Türk Çizgi Romanları

Seyfettin Efendi Üzerine Notlar

“Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları” serisinin ilk cildi Yeditepe Canavarı’nı daha önceki yazımızda incelemiştik. Geçen sürede hikayeyi bir kez daha okudum, ve okuyucularımızın dikkatini çekebilecek bazı unsurları, çizgi roman bakış açısından değil, ama daha genel bir perspektifle, yeniden ele alabileceğimizi hissettim.

Seyfettin Efendi, bir hikaye olarak, pek çok farklı kaynaktan etkilenen, ilham alan, ve anlattığı “olay”ların dışında, ilgi çekici detaylar barındıran bir çalışma. Peki, Seyfettin Efendi’nin kurgusu hangi eserlerden, hangi karakterlerden, hangi türlerden etkilenmiş? Kitapta, ne gibi ilginç detaylar bulunuyor?

Seyfettin Efendi hakkında yazılan diğer yazıları okuduysanız, hatta sadece buradaki yazıyla bile yetindiyseniz, bir kavram mutlaka dikkatinizi çekmiştir: pozitivizm. Evet, Seyfettin Efendi alabildiğine pozitivist bir karakter, ama pozitivizm ne demek?

“İzm”li tüm kavramların o korkutucu havasını taşımasına rağmen, pozitivizm aslında son derece basit bir olgu. Her şeyin akıl, mantık ve bilimsel yollarla açıklanabileceğini savunan ve doğaüstü, mistik hiçbir şeyin varlığını kabul etmeyen pozitivist görüş, bir karakter olarak Seyfettin Efendi’yi kusursuz tanımlıyor: Bir hayalet vakasını incelemeye çağırıldığında bile, elindeki tüm kanıtların, tüm gözlemlerin, hatta tüm “aksiyon”ların yanında, Seyfettin Efendi vakayı çözmesini şu sözlerle açıklıyor:

Bu, muhtemelen, ana karakterimizin pozitivist bakış açısını en iyi özetleyen cümle.

Peki, nereden geliyor bu özellik? Bir dedektif karakterini, bu şekilde kurgulamanın çıkış noktası ne? İncelemenin kendisinde de Sherlock Holmes etkilenmesinden bahsetmiştim, ama Seyfettin Efendi’yi etkileyen edebiyat kaynaklarını düşünürken, Holmes’ü yeniden hatırlatmamak da imkansız. Pozitivist, doğaüstü hiçbir şeye inanmayan, her şeyi mantık yoluyla, en ufak bir detayı bile gözden kaçırmadan çözen bir dedektif mantığı, elbette Arthur Conan Doyle’un meşhur eserinden geliyor.

Aynı şekilde, bu tarz karakterlerin, kesinlikle inanmadıkları “doğaüstü” kurgular içinde yer almaları da, Holmes’ün mirasından gelen bir kullanım; belki de en meşhur Sherlock Holmes macerası olan The Hound of the Baskervilles de, bu konuda oldukça iyi bir örnek. Devam edelim. Eserin başında,  dikkatli okuyucuların gözünden kaçmadığını tahmin ettiğim kısa bir giriş yazısı var:

Bu çizgi romanda geçen hikaye, Seyfettin Efendi’nin mübalağalı bir üslupla yazdığı hususi notlarından derlenmiş olup, gerçekliğine dair bulgular şaibelidir.

Şu adresteki Seyfettin Efendi incelemesinde, bu alıntı H.P Lovecraft’e bağlanmış, ve bu bağlantı elbette yanlış değil, fakat aslında cümlenin doğası çok daha geniş bir edebiyat kültüründen besleniyor.

Özellikle postmodern edebiyat eserlerinde sık sık karşımıza çıkan bu anlatı unsuru, hikayeyi bize anlatan, ve normal koşullarda dediklerinin eserin kurgusu içinde “doğru” olmasını beklediğimiz klasik anlatıcı portresinin dışına çıkıyor. “Unreliable narrator” – “Güvenilmez Anlatıcı” olarak adlandırılan kullanım, hikayeyi aktaran bakış açısının yanıltıcı olabileceğini, bir başka deyişle, sunulan kurgunun gözüktüğünden, tamamen “farklı” olabileceğini ifade ediyor.

