Marvel Comics İncelemeleri

Hawkeye (2012) # 1 – 22

hawkeye20121 2012 yılında, Marvel NOW! sürecinin başlamasından birkaç hafta önce, Marvel yeni bir Hawkeye serisi çıkarmaya başladı.

Bu, muhtemelen yeni vizyona girmiş olan Avengers filminin ivmesini çizgi romanlara yansıtmak için yapılmış bir hamleydi; fakat yazar Matt Fraction ve çizer David Aja, öyle farklı bir yaklaşımla yola çıktılar ki, Hawkeye kısa süre içinde süper kahraman çizgi romanları arasında neredeyse bir devrim etkisi yarattı.

Bu yazı, yirmi ikinci ve son sayısı 15 Temmuz tarhinde yayınlanan Hawkeye serisinin genel bir değerlendirmesini içeriyor. Yazı boyunca ciddi spoiler’lar olabilir, dolayısıyla seriyi okumadıysanız yazıyı okumanızı tavsiye etmiyorum.

Daha önce çeşitli yazılarda da söylediğim gibi, AltEvren’e bir şeyler yazarken en çok zorlandığım çizgi romanların başında gerçekten beğendiğim ve herkes tarafından okunması gerektiğini düşündüğüm çizgi romanlar yer alıyor. Mesele böyle eserler olunca, bir noktadan sonra “Gidin okuyun!” demekten başka pek söylenecek şey kalmıyor; ve özellikle Hawkeye gibi, yaratılış süreci, arkasındaki sanatçılar, yarattığı etkiler ve benzeri açılardan çok geniş bir şekilde incelenebilecek çizgi romanlarla uğraşırken, yazılar bazen uzunluk ve kapsam açısından kontrolden çıkabiliyor.

Bu yazıyı fazla uzatmamaya çalışacağım, fakat daha başlamadan yapabileceğim basit özet bu şekilde. Hawkeye 2010’lu yılların en kayda değer çizgi roman serilerinden bir tanesi, ve yazının ilerleyen bölümlerinde değineceğim çeşitli sıkıntıları olsa da, kesinlikle okunması gereken bir eser.

Peki, Hawkeye’ı bu kadar özel yapan, ve sıradan bir süper kahraman çizgi romanından ayıran tam olarak ne?

hawkeye20125

İlk bahsetmemiz konu, karaktere ve hikayeye yaklaşım olmalı.

Hawkeye gibi bir karaktere baktığımız zaman, birkaç sene önce yazdığım karakter profilinde de değindiğim gibi, aslında büyük ölçüde “sıkıcı” olarak görülen bir “süper kahramandan” bahsediyoruz. Avengers takımında bir nevi “görev adamı” olarak bulunan Hawkeye, çeşitli hikayelerde ön plana çıkarılsa da, çoğu zaman fazla özelliği olmayan bir figür olarak görülüyor. İnanılmaz ok ve yay kullanma becerisi dışında, hepimiz gibi sıradan bir insan olarak Clint Barton, tam olarak bu nedenle, ilk anda fazla okuyucunun dikkatini çeken bir karakter olmuyor. 

Matt Fraction ve David Aja’nın serilerinde tamamen tersine çevirerek kullandıkları temel özellik de bu aslında: Hawkeye, hepimiz gibi sıradan bir insan olduğu için sıkıcı bir karakter değil – tam aksine, Hawkeye son derece enteresan bir karakter, çünkü Avengers üyeliğinin, süper kahraman yaşantısının ve inanılmaz ok-yay kullanma yeteneklerinin arkasında, o da hepimiz gibi sıradan bir insan.

Serinin temeli bu mantık üzerine kuruluyor – öyle ki, her ne kadar Marvel Evreni’nde geçse ve Marvel Evreni’nden çeşitli unsurları kullansa da, zaman zaman o kadar sıradan ve günlük konulara yoğunlaşıyor ki, tipik bir Marvel çizgi romanından çok “Süper Kahramanlar Gerçek Olsaydı” alt türüne yakın bir eser okumaya benziyor. Çünkü Hawkeye’ın yaşadığı sorunlar, uğraştığı problemler, hepsi günlük hayatta karşımıza çıkabilecek meseleler. Serinin en “aşırı” hikayeleri bile, fazla gerçek dışı olmayan bir casusluk hikayesi ve Marvel’ın “street level” olarak lanse ettiği boyutlarda kalıyor.

Tabi bunlar bile istisna. Sayıların ana konuları, Clint Barton’ın eski VCD Oynatıcısını tamir etme çabalarından, bir köpeğin hayatını kurtarmasına; apartmanında yaşayan insanların günlük sorunlarını çözmekten, Sandy Kasırgası sırasında bir komşusuna yardım etmesine kadar uzanan konular üzerine kuruluyor. Bütün bunlar, Matt Fraction’ın – özellikle Sex Criminals serisinde doruk yapacak mizah anlayışı ile birleştiğinde – ortaya kendisini fazla ciddiye almayan, sıradan olayları konu alan; son derece eğlenceli ve sıradışı bir seri çıkıyor.

