DC Comics İncelemeleri

Justice League # 009

Justice League, bir iki filler sayıdan sonra yeni bir hikayeyle sonunda tekrar DC’nin neden en önemli serisi olduğunu kanıtlarcasına karşımızda. Jim Lee verdiği aradan sonra mükemmel bir dönüş yapmış, ilk hikayedeki çizimlerinden bana kalırsa çok daha iyi bir iş çıkarmış bu sayıda. Geoff Johns’un hikayesiyse yine o kadar da heyecan vermiyor ne yazık ki.

 

 

 

 

Hikayede, altıncı sayının sonunda Justice League kitabını yazan eleman Graves’in kim olduğunu sonunda görüyoruz. Kendisi tekerlekli sandalyeye mahkum, doktorların çare üretemeyeceği kadar hasta biri. Aynı zamanda gizemli, mistik olaylara takık biri, kitaplığında kendi yazdığı Atlantis, Tunguska’yla alakalı kitapları var. Amacı Justice League’in dikkatini çekerek kendisine yardım etmelerini sağlamak, fakat tabii ki bunu başaramıyor. Trevor’a da yazdığı kitabı o yüzden yollamış, belki onun dikkatini çeker diye. Sonunda her “villian” gibi o da kafayı sıyırıyor ve Justice League’i devirmek için onların peşine düşüyor. Tabi; “Tekerlekli sandalyedeki biri ne yapabilir ki?” gibi salakça soruları kendimize sormuyoruz, bulmuş bir yolunu eleman.

Kendi fiziksel durumundan öte Justice League’i yenmek için, üçüncü sınıf “villian”lardan bilgi almış ya da çalmış, bu sayıda da Trevor’ı yakalayarak ondan Watchtower’a girmek için ne yapması gerektiği hakkında bilgi alıyor. Başarıyor çünkü birkaç sayfa öncesinde öğrendiğimiz üzere Trevor’ın çok sevdiği bir kız kardeşi ve yeğeni varmış, onları öldürmekle tehdit ediyor. Hikaye aslına bakılırsa oldukça ilginç ama heyecan vermemesinin bir takım nedenleri de var. Önceklile hikayeyi ben oldukça Tower of Babel’e benzettim, nitekim o hikaye son Justice League animasyon filminin de işlediği konulardan biriydi. O hikayede JL’in düşmanları onları devirmek için gerekli bilgileri Batman’in kendi hazırladığı acil durum çözümlerini kullanarak başarıyordu. Graves’in yaptığı şey Batman’in bilgisayarına girmek yerine ulaşılması daha kolay olan adını daha önce duymadığımız üçüncü sınıf düşmanların isteyerek ya da istemeyerek yardımını almak.Tamam hikayeye negatif eleştirilerim oldu ama sayının taslağı, yazılışı açısından oldukça iyi iş çıkarmış Johns. JL’yi diğer hiçbir seriyi okumadan da okuyabilirsiniz. Graves’i anlatmadan önce Johns, tek tek tüm JL üyelerinin takım dışındaki hayatlarını ikişer üçer kareler içinde anlatmayı başarmış; Kal-El’in Daily Planet’teki durumu, Cyborg’un babası ile olan ilişkisi, Jordan ve Allen’ın gelişen arkadaşlığı, Trevor ve Diana’nın ilişkisi, Wayne’nin Flashpoint’te eline geçen babasının mektubu üzerine duyguları derken bunların hepsi beş altı sayfada halledilmiş ve kotarılmaktan öte, oldukça akıcı ve teklemeden yapılmış. Hiçbir karakterde yapmacıklık görmüyoruz ki Johns DC’nin en önemli karakterlerini tek seride bu kadar hakim bir şekilde anlatması olağanüstü geldi bana. 

Serideki zaman çizelgesi durumunun netleşmeye başladığını da not etmekte fayda var. İlk hikayeden bu yana tam dört yıl geçmiş. Bu dört yıl içinde ise bayağı bir şeyler olduğunu geçen sayılardan öğrendiğimize göre Johns’un bu senelere geri dönüş yapacağını düşünüyorum. 

Shazam ekine gelecek olursak, çok yavaş ve beklentilerin sıfıra indiği bir hikayeyle başlamasından dolayı olabilir bu son sayıdaki bölüm oldukça hoşuma gitti. Billy Batson, normal Captain Marvel’ın tam tersi bir şekilde aktarılıyor yeni düzende, bu yüzden karaktere bakış açım oldukça negatifti çünkü zaten her süper kahramanın birer misfit olduğu DC’de farklılığını ve gücünü umursamayıp, her zaman naif ve optimist kalıyordu Captain Marvel. Yine de bu sayıda yeni ailesini “bully”lerden korumasıyla süper kahramanlık nosyonunun getirdiği “guardian”lık özelliğine fazlasıyla sahip olduğunu görmek içimi rahatlattı.