Bu kavrama yabancı olan okurlarımız için bir örnek vermek gerekirse, sanırım en mantıklısı, bu anlatı unsuruna sahip olan en meşhur eseri, Fight Club’ı kullanmak olacaktır [Spoiler]  Bütün filmi, Tyler Durden ve Edward Norton’un oynadığı Anlatıcı karakterinin arasında geçen bir kurgu olarak izliyorsunuz, ve en sonunda, hikayenin doruk noktasında, Tyler Durden diye birinin olmadığını, anlatıcının kişilik sorunları olduğunu ve Durden’ı kafasında yarattığını öğreniyorsunuz. [Spoiler] Bu, verilebilecek en iyi örneklerden biri. Konu hakkında daha fazla bilgi almak için Wikipedia’ya göz atabilirsiniz.

“Güvenilmez Anlatıcı” unsuru Seyfettin Efendi için ne ifade ediyor? Bu sizin hayal gücünüze kalmış. Eğer bu cümleyi göz ardı etmek isterseniz, veya Seyfettin Efendi’nin “mübalağalı notlarına” inanmayı tercih ederseniz, Seyfettin Efendi aynı çizgi romanda anlatıldığı gibi, İfşa-yi Sırr Teşkilatı’nın kurucusu olan bir dedektif olarak kalabilir. Cümleyi dikkate almak isterseniz, Seyfettin Efendi notları alan kişinin bir hayal ürünü, bir fantazisi, delirmiş bir adam, ve hatta, sonraki nesillerin kafasını karıştırarak eğlenmek isteyen bir şarlatan bile olabilir.

Bu arada, çok çok küçük bir ihtimal olarak şunu da belirteyim, güvenilmez bir anlatıcı tarafından varlığı iddia edilen, doğaüstü, neredeyse absürt bir “teşkilat”ın varlığı, bana Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü“nü hatırlatıyor. Tabi ki kurgular çok farklı, fakat Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi bir mantığın, İfşa-yi Sırr teşkilatı için ufak bir ilham olduğunu öğrenmek, açıkçası beni şaşırtmaz.

Seyfettin Efendi’nin ilgi çekici etkilenmeleri, bununla da bitmiyor. Münevver karakteri, benim sonraki ciltlerde görmeyi merakla beklediğim bir karakter olmanın yanı sıra, hikayeye de ayrı bir boyut katan, değişik bir karakter. 1920’li yılların teknolojisiyle, bugün bile etkileyici olan cihazlar üreten, ekibin “teknik” sorumlusu Münevver, özellikle popüler edebiyatta sık sık karşımıza çıkan steampunk düşüncesini yansıtıyor.

Genel olarak 19. yüzyıl endüstrisinin “imkan” ve daha önemlisi “tarz”larını kullanarak, oldukça teknolojik ürünler ve tasarımlar üretmeye dayalı bir akım olan steampunk, FRP oyunlarından bilim kurgu dizilerine, romanlardan çizgi romanlara pek çok alana yayılmış bir tarz. Şu adreslerdeki bazı tasarımlar, size konu hakkında daha fazla fikir verebilir: http://www.houzz.com/steampunk http://steampunk-design.de/useite.php?Dampfdruck_Kaffeemaschine http://en.wikipedia.org/wiki/Steampunk

Yine ufak bir gönderme olarak, çizgi romanın akılda kalan sahnelerinden birine bakacak olursak, (neredeyse) süper güçlü karakterimiz İsmail’in katille tanışmadan hemen önceki “bel kırma” sahnesi, Bane’in Batman’in belini kırdığı sahneye hoş bir selam olmuş.

Hikayenin biraz daha merkezindeki bir kurguya geçelim. “Kötü” karakterimiz, yani vampirimsi dostumuz Costache Ionel Dracul da enteresan bir durum. Vampir edebiyatının kökenleri oldukça bariz, Bram Stoker’ın Drakula’sı, bu türün ilk örneğini oluşturmakla beraber, Stoker’ın kendisinin ilham kaynakları da – eserde yine gündeme gelen – Kazıklı Voyvoda’ya ve Balkan mitolojisine dayanıyor.

