Diğer Çizgi Romanlar

Sevmediğim Çizgi Romanlar – I

Konuyla iligli yaptıklarımdan muhtemelen anlayabileceğiniz gibi, çizgi romanları seviyorum. Hatta, Gurme – Farklı Tatlar vs. gibi bölümlerin bu konu hakkındaki zevkimin çok ufak bir kesimini yansıttığını da düşünecek olursanız, bu konuyla ilgili neredeyse her şeyi seviyorum.

Fakat, bu sanat dalı içinde, sevmediğim, önyargılı yaklaştığım ve çoğu zaman okuduktan sonra da “sevemediğim” iki tür eser var. Bunları neden sevmediğimi, sevmemekte haklı olup olmadığını, hatta, bunların çizgi romana zarar verip vermediğini tartışmak için, iki yazılık kısa bir yazı dizisi hazırlamaya karar verdim.

AltEvren’i takip eden ve her yazıyı okuyan okuyucularımız varsa, birkaç gün önce yazdığım Point of Impact incelemesini düşünüp, şu yazdıklarımı hatırlamış olabilirler:

“Girişte de dediğim gibi, polisiye çizgi romanlar son yıllarda ciddi bir yükselişteler, ve bu açıkçası benim kişisel olarak çok da hoşnut olduğum bir durum değil. Bunun öyle çok detaylı, çok çizgi romanla alakalı bir sebebi yok, ben genel olarak, kitaplarda olsun, filmlerde olsun, polisiye türünü fazla seven biri değilim.”

Bu yazıyı okuduysanız, sevmediğim iki tür çizgi romandan birinin, polisiye çizgi romanlar olacağını düşünebilirsiniz.

Durum bu değil. “Sevmediğim iki tür eser” derken, “tür” kelimesini genre anlamında olduğu gibi, yani “süper kahraman”, “macera”, “korku”, “polisiye” vs. gibi bir anlamla değil, biraz daha geniş bir anlamda kullanıyorum.

Bu açıdan, sevmediğim ilk çizgi roman “türü”, edebiyat eserlerinden çizgi romana “uyarlanan” eserler.

Türk çizgi roman piyasasını takip ediyorsanız, hatta çizgi roman piyasasını takip etmek bir yana, arada televizyon izliyorsanız, NTV Yayınları’nın birkaç sene önce çizgi roman yayınlamaya başladığını biliyorsunuzdur.

Bu çizgi romanların ilk örnekleri, Macbeth, Madame Bovary, Frankenstein gibi klasiklerin uyarlamalarıydı.

Bunlarla birlikte, “çizgi roman”a karşı ülkemizde daha önce pek görülmemiş bir ilgi başlamış, bu yayınlar ciddi satış rakamlarına ulaşmış, hatta çeşitli çizgi roman forumlarında, bunun Türkiye’de çizgi romanın “altın çağı” olup olmadığı yönünde tartışmalar bile başlamıştı.

Bu uyarlamaların bir bölümünü alıp okudum. Hepsi son derece kaliteli bir şekilde hazırlanmış, pırıl pırıl, okuması zevk veren ciltlerdi. Fakat, sonuç olarak bunların hiçbirini sevmedim.

Neden?

Çünkü, bu eserler çizgi roman değillerdi. Bunlar, edebiyat eserleriydi ve sadece çizgi romana “uyarlanmış”lardı. Bu açıdan, çizgi roman olarak herhangi bir değer taşımıyorlar, çizgi roman sanatına herhangi bir şey katmıyorlardı. Sadece, Türkiye’de çizgi romanın tanınmasına katkıda bulunuyorlardı.

Üstelik, aslında Türkiye’de çizgi romanın yanlış bir şekilde tanınmasına katkıda bulunuyordu ve bana sorarsanız, NTV Yayınları’ndan çıkan bu klasiklerin — ve bunların bir dönem için “çizgi roman” ile neredeyse eş anlamlı hale gelmesinin — çizgi romana yarardan çok zararı vardı.

Çünkü, çıkış olarak “çizgi roman” olmamanın da ötesinde, bunlar aslında tam olarak uyarlama da değillerdi. “Uyarlama” yapmak, bir sanat eserini bir alandan başka bir alana taşımak, layığıyla yapıldığında her iki sanat dalına da çok şey kazandırabilir. En basit örneği düşünelim: Batman’in veya Superman’in çizgi roman alanından sinemaya kazandırılması, pek çok çizgi roman / sinema tutkulusu için pozitif bir durumdur.

Edebiyattan çizgi romana doğru bir geçiş örneği vermek gerekirse, David Mazuchelli’nin Paul Auster’in “New York Üçlemesi”nin ilk bölümü City of Glass’i grafik romana uyarladığı aynı adlı eser de (ki ikisini de, hem kitabı, hem de çizgi romanı, okumanızı kesinlikle tavsiye ederim) son derece başarılı bir çalışmadır. Fakat, bunlar “uyarlama”dır, fikri alırlar ve bir şeyler katarak, zenginleştirerek okuyucuya / izleyiciye sunlarlar.

