Türk Çizgi Romanları

Şafak Ayazı – Cem Özüduru

2009 yılında yine Studio Rodeo tarafından yayınlanan Zombistan ile dikkatleri üzerine çeken Cem Özüduru, geçen ay yayınlanan Şafak Ayazı ile fantastik çizgi romanlarına devam ediyor.

İsminden de anlaşılacağı gibi Zombileri konu alan ilk kitabının ardından, Özüduru bu sefer fantastik dünyanın bir başka önemli unsuruna, vampirlere yoğunlaşmayı tercih etmiş.

 

Hikayenin içeriğine ve kurgusuna elbette değineceğim, fakat başlamadan Şafak Ayazı’nın daha kitabı satın almadan nasıl dikkatimi çektiğinden bahsetmem sanırım doğru olacaktır, zira çizgi romanın gerçek anlamda merak uyandıran iki farklı özelliği var.

Birincisi, Studio Rodeo’nun çeşitli yerlerde duyurduğuna göre, Cem Özüduru Şafak Ayazı için yaptığı işlerle, Fransa’da Angouleme Festivali‘ne kabul edilen ilk Türk çizgi romancı olmayı başarmış. Angouleme Festivali çizgi romana uzak okuyucularımız için fazla bir şey ifade etmeyebilir, fakat bu festival, çizgi romanı bir sanat olarak ciddiye alanların en büyük organizasyonu olduğundan, çizimlerin burada sergilenmiş olması aslında büyük bir başarı. Bir benzetme yapacak olursak, çizgi romanların en meşhur ödülleri olarak gösterebileceğimiz Eisner Ödülleri, sinema için Akademi Ödülleri ile eşdeğerse, Angouleme Festivali de, muhtemelen Cannes Film Festivali ile benzer bir prestije sahip.

İkinci konu ise biraz daha Türkiye ile ilgili. Şafak Ayazı ile ilgili gördüğüm ilk tanıtım ve haber yazılarında, polis şiddeti, devlet terörü, ve hatta Gezi Parkı gibi kavramların kullanılmış olması da, oldukça dikkat çekici. İlk konu, yani Angouleme Festivali’nde sergilenmiş olmak, elbette son derece pozitif bir özellik olsa da, dürüst olmam gerekirse, bu Gezi Parkı Olayları ile ilgili bir şeyler olması fikri, beni esere başlamadan oldukça korkutmuştu.

AltEvren’i takip edenler kitap ve çizgi romanları sevdiğimi zaten biliyordur, fakat bunların çoğu zaman bir “sanat” değil de, bir “sektör” olarak görülmesi beni rahatsız ediyor. Bu yüzden, Steve Jobs öldükten iki hafta sonra biyografisinin yayınlanması, veya Gezi Parkı olaylarının üstünden bir hafta bile geçmeden bütün büyük kitapçıların Gezi kitapları ile dolması bu eserlerin kalitesi hakkında ciddi sorular sormama yol açan bir durum. Şafak Ayazı’nı da bu tanıtım kavramlarıyla duyup satın aldığımda, açıkçası içimde benzer bir korku vardı: Acaba sadece Gezi Parkı’nın yarattığı ticari potansiyeli kullanmak isteyen bir çizgi romanla mı karşı karşıyaydık?

Neyse ki, eserin daha ilk sayfalarından böyle bir durum olmadığını anlıyorsunuz. Muhtemelen biraz tesadüf sonucunda, Şafak Ayazı polis şiddeti ve polisin sivil halka karşı davranışları konusunda enteresan birkaç sahne içeriyor, fakat eserin Gezi Parkı Olayları ile alakası da bu kadar. Yine de, polisin konuşma tarzı, davranışları ve hatta sonlarıyla, Şafak Ayazı’nın Türkçe çizgi roman ve her türlü edebiyat içinde bu konuya değinen en açık sözlü, en cesur eserlerden biri olduğunu söylemek mümkün.

Bu, sanıyorum pek çok okur için Şafak Ayazı’nın en dikkat çekici özelliği olacaktır.

