziksel yakınlık veya romantik bir birliktelik aslında görmüyorsunuz.

Tabi hikayenin tek boyutu bu aşk hikayesi değil. William’ın birinci dünya savaşındaki deneyimleri ve Nika’nın ve dördüncü milenyumda insanlığın The Caul’a karşı savaşı, aslında başlı başına bir çizgi romana konu olabilecek derinlikte hikayeler taşıyor. İlk konu gerçi daha az işleniyor, ama bu garip uzay-zaman-boyut üçgenindeki aşk hikayesi dışında da sağlam bir altyapı olduğunu söylemek mümkün.

Çoğu zaman olduğu gibi, beni asıl ilgilendiren hikayenin içeriğinden çok bir çizgi roman olarak işlenişi. Jeff Lemire’ın zaten farklı bir çizgisi var ve Trillium’da da bu çizgiden pek ayrılmıyor. The Nobody ve The Underwater Welder’a göre çizimlerin biraz daha “tamamlanmış”, biraz daha az eskizvari olduğunu söylemek mümkün, ama Lemire’ın çizerliği de üstlendiği serilerini daha önce okuduysanız, Trillium’u da son derece tanıdık bulmanız muhtemel. Bahsettiğim farklılık da, muhtemelen Lemire’ın henüz yeni denemeye başladığı – daha önce Sweet Tooth’da da çeşitli sahnelerde denediği gibi – suluboya kullanımından kaynaklanıyor, ki bu da çizgi romanın çok daha farklı ve özgün bir görünüme kavuşmasını sağlıyor.

Dil konusu da, çizgi romanın benzersiz anlatı potansiyelinin başarıyla kullanıldığı bir başka alan. İkinci sayının neredeyse tamamında Nika ve William’ın birbirlerini anlayamıyor olması, iletişimin her zaman bir problem olarak kalması ve bunun görsel açıdan başarıyla yansıtılması, çizgi romanın arka planda kalan ama önemli başarılarından bir başkası. Atabithian ırkının dilini resmetmek için özel olarak yaratılan alfabe ve Nika’nın anında çeviri programının bunu yalnızca parça parça çevirebilmesi de, dil konusunda verilebilecek daha somut ve estetik bir başka örnek.

trillium3

Trillium’da çizgi roman mecrasının farklı kullanımlarından söz ettiğimizde, tabi bütün bunların hepsinden daha çok göze çarpan bir durum var.

Nika ve William’ın birbirlerinden ayrı kaldığı dönemler, çizgi romanda bölüm bölüm anlatılıyor – ve iki karakter arasında geçiş yaparken, çizgi romanı ters çevirmeniz gerekiyor.

Örneğin, birinci sayının ilk yarısında William’ın Peru’daki macerasını ve tapınağa ulaşmasını izliyoruz. William’ın tapınağa ulaşmasından sonraki sayfa, ters olarak basılmış durumda – dolayısıyla çizgi romanı kapatıyoruz, ters çeviriyoruz, ve arka kapaktan bir kez daha başlayarak, bu sefer Nika’nın kendi tapınağına ulaşmasını takip ediyoruz. Bu durum, ilerleyen sayılarda da devam ediyor.

Üstelik, her zaman “ikiye bölünme” gibi bir durum yok, yani her zaman baştan sona ve sondan başa olmak üzere iki ayrı bölüm okumuyoruz. Üçüncü sayıda, iki karakterin ayrı zamanlarda yaşadıkları tamamen iç içe anlatılıyor, ve bu da çizgi romanı neredeyse iki -üç sayfada bir ters çevirmek anlamına geliyor.

trillium4

Bu ilginç anlatı tekniği üzerine sorulabilecek iki soru var.

Birincisi orijinallik konusu. Bir çizgi romanı, okunabilmesi için sürekli ters çevrilmesi gereken bir kitap olarak kurguladığınızda, bunu tanımlayıcı bir özellik, bir satış noktası olarak belirlemiş oluyorsunuz – insanlar Trillium’dan bahsederken, ilk olarak bu durumu dile getiriyorlar.

Bu açıdan Trillium’un fazla orijinal bir şey yapmadığını hatırlamak önemli. İki tarafından ayrı hikayeler anlatan bir çizgi roman fikri çok yeni bir şey değil (her sene çıkan FCBD fasiküllerinde sık sık bir yer kazanma stratejisi olarak kurgulanıyor) ve anlatı amacıyla yapılması bile, aslında ana akım çizgi romanlarda, örneğin New 52 döneminin ilk Batman hikayesinde, gördüğümüz bir durum.