Anlatı tekniklerini sıradışı yapan sadece Fraction’ın mizahı ve günlük olayların irdelenmesi değil elbette. Seri boyunca kullanılan ve ana akım süper kahraman çizgi romanlarından ayrılan belli teknikler, başlı başına bir yazı konusu olabilecek nitelikte. Bir hocamız burada duruma son derece güzel değinmiş, ben Amerika’yı baştan keşfetmeye gerek görmüyorum:

http://www.tcj.com/hawkeye-supercut/

Craig Fisher’ın yazdıkları ne kadar kayda değer olsa da Hawkeye gibi bir seriden söz ettiğimizde, asıl dikkat çekmemiz gereken konu hikayeden çok bu hikayenin bize aktarıldığı görseller.

hawkeye20122 AltEvren’de bu konuyu sık sık dile getirmeye çalışıyorum – “özel” bir çizgi roman, iyi bir hikaye ve iyi çizimlerin bir arada kullanıldığı bir eser değil, görselliğin hikayeyi okuyucuya aktarmak için hikaye ile birlikte, değişmez bir bütün olarak kullanıldığı bir çizgi roman olmalı. David Aja’nın sıradışı çizimleri, bu gerekliliği o kadar iyi karşılıyor ki, Hawkeye son dönemde bu cümleyle ne demek istediğimi tam olarak anlatamadığım çizgi roman okurlarına ilk önerdiğim çizgi roman haline gelmiş durumda. Özellikle serinin doruk noktaları –  Clint Barton’ın köpeğinin bakış açısından anlatılan 11. sayı ve Clint Barton’ın duyma yetisini kaybettiği 19, sayı – benim bu açıdan okuduğum en iyi süper kahraman çizgi roman sayıları arasında yer alıyor.

Böyle bir görselliğin yaratılabilmesi, Matt Fraction ve David Aja’nın çalışma üslubuyla yakından alakalı. Fraction’ın birkaç yerde söylediği gibi, yazar ve çizer sıradan bir çizgi roman senaryosuyla hareket etmiyorlar. Fraction, “modern ve farklı bir Marvel Metodu” ile hikayenin ana hatlarını oluşturduktan sonra, ikili hikayeyi tam istedikleri hale getirebilmek için saatlerce konuşuyor, ve böylece, kendi kafalarında anlatmak istedikleri hikayeyi tam olarak oturtuyorlar. Böyle bir “ön hazırlığın” ardından David Aja tarafından uygulanan görsel anlatım da, çoğu zaman kusursuz bir hikaye anlatma aracına dönüşüyor.

Ne yazık ki, Hawkeye serisinin yirmi iki sayı boyunca “kusursuz” bir şekilde ilerlediğini söylemek mümkün değil. Aja’nın bu tarzı, modern çizgi romanların “aylık sayı yetiştirme” mantığına çok ters düşüyor, ve daha serinin başından itibaren, pek çok sayı farklı çizerler tarafından çiziliyor. Bir noktadan sonra bu durum, serinin hem çizer, hem hikaye açısından ikiye ayrılmasına neden oluyor: Clint Barton’ın maceraları David Aja tarafından çizilirken, Los Angeles’a taşınan Kate Bishop’ın maceraları (genellikle) Annie Wu’ya emanet ediliyor. Annie Wu, Chris Eliopoulos ve Javier Pulido’nın çizdiği sayıların çizerlik yaptığı sayıların hepsi kötü değil – fakat Aja – Fraction ortaklığındaki başarıya genellikle ulaşamıyorlar.

hawkeye20126 Hawkeye’ın bu sorunları ve serinin – muhtemelen yazar – çizer takımın da isteğiyle – iptal edilmesi, başka bir yazının konusu. Şimdi değinmenin biraz daha anlamlı olacağı bir konu, serinin orijinalliği ve yarattığı etkilerle ilgili.

Bu bahsettiğim görsel başarı, günlük hayat bazlı konu ve seri içinde kullanılan anlatım teknikleri, aslında çok orijinal, çok benzersiz şeyler değil. Belki bunun için de apayrı bir yazı yazmak gerekiyor, ama seri boyunca Frank Miller, David Mazzucchelli, Chris Ware, Richard McGuire, Jim Steranko, Alan Moore gibi çok çeşitli sanatçıların etkilerinden bahsetmek mümkün. Özellikle 11. sayıda, Lucky’nin gözünden takip ettiğimiz “şematik” görsel anlatı, Ware’in çeşitli çizgi romanlarının etkilerini o kadar fazla taşıyor ki, seriden fazla etkilenmeyen (ve genellikle süper kahraman çizgi romanlarına düpedüz karşı olan) entelektüel çizgi roman severler tarafından neredeyse bir intihal olarak görülmüş.

İntihal çok ciddi bir suçlama ve bence doğru değil – ama evet, Hawkeye’ı bu kadar olağanüstü yapan, çok orijinal, daha önce hiç görmediğimiz bir şey yapıyor olması değil, bunu ana akıma hitap eden bir süper kahraman çizgi romanı içinde başarması. Serinin etkileri de burada ortaya çıkıyor. 2012’de yayın hayatına başladığından beri, Hawkeye pek çok çizgi roman sanatçısına ana akım dergilerinde daha deneysel, daha özgür, daha karakterli işler yapma cesareti kazandırmış durumda. Marvel’da bu etkilerden çeşitli serilerin incelemelerinde (bkz: She-Hulk) değindim, fakat DC’de, Jeff Lemire’ın yazarlığı devraldığı on yedinci sayıdan sonra Green Arrow’da bile bu anlatım tarzından ufak örnekler görebiliyor olmamız kayda değer bir durum:

hawkeye20123 Sadece bu yarattığı etki bile, aslında Hawkeye’ı okumak için yeterli bir sebep. Fakat bence buna gerek bile duymamanız gerekiyor – bahsettiğimiz çizgi roman, sadece 2010’lu yılların en etkili çizgi romanlarından biri değil, 2010’lu yılların en iyi çizgi romanlarından bir tanesi. Dönüp dolaşıp başta söylediğim noktaya geri dönmek, aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum – Hawkeye, mutlaka okumanız gereken, okumazsanız çok şey kaybedeceğiniz bir seri. Marmara Çizgi’nin, İlke Keskin’in çevirisiyle Türkçe’ye de kazandırıyor olması da önemli bir nokta, dolayısıyla Türkçe çizgi roman okumayı tercih edenlerin de pek bir mazereti yok!