Polis şiddeti meselesinin dışında, Şafak Ayazı dediğim gibi temel olarak bir vampir hikayesi. Dünya’da göründüğünden daha çok şey olduğuna inanmak isteyen, hayalperest ana karakter Deniz’in, bir gece kulübünde vampir temalı bir partiye gitmesiyle başlayan süreç, ailesinin üç neslini birden ilgilendiren, hesaplaşmalar ve kovalamacalarla dolu bir sır perdesinin yavaş yavaş aralanmasıyla devam ediyor. Zombistan’ın aksine İstanbul’u sadece çıkış noktası olarak kullanan çizgi roman, daha sonra Marmaris’e taşınıyor, ve hikayenin büyük çoğunluğu burada, Deniz’in zengin babasının yatında geçiyor.

Olay örgüsü ve hikayenin kurgusu ikinci okumada daha iyi anlaşılsa da, çizimlerin Angouleme gibi bir festivale neden kabul edildiğini görmek için kitabın sayfalarına bir kez bakmanız yeterli. Siyah beyaz olmasına ve fazla kaliteli bir kağıt kullanılmamasına karşın, çizimler, özellikle de büyük panellerde, son derece başarılı.

Hikayenin kendisi için söyleyebileceğim fazla bir şey yok, çünkü vampir, zombi ve benzeri konular ne yazık ki bana çok fazla hitap etmiyor. Kullanılan dili açıkçası biraz yadırgadım, zira karakterler ve anlatı kutucukları çoğu zaman günlük konuşma dili  kullanıyorlar, ama buna karşın, eserin yer yer gereğinden fazla edebi bir dili olduğunu da söylenebilir. Bu kullanılan edebi dil, bana sorarsanız eserin genel olarak kullandığı konuşma dili ile de pek gitmemiş – konuşma dili kullanımı da, böyle bir eserden ziyade, bir karikatürden bekleyebieceğiniz bir unsur.

Bir kişisel tercih olarak tanımlanabilecek bu özelliğin ötesinde yer yer “iyi yazılmadığı” söylenebilecek diyaloglar (mesela, “İkiniz de bu Arif denen adamı görmek istiyorsunuz yani?” gibi bir şey denebilecekken, “Bi dakka ya, ikiniz de şimdi bu Arif denen adamı mı görmek amacındasınız?” şeklinde bana biraz iğreti gelen örnekler) ve, sık sık karşımıza çıkan, biraz aşırıya kaçan bir “üç nokta” kullanımı da negatif yönde dikkat çeken birkaç unsur.

Fakat, bunları tabi çok da büyütmemek gerekiyor. Bir hikaye ve çizgi roman olarak, Şafak Ayazı büyük ölçüde başarılı bir çalışma, ve henüz 25 – 26 yaşlarında olan Cem Özüduru’nun, ikinci uzun grafik romanını yayınlamış olduğu gerçeği pek  de yabana atılabilecek bir olay değil. Çizgisinin ilerleyen dönemlerde daha da kuvvetleneceğini düşünürsek, Yıldıray Çınar, Mahmud Asrar, M.K Peker ve Koray Kuranel gibi, yurt dışında başarı kazanmış çizerlerimiz arasına, bir yenisinin daha eklenmesi oldukça mümkün gözüküyor.

Eğer vampir ve benzeri temalara sahip hikayeleri seviyorsanız, kendini ifade ettiği ciddi konularda oldukça cesur olan bir eser okumak istiyorsanız, ya da Türk çizgi romanının güncel örneklerinden birini görmek istiyorsanız, Şafak Ayazı’nı size kesinlikle tavsiye ediyorum.

Studio Rodeo Türk çizgi romanına verdiği destek nedeniyle saygı duyduğum yayınevlerinden biri, Cem Özüduru da Zombistan’dan beri özellikle çizimleri için takip etmeye çalıştığım bir sanatçı. Şafak Ayazı da büyük ölçüde hayal kırıklığına uğratmayan bir çalışma.