Tabi şunun altını çizmek gerek, Seyfettin Efendi’deki Dracul gerçek bir vampir falan değil, sadece garip ayinler ve cinayetler ile “gerçek bir vampir” olabileceğine inanmış, rahatsız bir arkadaşımız. Bunun arkasında bilinçli bir gönderme olup olmadığını bilmiyorum, fakat konsept bana, Dungeons and Dragons oyunlarında, yıllar boyunca insan kanı içen ve vampir gibi yaşayan, bunun sonucunda da, gerçek vampirler olmasalar da, yaşadıkları deformasyonlar sonucunda insanlıktan da tamamen çıkan Vryloka ırkını hatırlatıyor. Tabi vampirlik, zombilik vs. gibi olağanüstü bir durumun, bir “hastalık” ile açıklanması da, çeştili fantastik veya yarı fantastik eserlerde karşımıza çıkan bir durum. Eserle ilgili dikkat çekici bir başka nokta, veya en azından benim dikkatimi çeken bir nokta da, Seyfettin Efendi’nin katili ararken kara tahtaya notlar aldığı sahne. Burada, olması gerektiği gibi, notların Arap harfleriyle yazıldığını görüyoruz, ve Geekyapar.com sitesinde Devrim  Kunter’in de değindiği üzere, bu harfler görsel olsun diye oraya konulmuş şeyler değil – gerçekten bir şeyler ifade ediyorlar.

Devrim Kunter, Geekyapar’da tahtadaki  yazıları şöyle açıklamış:

En çok merak edilen konulardan biri, tahtadaki yazılar doğru mu doğruysa ne yazıyor?

Evet doğru, tahtada Camiler, Kadın Kurbanlar, Kan, Garip, Solak, Tıp yazıyor. Not: Arapça yazım için Cemil Öztürk’e tekrar teşekkürler.

Madem yazarın kendisi gerekli açıklamaları yapmış, ben neden tekrar ele alıyorum? Çünkü, Devrim Kunter’in açıklamalarında ufak bir eksiklik var. Sağ taraftaki yazılarda (yukarıdan aşağı) “Camiler, Kadın Kurbanlar ve Kan”, sol tarafta ise (aşağıdan yukarı) Garip, Solak ve Tıp yazıyor, fakat; Bu görselde kırmızı daire içine aldığım kelimenin anlamı açıklanmamış. Sarı ile altını çizdiğim kelime “tıp”, kırmızı ile daire içine aldığım da “tıp” ile birlikte kullanılan bir kelime. Benim okuyabildiğim kadarıyla, kelimenin “tahsili” olması gerekiyor, bu da mantıklı bir anlam, yani “Tıp tahsili” gibi bir anlam çıkarıyor.

Yalnız… Orada yazan kelime, tam olarak “tahsili” değil. Latin alfabesine tam olarak çevirecek olursak, orada “ta’sili” yazıyor, ki “tahsil” kelimesi için böyle bir yazım tarzı var mı bilmiyorum. “Ta’rif”, “Ta’til”, “Ta’lim” gibi benzer formatta pek çok kelime için böyle yazımlar söz konusu, fakat “tahsil”in temel yazılışı bu şekilde değil. Bu bir yanlış mı, benim bilmediğim bir kullanım mı, yoksa bilinçli yapılmış bir şey mi, bilmiyorum, ama tahsil kelimesinin yazımı şu adreste mevcut: http://www.edebiyol.com/osmanlica_sozluk/osmanlica_sozluk_t1.html

Yeri gelmişken, “Arapça” yazım için teşekkür edilmesinin de küçük bir yanlışlık olduğunu belirtelim, zira yazı Arapça değil, Türkçe, sadece Arap harfleri kullanılmış. Nasıl ki bugün Latin Alfabesi kullandığımız için Latince demiyorsak, Arap Alfabesi için de Arapça demeye gerek yok.

Evet, epey uzattım, fakat Seyfettin Efendi incelenecek pek çok küçük detayı olan, dolu bir çizgi roman. Böyle eserleri, ve bunları kurcalamayı seviyorum, bu yüzden Seyfettin Efendi’nin ikinci cildini de merakla bekliyorum.