İkinci soru ise, bu kullanımın doğasıyla ilgili.

Lemire’ın bu tekniği, çizgi romanın anlatı olanaklarını araştıran, gerçekten bir anlamı olan bir teknik mi?  Yoksa bir gimmick, yalnızca değişiklik olsun, yalnızca farklılık olsun diye kullanılan bir şey mi?

İlk sayıda, hikayenin – kelime anlamıyla – iki uçtan başlayıp bizi ortak bir noktaya getirmesi kesinlikle bir anlatım tekniği. Ama örneğin üçüncü sayıda, çizgi romanı bu kadar sık döndürmek gerçekten şart mı? Hikayenin bir karakterden diğerine geçtiğini anlamak için, çizgi romanı tutma şeklimizi gerçekten değiştirmemiz gerekiyor mu?

Kurgulardan biri 1920’lerde, biri 3700’lerde geçiyor. Ana karakterler birbirinden tamamen farklı gözüküyor. Olayların biri dünyada, biri galaksinin bir köşesindeki gezegende geçiyor. Ve bu bir çizgi roman – okuyucu bunların hepsini tüm netliğiyle görüyor. Bu açıdan baktığınızda, kurgunun değiştiğini anlamak için çizgi romanı ters çevirmenize kesinlikle gerek yok.

Ama elbette, Trillium zamanın, mekanın değişebilir doğası üzerine kurulan bir çizgi roman.

trillium5

Zamansal / mekansal bütünlük kendi içinde hikayenin en büyük meselelerinden biriyken, aynı durumun basılı çizgi romanda yansıtılması hoş bir paralellik değil mi? Bu yaklaşım, Lemire’ın tercihini daha pozitif görmeyi mümkün kılıyor.

Ters çevirme mantığından kimin ne derece keyif alacağı belki de biraz sübjektif bir konu – ama benim, son derece meşru olduğuna inandığım tüm bu sorulara rağmen, çizgi romana yaklaşımım büyük ölçüde pozitif. Ne olursa olsun, Trillium’un anlatmak istediği bir hikaye var, ve bu hikaye sekiz sayı boyunca genellikle başarılı bir şekilde okuyucuya ulaştırılıyor. “Anlatı tekniği” dediğimiz şeyin bütün işlevi de aslında bu olmalı.

Eğer bilim kurgudan (ve özellikle zaman yolculuğu, felaket senaryoları vs. gibi alt türlerden) hoşlanıyorsanız, Trillium bence keyif alacağınız bir çizgi roman. Lemire’ın kendisinin de dile getirdiği gibi Moebius’tan  Arthur C. Clarke’a, sınırları biraz daha esnetirsek Erich von Daniken’den Brian K. Vaughan’ın Saga’sına pek çok eserden esinlenen, ama yine de son derece özgün, kaliteli ve sanatçının üslubunu sonuna kadar yansıtan bir eserden söz ediyoruz – eğer bunlar sizin için çekici isimlerse, Trillium’u da kaçırmayın derim.

Özetle...
[columns size="1/3" last="false"]

Sağlam bir bilim kurgu çizgi romanı

Trillium çok iyi bir çizgi roman, ama bilim kurgu ve alakalı türleri sevmeyenler için ilgi çekici olmayabilir.

[/columns] [columns size="2/3" last="true"] Sevebilirsiniz...

Çok zamanlı, farklı zaman dilimlerinin birbirleriyle kesiştiği eserleri seviyorsanız

Farklı anlatı teknikleri, deneysel panel ve sayfa kullanımları hoşunuza gidiyorsa

Bilim kurgu ve post-apokaliptik kurgular ilginizi çekiyorsa

Jeff Lemire'ın çizim ve anlatı üslubundan hoşlanıyorsanız


Sevmeyebilirsiniz...

Deneysel çizgi romanlardan hoşlanmıyor, daha basit şekilde okunan, geleneksel eserleri tercih ediyorsanız - Trillium'u okurken çizgi romanı epey bir ters çevirmeniz gerekiyor.

Bilim kurgu hikayelerine karşı özel bir ilginiz yoksa

[/columns]
İnceleme sistemimiz hakkında daha fazlası için tıklayın!