NTV Yayınları’ndan çıkan ve bunlara benzeyen eserler ise, “uyarlama”dan çok “basitleştirme”, “sadeleştirme” amacıyla üretilen eserlerdi. Demek istediğimi, NTV’nin kendi sitesinde, kitapların satın alınma sayfasında yayınladığı, tanıtım bülteninden alıntılanan birkaç cümleyle desteklemek istiyorum:

(…) bu çizgi roman genç okuyuculara son derece çekici bir seçenek sunuyor, ve onları klasiklerle tanıştırıyor ve büyük edebi eserleri anlama ve takdir etme fırsatı yaratıyor. İşte ufuklar böyle genişletilir. İşte eğitim budur. – Chad Boudreau

İşte gençliğin gözlerini edebiyatın sihrine açmanın bir yolu. (…)   – Leah, Kanadalı Öğretmen

Ne demek istediğimi anlatmak için bu alıntılar yeterli mi bilmiyorum, ama temel olarak şunu söylemeye çalışıyorum. Bu tarz çizgi romanlar, bu kitapları “okumamış” olan insanların okuması için üretilirler.

Asıl amaçları, çizgi roman mecrasına bir şey katmak olmadığı gibi, “En azından kitapları okumayanlar, okumaya vakit bulamayanlar, okurken çok sıkılanlar, okuyup anlayamayanlar, alıp çizgi romanlarını okusun, bu eserleri tanısın.” gibi bir niyet taşırlar.

Ne yazık ki bu durum, aslında alttan alta, çizgi romanın daha basit bir tür olduğu, “gerçek edebiyatı” okumayan ve okuyamayanların “en azından” çizgi romanları okuyup, bunları öğrenebileceğini ima eder. Yukarıdaki tanıtım cümleleri de alttan alta bu mesajı gösterir: Bunlar “gençler” için hazırlanmıştır, bunlar bir “eğitim” aracıdır, bunlar aksi takdirde bunu yapmayacak / yapamayacak kişiler için “büyük edebi eserleri anlama ve takdir etme fırsatı” yaratır…

Ki bu da, kendisini bir “sanat dalı” olarak (sadecce Türkiye’de değil, Dünya’nın her tarafında) kanıtlamaya çalışan çizgi roman için, belki de verilebilecek en kötü mesaj, açık açık bir “yenilgi” ilanıdır.

Burada yanlış anlaşılmak istemiyorum – NTV Yayınları’nı kesinlikle suçlamıyor, veya yaptıklarının kötü bir iş olduğunu düşünmüyorum. Fakat şunun kesinlikle altı çizilmeli: Eğer bu yayıncı kuruluş, bu işi “para kazanmak” dışında herhangi bir amaçla yapıyorsa, bu amaç çizgi romanın Türkiye’de tanınması / saygı görmesi / popülerleşmesi değil. Amaç edebiyat klasiklerinin tanınması, öğrenilmesidir.

Ve bu da hiç yanlış bir şey değil. Ben de bu görüşe belli bir ölçüde katılıyorum. Türkiye’de “kitap okumanın” genel olarak gelişmesinin, çizgi romanlara göre daha önemli veya daha öncelikli olduğu iddia edilebilir. Çizgi roman, şu an – belki biraz Fransa hariç – dünyanın hiçbir yerinde öyle çok aman aman bir kültür öğesi olarak görülmüyor, bizde de görülmesi biraz imkansız.

Bu açıdan, NTV Yayınları’nı bu tarz çizgi romanlara yöneldikleri için suçlamıyorum, hatta yaptıklarını doğru buluyorum.

Zaten kendileri de bu eserlerin yerine, gerçekten çizgi roman olan ürünleri de yayınlamaya uzun süredir başladılar, bu açıdan artık “NTV Yayınları Türkiye’de çizgi romanın gelişimine hiç katkı yapmıyor” gibi bir eleştiri getirmek de imkansız.

O yüzden, dediklerim NTV ile alakalı değil. Genel olarak, edebiyattan (veya sinemadan, veya herhangi başka bir alandan) çizgi romana “basitleştirilmiş”, “sadeleştirilmiş” çizgi romanlar, benim sevmediğim çizgi romanlar arasında ilk sırayı alıyor.

Bunların, “çizgi roman sanatı” dediğimiz olayla hiçbir ilgisi olmadığını, ve “gerçek eserleri X veya Y nedenle okuyamayanlar – anlayamayanlar” için üretildiklerinden, çizgi romanın zaten tehlikede olan imajına zarar verdiğini düşünüyorum.

Son bir not olarak, şu konuyu da netleştirmek istiyorum: Aslında başka mecralardan uyarlanan çizgi romanları sevmemem gibi bir durum yok.

Ancak bu uyarlama konusu çizgi roman özelinde, yazının merkezindeki eserlerde olduğu gibi, çoğu zaman sadece “basitleştirme”, “sadeleştirme”, “çocukların anlayabileceği hale getirme” gibi amaçlarla kullanılıyor.

Dolayısıyla, asıl sevmediğim konsept, çizgi romanların bu tarz amaçlarla kullanıldığı eserleri kapsıyor. Ne yazık ki, çizgi romana aktarılan eserlerin çok büyük bir kısmı da, bu ve benzeri kategorilere giriyor.

Bir eseri, orijinal olarak üretildiği mecradan alıp, bu eserin özünü, temel anlatısını ve doğasını koruyarak, çizgi roman mecrası içinde yeniden yaratan bir uyarlama, elbette çok başarılı olabilir ve keyifle okunabilir. Yukarıda bahsettiğim verdiğim City of Glass, bunun çok iyi bir örneği.